
Tebliğ nedir, nasıl yapılır? Tebliğ ile ilgili ayet ve hadisler...Tebliğ mesuliyeti ile ilgili hadisler ve hadislerin acıklaması...
1. Abdullah bin Amr Hazretlerinden rivĂ‚yet edildiğine gore Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:
“Benden bir Ă‚yet bile olsa insanlara ulaştırınız!..” (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 50; Tirmizî, İlim, 13/2669; DĂ‚rimî, Mukaddime, 46; Ahmed, II, 159, 202, 214)
2. Abdullah bin Mesut radıyallahu anh der ki: Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’i şoyle buyururken işittim:
“Sizler yardım gorup duşmanlarınıza gĂ‚lip gelecek, ganimetler elde edecek ve bircok beldeler fethedeceksiniz. Sizden kim bu vakte erişirse, Allah ’tan korksun, mĂ‚rufu emredip munkerden nehyetsin. Kim bile bile benim adıma yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.” (Tirmizî, Fiten, 70/2257; Ahmed, I, 401, 436)
3. Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh, “Resûlullah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’i şoyle buyururken işittim” demiştir:
“Kim bir kotuluk gorurse, onu eliyle değiştirsin. Buna gucu yetmezse, diliyle değiştirsin. Buna da gucu yetmezse, kalbiyle muhĂ‚lefet etsin ki bu, imanın en zayıf hĂ‚lidir.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 78. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 11; NesĂ‚î, ÎmĂ‚n, 17)
4. Nu ’mĂ‚n bin Beşîr ’den radıyallahu anh rivĂ‚yet edildiğine gore Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:
“Allah ’ın cizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlĂ‚l edenler, bir gemiye binmek uzere kur ’a ceken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmına geminin ust katı, bir kısmına da alt katı duşmuştu. Alt kattakiler su almak istediklerinde ust kattakilerin yanından geciyorlardı. Alt katta oturanlar:
«–Hissemize duşen yerden bir delik acsak, ust katta oturanlara eziyet vermeyiz» dediler.
Şayet ustte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek icin alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helĂ‚k olurlar. Eğer ellerinden tutarak bunu onlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de diğerleri kurtulmuş olur.” (BuhĂ‚rî, Şirket, 6; ŞehĂ‚dĂ‚t, 30. Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 12)
5. Huzeyfe ’den radıyallahu anh rivĂ‚yet edildiğine gore Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurmuştur:
“Canımı gucu ve kudretiyle elinde tutan Allah ’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kotuluklerden nehyedersiniz, ya da Allah, kendi katından yakın zamanda uzerinize bir ceza gonderir, sonra Allah ’a yalvarıp dua edersiniz lĂ‚kin, duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9/2169)
6. Bir gun Ebûbekir radıyallahu anh Allah ’a hamd u senĂ‚dan sonra şoyle dedi:
“Ey insanlar! Siz şu Ă‚yeti okuyor, lĂ‚kin yanlış anlıyorsunuz:
«…Siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz muddetce sapıtan kimseler size zarar veremez...» (MĂ‚ide 5/105)
HĂ‚lbuki biz Nebiyy-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem ’i şoyle buyururken işittik:
«İnsanlar zĂ‚limi gorup de onun elini tutmaz (zulmune mĂ‚nî olmazlar)sa, Allah ’ın onları umûmî bir şekilde cezalandırması yakındır.»”
