Değişimine ayak uydurmak icin soluk soluğa kaldığımız cağımızda; gozlerimiz ekranlara yapıştı Âdeta... Tv, bilgisayar, cep telefonu, tablet vs. sırayla resmi gecit yapıyor, biz de mecbûrî seyirci… Online oyunlar, whatsapp, instagram, twitler, paylaşımlar, mailler derken, sevdiklerimizin yuzune, gozlerinin icine bakmaya ne vaktimiz, ne de gozumuzde fer kalıyor!Gecen yaz mevsimiydi sanırım, araba vapurundaydım. Hareket ettiğimizde arabadan indim. Suslenmiş bir duğun arabası takıldı gozume. Gayr-ı ihtiyÂrî, şofor koltuğunda oturan damat ile yanında oturan geline kaydı bakışlarım… Evliliklerinin ilk gununde ne yapıyorlardı biliyor musunuz? İkisi de, butun dikkatlerini yoğunlaştırmış bir şekilde harıl harıl ellerindeki telefonla ilgileniyorlardı. Oylece kalakaldım bir sure; hÂl-i pur melÂlimizin bu carpıcı misali, icimi acıtmıştı. Haykırasım geldi dort bir yanıma:

“-Bu gidiş nereye?!” diye, ama sustum…

Tek kelime etmeden birbirlerinin yuzune bile baksalar, gozleri konuşurdu hÂlbuki, isteselerdi… Değil, ozel gunlerde; sevdiklerimizin yanındaki, bir gun belki de hasretle anacağımız kıymetli zamanları, hic uğruna kacırmamalı elden…

“Ehemmi (en onemliyi), muhimme (onemliye) tercih etmek gerek!” der ya buyukler; işte biz o onceliklerimizi kaybediyoruz, dostlar! Oncelikler, incelikleri de taşır bağrında… NezÂketimizin, zarÂfetimizin, beşerî munÂsebetlerdeki estetiğimizin bozulmasını; ozumuzden uzaklaşarak birlik ve beraberliğimizi, kardeşliğimizi kaybetmemizi isteyen cevreler tarafından sistemli calışmalar yapılıyor, nice yıldır…

Bizlerse şuurlu bir karşı duruş sergileyemiyor; kasırgadaki saman copu gibi savrulup duruyoruz. Değişimine ayak uydurmak icin soluk soluğa kaldığımız cağımızda; gozlerimiz ekranlara yapıştı Âdeta... Tv, bilgisayar, cep telefonu, tablet vs. sırayla resmi gecit yapıyor, biz de mecbûrî seyirci… Online oyunlar, whatsapp, instagram, twitler, paylaşımlar, mailler derken, sevdiklerimizin yuzune, gozlerinin icine bakmaya ne vaktimiz, ne de gozumuzde fer kalıyor! Bahsettiğimiz bu uğraşlar esnasında bozuk para gibi harcadığımız bakışlarımız, sevdiklerimize gıdım gıdım yoneliyor…

“Gozlerinin icine başka hayal girmesin,
Bana ait cizgiler, dikkat et silinmesin…”

CAĞLAR OTESİ SEVİYE

“Yuzunde goz izi var, sana kim baktı yÂrim?” diyen şarkılarımız, cok da eski tarihlere ait değil oysa… (Sahi, “bana ait cizgi”, “goz izi” de nedir, nasıl fark edilir ki?!)

Ummeti olmakla şeref duyduğumuz Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, “Biriyle konuştuğu zaman, onun yuzune bakardı.”[1] hÂlbuki… Bu nezaketi oyle cağlar otesi seviyedeydi ki, cocuklarla konuştuğu zaman da onların goz hizasına kadar eğilir, oyle konuşurdu.

Bu, 1400 kusur sene evvel yaşanmış destansı tablodan oyle uzaklaşmışız ki, boylesi davrananlar azın azı, tÂbiri cÂizse… İşte bu yuzden, o ender kişilerle karşılaştığımızda, gozumuz gonlumuz bayram ediyor. Bunun bir misalini, Doğan Cuceloğlu, Kaliforniya ’da Eyalet Universitesi ’nde oğretim uyesi olarak ders verirken yaşamış. Dikkatini ceken bir oğrencisinin Âilesiyle tanıştığında şaşkınlıklar icerisinde kalmış. Bunun ilk sebebi, oğrencisinin babasının torunlarıyla konuşurken dÂim onların goz hizalarına inmesiymiş. Adamın bu tabiî alışkanlığı, Doğan Cuceloğlu ’nun tuylerini diken diken eder; cok duygulanır. Bir iletişim uzmanı olarak ozeleştiri yapıp, mahcup hisseder kendisini…[2]

EFENDİMİZ EŞLERİN BİRBİRİNİN YUZUNE BAKMASINI TAVSİYE ETMİŞ

Konuşması kendisine vahyolunandan ibaret olan KÂinÂtın Efendisi -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, anne-babanın yuzune bakmayı ibadet saymış, eşlerin birbirinin yuzune bakmasını da tavsiye etmiştir. Maclar, haber ve tartışma programları vs. derken, bu guzelliklere, toplumu bir ve diri tutacak; bir vucudun ÂzÂları, bir duvarın tuğlaları gibi kılacak hasletleri yaşamaya zaman ayırmak, gittikce daha fazla zorlaşıyor.