RĂ‚vî Amr radıyallahu anh, Huşeym ’den naklen Hz. Ebûbekir ’in şunları soylediğini ifade eder:
“Ben Resûlullah Efendimiz ’i şoyle buyururken işittim:
«Bir topluluğun arasında mĂ‚siyetler/gunahlar işlenir de onlar, gucleri yettiği hĂ‚lde bunu değiştirmezlerse, Allah yakın bir zamanda mutlaka onlara umûmî bir azap gonderir.»” (Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him, 17/4338; Tirmizî, Fiten, 8; Tefsîr, 5/17; İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 20; Ahmed, I, 2, 7, 9)
7. Ebû Saîd radıyallahu anh der ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Hic kimse kendisini alcaltıp hakîr duruma duşurmesin!” buyurmuştu. AshĂ‚b-ı KirĂ‚m:
“–Ey Allah ’ın Resûlu! Kendimizi nasıl alcaltıp kucuk duşururuz?” diye sordular. Allah Resûlu şoyle buyurdu:
“–Bir durumla karşılaşır ve onun hakkında Allah icin bir şeyler soylemesi gerekir, ancak soylemez. Allah TeĂ‚lĂ‚ kıyĂ‚met gunu ona:
«–Şu şu hĂ‚dise karşısında ses cıkarmaktan seni alıkoyan ne idi?» diye sorar. O:
«–İnsanların korkusu!» diye cevap verir. CenĂ‚b-ı Hak da:
«–Asıl benden korkman gerekmez miydi?» buyurur.” (İbni MĂ‚ce, Fiten, 20; Ahmed, III, 30, 91)
Hadislerin Acıklaması CenĂ‚b-ı Hak Muslumanları, din kardeşlerinden, yaşadıkları toplumdan ve butun dunyanın gidişĂ‚tından mes ’ûl tutmuştur. Resûlullah, her birimizin surunun başındaki bir coban gibi sorumlu olduğunu, dolayısıyla idĂ‚re ettiği kişilerden, vazife alanından ve yaptığı işten sorumlu olduğunu bildirmiştir. Yani devlet başkanından en sade insana varıncaya kadar herkes, emrindeki insanları, yaptığı vazifeyi ve cevresini maddî mĂ‚nevî zararlardan muhĂ‚faza etmek mecbûriyetindedir.
Oyleyse bir Musluman, sadece kendisini duşunmeyip diğer insanların da hayra yonelmesi ve yanlışlara duşmekten korunması icin gayret gostermelidir. Yani Musluman, once kendisini, sonra da butun insanlığı kurtarma azmi ve gayreti icinde olmalıdır.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Mu ’min erkekler ve kadınlar, birbirlerinin velîleridir. İyiliği emreder, kotulukten menederler…” (Tevbe 9/71)
“Siz, insanlığın (iyiliği) icin cıkarılmış en hayırlı bir ummetsiniz. İyiliği emreder, kotulukten sakındırırsınız…” (Âl-i İmrĂ‚n 3/110)
TEBLİĞ NEDİR? Dolayısıyla emir bi ’l-ma ’rûf ve nehiy ani ’l-munker, yani iyilikleri tavsiye edip kotuluklerin yanlışlığını anlatmak ve onlara mĂ‚nî olmaya calışmak, velîsi olduğumuz insanlara karşı muhim bir dînî vazifedir. Zira Allah TeĂ‚lĂ‚ Ă‚yet-i kerimede mu ’minleri birbirlerinin velisi kılmıştır. “Tebliğ” ve “dĂ‚vet” diye de bilinen bu mesuliyet, İslĂ‚m ’ın en buyuk farzlarından biri ve dinin temelidir. İslĂ‚m nizamı onun sĂ‚yesinde kemĂ‚le erer ve Allah ’ın ismi, daha cok bu yolla yuceltilir. Bu mesuliyet, imkĂ‚nı nisbetinde her bir ferdi ilgilendirmekle birlikte Musluman idĂ‚reciler ve Ă‚limler uzerine daha cok sorumluluk duşmektedir.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Onlar, oyle kimselerdir ki, kendilerine yeryuzunde iktidar verdiğimiz takdirde, namazı kılar, zekĂ‚tı verir, iyiliği emreder ve kotulukten vazgecirmeye calışırlar…” (Hac 22/41)
Başta idĂ‚reciler olmak uzere toplumun vazifesi, iyilik ve hayrı insanlara oğretecek Ă‚limler yetiştirmektir. Cunku herkesin bildiği basit konular olduğu gibi, normal insanların bilemeyeceği, ilim tahsîlini gerektiren mevzular da vardır. Bu tur meseleleri, bilgisi olmayan insanların duzeltmeye kalkışması doğru değildir. Onları ehline bırakmak gerekir. Bu sebeple Yuce Rabbimiz şoyle emretmiştir:
“Sizden, hayra dĂ‚vet eden ve iyiliği emredip kotulukten nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte onlar felĂ‚ha erenlerdir.” (Âl-i İmrĂ‚n 3/104)
Âyet-i kerimeden, hayra dĂ‚vet vazifesini yerine getirecek bir grup teşekkul ettirmenin farz-ı kifĂ‚ye olduğu anlaşılmaktadır. İslĂ‚m ummeti, bu vazifeyi yerine getirecek bir cemaat yetiştirmek mecburiyetindedir. Bu vazife yerine getirilmediği takdirde, butun ummet vebal altında kalır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, iyiliği emretme vazifesine o kadar ehemmiyet vermiştir ki ashĂ‚bından bey ’at alırken onlara, butun Muslumanlara nasihat etme, samîmî ve gonulden davranma şartını koşmuştur. Cerîr bin Abdullah radıyallahu anh şoyle der:
“Peygamber Efendimiz ’e namazı tam olarak kılmak, zekĂ‚tı hakkıyla vermek ve her Muslumana nasihat etmek uzere bey ’at ettim.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 42; MevĂ‚kît, 3; ZekĂ‚t, 2; Muslim, ÎmĂ‚n, 97-98; NesĂ‚i, Bey ’at, 6, 17)
UbĂ‚de bin SĂ‚mit radıyallahu anh de şoyle demiştir:
“Biz Resûlullah Efendimiz ’e zorlukta ve kolaylıkta, sevincli ve kederli anlarda, başkaları bize tercih edildiği zamanlarda, kendisini dinleyip itaat etmeye, acıkca kufur sayılan bir şey yapmadıkları surece idĂ‚recilerin işlerine karışmamaya, nerede olursak olalım hakkı soyleyeceğimize ve Allah hakkı icin hicbir kınayıcının kınamasından korkmayacağımıza dĂ‚ir bey ’at ettik.” (BuhĂ‚rî, AhkĂ‚m, 42; Muslim, İmĂ‚re, 41; NesĂ‚î, Bey ’at, 1, 2, 3; İbni MĂ‚ce, CihĂ‚d, 41)
Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem, iş îcĂ‚bı yolların kenarında oturmak mecbûriyetinde kaldıklarını soyleyen kimselere, yolun hakkı olarak iyiliği emretme ve kotulukten sakındırma vazifesi vermiştir. (Bkz. BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim, 22; İsti ’zĂ‚n, 2; Muslim, LibĂ‚s, 114; Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 12)
Butun bunlar, tebliğ, dĂ‚vet, emir bi ’l-ma ’rûf ve nehiy ani ’l-munker vazifelerinin ehemmiyetini gostermektedir.
TEBLİĞ FARZ MIDIR? Birinci hadisimiz, tebliğ vazifesini butun Muslumanların mutlaka yapması gerektiğine ve herkesin bir Ă‚yet, bir hadis bile olsa, bilmeyen insanlara İslĂ‚mî bir bilgi ulaştırabileceğine delĂ‚let etmektedir. Her Muslumanın bildiği bazı bilgiler vardır ki İslĂ‚m ’dan uzak olan bir kısım insanlar onları bilmeyebilir. Oyleyse Musluman, az veya cok bildiği dînî hakikatleri diğer insanlara ulaştırmalıdır.
TEBLİĞ VAZİFESİ İkinci hadisimizde Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem, Muslumanların gĂ‚lip geleceğini, pek cok ganimetler elde ederek zenginleşeceklerini ve topraklarını genişleterek guc kuvvet sahibi olacaklarını mujdelemektedir. Ancak Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in burada bir endişesi vardır. O da şudur: İnsanlar maddî refĂ‚ha ve kuvvete nĂ‚il olduklarında, dunyaya meyilleri artar ve dînî duyguları zayıflamaya başlayabilir. Boyle olduğunda ise tebliğ vazifesini ihmal ederler.
Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem diğer bir hadis-i şerifte şoyle buyurmuştur:
“Sizde iki sarhoşluk ortaya cıkmadıkca, Allah tarafından gelen hak din uzere devam edersiniz: CehĂ‚let sarhoşluğu ve dunyaya aşırı duşkunluk. Siz iyiliği emreder, kotuluğe mĂ‚nî olur ve Allah yolunda cihad ederken, icinizde dunya sevgisi zuhûr edince; iyiliği emretmez, kotuluğe mĂ‚nî olmaz hĂ‚le gelir ve Allah yolunda cihadı terk edersiniz. O gun Kitap ve Sunnet ’ten bahseden, onları anlatmaya calışanlar, EnsĂ‚r ve MuhĂ‚cirlerden İslĂ‚m ’a ilk giren kimseler gibidir.” (Heysemî, VII, 271; Ebû Nuaym, Hilye, VIII, 49)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, herkesin dunya sarhoşu olduğu zamanlarda takvĂ‚nın cok buyuk bir ehemmiyet kazandığına işaret ederek, Muslumanları Allah ’tan korkmaya ve netîcede İslĂ‚m ’ı, insanlara soz ve davranışlarla daha fazla anlatmaya dĂ‚vet etmektedir. Oyle bir devirde iyilikleri tervic ve teşvik edip kotuluklere engel olmaya calışmak, mu ’minler icin en başta gelen vazifelerdendir. Buna muvaffak olmanın zorluğu ise Ă‚şikĂ‚rdır. Ancak gucluğu nisbetinde mukĂ‚fĂ‚tının da fazla olacağı muhakkaktır. Nitekim Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, zor zamanlarda İslĂ‚m ’ı anlatan ve insanları hayra cağıran kişilerin, ilk İslĂ‚m ’a giren EnsĂ‚r ve MuhĂ‚cirler gibi sevap ve fazilet kazanacağını mujdelemektedir.
Ancak tebliğ vazifesini yapan mu ’minler, birtakım şartları hĂ‚iz olmalı ve cok dikkatli davranmalıdır. Dîni bilmeyen kimselerin hamĂ‚sî tavırlarla yalan yanlış şeyler soylemesi ve karışıklığa sebep olacak davranışlara girmesi hic de doğru değildir. Din adına konuşan kişi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem adına yalan yanlış şeyler soylememelidir. Kim Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem ’in soylemediği ve yapmadığı şeyleri ona izĂ‚fe ederse, kendisini cehenneme atmış olur. Nitekim hadisimizde; “Cehennemdeki yerine hazırlansın” diye şiddetli bir tehdîd vĂ‚rid olmuştur. Bu ifade aynı zamanda, Allah Resûlu hakkında yalan soyleyenler aleyhine bir beddua ve kendi kendini ateşe atan bu ahmak insanlarla alay etme mĂ‚nĂ‚sı taşır.
Buradan, marufu emir ve munkerden nehiy vazifesini, dîni bilen kişilerin yapması gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak, herkesin bildiği bir mesele soz konusu ise butun Muslumanlar usûlunce mudĂ‚hale edebilir. Şayet emirler ve nehiyler, ictihĂ‚dî konularla ilgiliyse, o zaman bu vazifeyi sadece Ă‚limler yapmalıdır. Onlar da uzerinde ittifak edilen mevzulara dĂ‚ir emir ve nehiylerde bulunabilir, ancak ihtilaflı konulara girmezler.
İSLAM ’IN TEBLİĞ METODU İyiliği emir ve kotulukten nehiy vazifesi yapan kişiler, İslĂ‚m ’ın tebliğ metodunu iyi bilmelidir. Zira nezĂ‚ket, guzel muamele, yumuşak bir lisĂ‚na sahip olma, insanlara merhametle yaklaşmak gibi umûmî esaslara riĂ‚yet etmek, cok buyuk bir ehemmiyet arzeder.
HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSMAMALI Ucuncu hadisimizde, Muslumanların herhangi bir kotuluğe kesinlikle goz yummaması gerektiğine işaret edilmektedir. Musluman bir yanlış veya gunah gorduğunde onu eliyle değiştirebiliyorsa eliyle, buna gucu yetmiyorsa diliyle, hicbirine guc yetiremiyorsa en azından kalbiyle değiştirmeye calışmalıdır. Kotuluk ve gunahlar karşısında bir şey yapamayan kişi, hic değilse kalbine sahip cıkmalı, kalbinden buğzederek gunahı zamanla normal gormeye başlamaktan kendisini korumalıdır. Diğer taraftan, kalbiyle Allah ’a dua ederek kotulukleri bertaraf etmeye gayret etmelidir. Bu durum, imanın en zayıf hĂ‚lidir. Bunu da yapmayan kimse, kendi imanını tehlikeye atmış olur. Kalbi, gunahkĂ‚rların kalbine benzemeye başlar.
Hadis-i şerifte şoyle buyrulur:
“Benden once Allah ’ın gonderdiği her peygamberin, mutlaka ummetinden havĂ‚rîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sunnetiyle amel ederler, emirlerini de yerine getirirlerdi. Onlardan sonra oyle nesiller gelmiştir ki, yapmadıklarını soyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu gurûha karşı eliyle mucĂ‚hede ederse mu ’mindir. Kim onlarla diliyle mucĂ‚hede ederse o da mu ’mindir. Kim de onlarla kalbiyle mucĂ‚hede ederse o da mu ’mindir. Bunun gerisinde artık hardal tanesi kadar iman yoktur.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 80)
Kotuluk karşısında kalbin durumu cok onemlidir. Bunu gostermek icin Resûlullah şoyle buyurur:
“Yeryuzunde bir kotuluk işlendiği vakit, ona şahit olan kişi (elinden bir şey gelmediği takdirde) diliyle ve kalbiyle bunu cirkin gorurse, o kotuluğu gormemiş gibi zararından kurtulur. O kotuluğe şahit olmadığı hĂ‚lde, işittiği zaman memnun kalan kimse de, sanki şahit olmuş gibi mĂ‚nen zarar gorur.” (Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him, 17/4345)
Dorduncu hadisimizde, tebliğ vazifesinin ehemmiyeti ve ihmal edildiği takdirde butun toplumun zarar goreceği guzel bir misĂ‚l ile anlatılmaktadır.
Kotu insanların yaptığı yanlışlar ve işlediği gunahlar sebebiyle karada ve denizde fesĂ‚d zuhûr eder. CenĂ‚b-ı Hak kotuler uzerine belĂ‚ ve musibetler gonderir. Bunun netîceleri ise, insanların birlikte yaşadığı bir gemi mesĂ‚besinde olan dunya hayatına zarar verir. Şayet mu ’minler bu kotuluklere mĂ‚nî olmazlarsa, dunya uzerinde yaşayan butun insanlar zarar gorur. Ancak Muslumanlar cıkıp da iyilikleri yaygınlaştırır ve kotulukleri ortadan kaldırırlarsa, hem kendilerini hem de diğer insanları helĂ‚ktan kurtarmış olurlar.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“…Biz fenĂ‚lıktan menedenleri kurtardık; zĂ‚limleri de Allah ’a karşı gelmekten oturu şiddetli azĂ‚ba uğrattık.” (A ’rĂ‚f 7/165)
Yani kotuluklere engel olma gayreti icinde bulunmak, insanları kurtuluşa goturur. Tebliğ vazifesini terk etmek ise, zĂ‚limlerin cezasından hisse almaya sebep olur.
KOTULUĞU GORMEZDEN GELMENİN SONUCLARI Beşinci hadisimiz, kotulukleri gormezden gelmenin sebep olacağı acı netîceleri haber vermektedir. Gunahların artması karşısında gazaplanan CenĂ‚b-ı Hak, kullarını akıllandırmak icin, yaptıklarına karşılık ahirette vereceği cezanın bir kısmını bu dunyada tattırır. Boylece kullarının hatalarını anlayarak doğru yola gelmelerini murĂ‚d eder. Bu da iyi kotu butun insanlara zarar verir. Kotuluklerden sakındırmayan iyi insanlar da boylece cezalarını cekmiş olurlar. Başlarına belĂ‚ geldikten sonra Allah ’a dua ederler, ancak iş işten gectiği icin duaları kabul edilmez.
Kıtlık, kuraklık, tabiî Ă‚fetler, zĂ‚lim ve kotu kimselerin toplumların başına musallat olması, Muslumanlar arasında tefrikanın ortaya cıkması ve benzer musibetler, insanların başına gelen umûmî belĂ‚lardır. Bunlar da helĂ‚ke, cokuş ve yok oluşa sebeb olurlar. İyiliği emir ve kotulukten nehiy vazifesini ihmal eden veya terk eden toplumlar, bu belĂ‚ları hak etmiş demektir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ilĂ‚hî cezayı hak eden bir toplumdaki bozulmanın, tebliğ ve dĂ‚vet vazifesini terk etmekle başladığını, İsrĂ‚iloğulları ’ndan bir misĂ‚lle şoyle anlatmıştır:
“İsrĂ‚îloğulları ’ndaki ilk bozulma şoyle başlamıştır. Bir kişi, kotuluk yapan birini gorunce:
«Bak arkadaş! Allah ’tan kork ve bu yaptığından vazgec! Cunku bunu yapmak sana helĂ‚l değil!» diye uyarırdı. Ertesi gun o adamı aynı vaziyette gorduğunde onunla birlikte yiyip icmek ve yanında oturabilmek icin bir daha îkaz etmezdi. İşte o zaman Allah TeĂ‚lĂ‚ onların kalplerini birbirine benzetti.”
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu Ă‚yet-i kerimeleri tilĂ‚vet buyurdu:
“İsrĂ‚iloğulları ’ndan kĂ‚fir olanlar, DĂ‚vud ve Meryem oğlu İsa diliyle lĂ‚netlenmişlerdir. Bunun sebebi, soz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır. Onlar, işledikleri kotulukten birbirlerini vazgecirmeye calışmazlardı. Andolsun yaptıkları ne kotudur! Onlardan coğunun, inkĂ‚r edenlerle dostluk ettiklerini gorursun. Kendileri icin (Ă‚hirete) hazırladıkları şey ne kotudur: Allah onlara gazĂ‚b etmiştir ve onlar azap icinde devamlı kalıcıdırlar! Eğer onlar Allah ’a, Peygamber ’e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı kĂ‚firleri dost edinmezlerdi; fakat onların coğu yoldan cıkmış kimselerdir.” (MĂ‚ide 5/78-81)
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bundan sonra sozlerini şoyle tamamladı:
“Ya siz de birbirinize iyi şeyleri tavsiye eder, kotuluklerden sakındırır, zĂ‚limin zulmune mĂ‚nî olursunuz, yahut da Allah TeĂ‚lĂ‚ kalplerinizi birbirine benzetir, İsrĂ‚iloğulları ’na lĂ‚net ettiği gibi size de lĂ‚net eder.” (Bkz. Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him 17/4336; Tirmizî, Tefsir 5/6, 7; Beyhakî, es-Sunenu ’l-kubrĂ‚, X, 93)
Altıncı hadisimizde, bu tehlikeyi anlamak istemeyen kimselerin yanlış tefsir ettikleri bir Ă‚yet-i kerimeye temas edilmektedir:
“Siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz muddetce sapıtan kimseler size zarar veremez.” (MĂ‚ide 5/105)
Bazı insanların “Siz kendinizi duzeltin, başkaları sizi ilgilendirmez” şeklinde yanlış anladığı bu Ă‚yet-i kerime, aslında Muslumanları her turlu vazifelerini eksiksiz yapmaya dĂ‚vet etmektedir. Bunların icinde tebliğ vazifesi de yer almaktadır. Muslumanlar uzerlerine duşeni yapınca mesuliyetten kurtulur ve başkalarının yanlışlarından dolayı hesĂ‚ba cekilmezler. Cunku kimse kimsenin gunahını cekmez. Ancak tebliğ vazifesini ihmal ederlerse, işte o zaman Hz. Ebûbekir radıyallahu anh ’ın naklettiği hadisin tehdîdiyle karşı karşıya kalırlar. Aralarında gunahlar işlenip dururken, gucleri yettiği hĂ‚lde buna mĂ‚nî olmazlarsa, Allah TeĂ‚lĂ‚ yakın bir zamanda onlara mutlaka umûmî bir ceza gonderir.
ASHAB-I SEBT (CUMARTESİ HALKI) NEDEN HELAK OLDU? AshĂ‚b-ı Sebt ’in (Cumartesi halkı) hĂ‚li, bunun en guzel misĂ‚llerinden biridir:
İsrĂ‚iloğulları ’ndan olan AshĂ‚b-ı Sebt, Kızıldeniz kenarında Eyle Kasabası ’nda yaşıyorlardı. Cumartesi gunu butun işleri tatil edip ibadet etmeleri gerektiği hĂ‚lde, balık avlıyorlardı. Cunku cumartesi gunu balıklar onlara acıktan acığa suruler hĂ‚linde gelirdi. Balıklar, o gun kendilerine dokunulmadığını gordukleri icin boyle yapıyor, diğer gunlerde ise fazla gelmiyordu. Allah ’ın emirlerini hice sayan bu halk, cumartesi gunleri balıkların akın akın gelmesine imrendiler, hırslarını yenemediler ve balıkları avlamaya başladılar.
Bir muddet sonra halk ikiye ayrıldı:
Yasakları ciğneyen gunahkĂ‚r kimseler. Dindar ve hayırsever insanlar. Fakat dinine bağlı insanlar azınlıkta kalmış ve Ă‚silere soz geciremez, onları onleyemez olmuşlardı. NihĂ‚yetinde iyiler de kendi aralarında iki gruba ayrıldılar:
GunahkĂ‚rları yola getirmek icin uğraşıp didinen, her yolu ve usûlu deneyerek zahmetler ceken, nasihat eden, sonunda bıkarak umitsizliğe kapılan insanlar. Bunlar bir muddet sonra tebliğ vazifesini terk ettiler. Umitsizliğe kapılmadan, butun zorluklara ve zahmetlere tahammul ederek soz dinlemez halka vaaz ve nasihate devam eden mu ’minler. Bu fedĂ‚kar insanların sayısı cok az idi. Umitsizliğe kapılarak tebliğ vazifesini terk eden kişiler bunlara:
“−Ne diye kendinizi boşuna yoruyorsunuz? Nicin boş yere nasihat ediyorsunuz? Bu gunahkĂ‚rların laf anlayacağı yok, kac defĂ‚ soyledik dinlemiyorlar” diyorlardı. Sayıları az olan sĂ‚lih kişiler, bu menfî telkinlere aldırış etmeyip Ă‚hiretteki hesĂ‚bı duşunerek tebliğe devam ettiler.
Âyet-i kerimede bu durum şoyle ifade edilmektedir:
“İclerinden bir topluluk, «Allah ’ın helĂ‚k edeceği ya da cetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat edip duruyorsunuz!» dediği vakit, tebliğde bulunanlar; «Rabbinize mĂ‚zeret beyan edebilmek icin, bir de belki gunahlardan sakınırlar diye!» cevabını verdiler.” (A ’rĂ‚f 7/164)
Daha sonra, tebliğ vazifesine devam edenler, diğerlerine gelecek olan musîbet kendilerine de gelmesin diye aralarına bir duvar cektiler. Duvarın arkasındaki sesler kesilince, bir de baktılar ki, bir gecede hepsi birden maymuna donmuşler!.. Azaptan kurtulanlar maymuna cevrilen akrabalarını tanıyamasalar da onlar akrabalarını tanıyorlardı. Cezaya dûcĂ‚r olan bedbahtlar, azaptan kurtulan akrabalarının yanında bir muddet mahzun mahzun gezdiler. Akrabaları:
“–Biz sizi îkaz ederek gunahlardan sakındırmamış mı idik?” deyince, yaşlı gozlerle başlarını sallarlardı. Uc gun sonra da maymun şekline girmiş olan bu Ă‚sîlerin hepsi oldu.
Bazı mufessirler:
“Yasak gunde balık avlamayan, ancak bu emre itaat etmeyenlere herhangi bir îkaz ve nehiyde bulunmayıp susanlar da onlarla birlikte maymunlar hĂ‚line geldiler” demiştir. Bu durumda Ă‚yet, munkerden nehyetmeyenler hakkında vĂ‚rid olan en şiddetli îkazlardan biridir.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“İşte bu hĂ‚diseyi, o zaman hazır olanlara ve sonradan gelenlere ibret verici bir ceza, muttakîler icin de bir nasihat kıldık.” (Bakara 2/66)
İsrĂ‚iloğulları buzağıya taptıklarında, Hz. MûsĂ‚ aleyhisselam, doğru yoldan ayrılmayan Muslumanların bu kotuluğe mĂ‚nî olma hususunda yeterince gayret etmediklerini duşunmuş ve bu yuzden helĂ‚k edilmelerinden korkarak:
“(Allah ’ım!) İcimizdeki beyinsizlerin işledikleri (gunah) yuzunden bizi helĂ‚k edecek misin?” diye ilticĂ‚da bulunmuştur. (A ’rĂ‚f 7/155)
MUMİN KORKUSUZDUR Yedinci hadisimizde, insanlardan korkarak veya utanarak tebliğ vazifesinden geri durulmaması gerektiği hatırlatılmaktadır. Boyle bir davranışın, kişiyi kıyamet gunu hor ve hakîr kılacağı haber verilmektedir.
CenĂ‚b-ı Hak bu hususta peygamberlerini ornek gosterir ve şoyle buyurur:
“Onlar Allah ’ın gonderdiği emirleri tebliğ ederler, Allah ’tan korkarlar ve O ’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap gorucu olarak Allah (herkese) yeter.” (AhzĂ‚b 33/39)
Yine Kur ’Ă‚n-ı Kerim ’de Allah ’ın sevdiği ve Allah ’ı seven seckin kulların mu ’minlere karşı yumuşak, mutevĂ‚zı; kĂ‚firlere karşı onurlu, izzetli, şiddetli, cesûr ve kendilerinden emîn oldukları, Allah yolunda her şeylerini fedĂ‚ ederek calışıp gayret gosterdikleri ve bu hususta hicbir kınayıcının kınamasından korkmadıkları, insanların ayıplamasına aldırmadan İslĂ‚m ’a hizmet ettikleri ve kulların rızĂ‚sına değil Hakk ’ın rızĂ‚sına tĂ‚lip oldukları ovguyle beyan edilmektedir. (MĂ‚ide 5/54)
CenĂ‚b-ı Hak, mu ’minlere, gordukleri İslĂ‚m ’a aykırı davranışları duzeltme vazifesi vermiştir. Dînin yasakladığı bir şeyin yapıldığını goren mu ’min, Allah ’ın uzerindeki bir hakkı olarak orada doğruyu soylemeli, yanlıştan da vazgecirmeye calışmalıdır. İnsanların ayıplamasından veya kendisine bir zarar vermelerinden korkarak bir şey soylemezse, kıyĂ‚met gunu CenĂ‚b-ı Hak ona nicin iyiliği tavsiye etmediğini soracaktır. Kusurlu mu ’min insanlardan korktuğunu ifade edince, CenĂ‚b-ı Hak, bir mu ’minin her şeyden evvel Allah ’tan korkması gerektiğini hatırlatacaktır. Boyle bir hesapla karşı karşıya kalan Musluman, şuphesiz kendi kendini rezil etmekten başka bir şey yapmamıştır.
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh der ki:
Resûlullah ayağa kalktı ve insanlara hitapta bulundu. Sozleri arasında şunlar da vardı:
“Dikkat edin! İnsanlara karşı duyulan korku, hic kimseyi bildiği hakkı soylemekten menetmesin!”
Ebû Saîd radıyallahu anh bu hadisi naklettikten sonra ağlamış ve:
“–VallĂ‚hi hayatta bazı şeyleri gorduk de korkumuzdan dolayı bir şey soyleyemedik” diye hayıflanmıştır. (Tirmizî, Fiten, 26/2191; İbni MĂ‚ce, Fiten, 20; Ahmed, III, 5)
Tebliğ vazifesini ihmal eden mu ’minlerden CenĂ‚b-ı Hak hesap soracağı gibi, gunah uzere terk ettikleri kimseler de gelip onların yakasına yapışacaktır.
TEBLİĞİN ONEMİ Ebû Hureyre Hazretleri şoyle anlatır:
(AshĂ‚b-ı KirĂ‚m arasında şu hakikati) duyardık: KıyĂ‚met gununde bir kişinin yakasına, hic tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:
“–Benden ne istiyorsun? Ben seni hic tanımıyorumki!” der. Yakasına yapışan kişi de:
“–Dunyada iken beni hatĂ‚ ve cirkin işler uzerinde gorurdun de, îkaz etmez, beni o kotuluklerden alıkoymazdın” diyerek ondan dĂ‚vĂ‚cı olur. (Munzirî, et-Terğîb ve ’t-terhîb, III, 164/3506; RudĂ‚nî, Cem ’u ’l-fevĂ‚id, V, 384)
Şunu da ifade edelim ki, tebliğde bulunurken veya kotuluğu menederken, daha buyuk bir kotuluğe sebep olunmamalıdır. Kişinin bir kotuluğu eliyle veya diliyle değiştirmesi, kendisinin veya bir başkasının oldurulmesi gibi daha şiddetli bir fitneye sebep olacaksa, kalbiyle duzeltme yolunu tercih etmelidir. Cunku insanın, kendisini bile bile tehlikeye atması, dinimizce doğru kabul edilmemiştir.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimiz ’den Hayat Olculeri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
İRŞAD VE TEBLİĞ NEDİR?
PEYGAMBERİMİZ İNSANLARA NASIL TEBLİĞ EDİYORDU?