İnsanlar, birbirine:

“-Sana doneceğim!” deyip de, sozunu tutmakta zorlanıyor, birbirlerinin ozel olarak hÂlini hatırını sormakta gucluk cekiyor, bu iletişim (!) cağında… Bir yuz ifadesi veya şekille duygu ve duşuncelerimizi ifade ederek kelimelerden ve zamandan tasarruf ederken; aslında neleri kaybettiğimizi de bir durup duşunebilsek ne guzel olur.

Oturup mis kokulu mektuplar yazalım diyemiyorum artık; ama gidilebilecek mesafelere mutlaka gidelim. Hasta kardeşimizin ellerini avuclarımızın icine alıp onu iyi gorduğumuzu soyleyelim. Yıllık tatillerimizi sıla-i rahim vesîlesi yapalım; arkadaş ve akrabalarımızın ozel ya da zor gunlerinde onlara en değerli hediyeyi, varlığımızı sunalım meselÂ… Vef şiÂrımız olsun, hobimiz olsun… Ve butun bunları, karşılık beklemeden, sadece Allah rızÂsı icin yapmanın gonul ferahlığıyla, meyvelerini gelecek nesillerin gormesi umudu ve duÂsıyla yapalım.

TOPLUMDA TEHLİKE SİNYALLERİ

Zira biz, Ummet-i Muhammed ’iz. SelÂmı yaymayı bize vazife olarak vermişken Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, bizler selÂm vermek icin bizi gorup fark edecek, kulağında kulaklık yoksa, selÂmımızı duyup alacak kişi sayısında ciddî bir duşuşun şÃ‚hitleriyiz bir yandan... Aynı apartmanı paylaşan insanların bile goz goze gelmekten kacınması, ciddî bir tehlike -sinyali demiyorum- “alarmı”!..

Sadaka vermeye -hÂşÃ‚- ihtiyacımız mı yok ki, tebessumu esirgiyoruz kardeşlerimizden; hatt en yakınlarımızdan? HÂlbuki tebessum etmeden soz soylediği gorulmuş mu Onderimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in, istisnÂî durumlar hÂric…

Deniz yıldızlarını can cekişmekten kurtarırcasına, fert fert silkinmeliyiz. Ustad Necip FÂzıl ’ın dediği gibi, sağımıza ve solumuza bakınmadan:

“-Ben varım!..” diyebilmenin kararlılık ve mucadelesini sergilemeliyiz. Hani bir kral:

“-Şehrimin ortasında sutten bir havuz olmasını istiyorum. Bunun icin halkımın her biri, bu gece bir miktar sut koysun havuza!” demiş de, ertesi gun havuz, sut değil, suyla dolmuş. Herkes aynısını duşunmuş cunku… “O kadar sutun icinde benim su koyduğum nereden belli olacak!” diye…

"ARTIK BU DEVİRDE OLMAZ!" DEMEMEK

Bu kadar asık suratlı, hayatın stresiyle canından bezmişcesine dolaşan kişi varken, ben mi tebessumumle değiştireceğim dunyayı, bir ben mi selÂm vereceğim, ustelik gormezden gelen insanlara vs. dersek; inancımızın, takvÂmızın kalitesi nerede kalır?“Sana gelmeyene sen git!” buyuran Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in eşsiz meziyetleri yolumuzu bir guneş gibi aydınlatırken, Kur ’Ân-ı Kerîm gibi mûcize bir rehberimiz varken, Avrupalının soğuk, duyarsız fotoğrafı Osmanlı torunlarının cehresinde iğreti duruyor. EvlÂtlık ve cÂriyelerin kırdıklarını tazmin edip onların haysiyetlerini korumak ve insana hizmet icin nice vakıflar[3] kuran ecdÂdımızı, Âdeta masal kahramanı gibi duşunup, “Artık bu devirde olmaz!” yollu cumleleri şuuraltımıza boca ettikce, haklı cıkarız Allah korusun…

Cığır acmak istîdÂdına sahipken, yapılmışları tekrar yaparak canlandırmaktan Âcizsek; sağlığımızın, gencliğimizin hakkını nasıl verebiliriz ki? Duyarsızlaşıp miskinleşmemiz uğruna plÂnlanan strateji ve oyunların tesirlerini uzerimizden ne kadar silkeleyebilir; bağımlılık ve alışkanlıklarımızın zincirlerini ne kadar kırabilirsek; Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in:

“-Yedi kere ne mutlu!.” (Ahmed bin Hanbel, Musned, V, 257) diye taltif ettiği ummetinden olmaya o kadar yaklaşabiliriz, inşÃ‚allÂh.

Rabbimiz, şeytan ve yardımcılarının ordinaryus profesor olduğu bu cağda, bizleri butun şerîrlerin şerrinden muhÂfaza etsin. Hakkı hak bilip uymaya, bÂtılı bÂtıl bilip kacınmaya muvaffak eylesin. Âmin.

[1] Ebû Nuaym, DelÂil, sh. 57.

[2] Yazının detayı icin bkz: Doğan Cuceloğlu, “O benim kahramanım!”, www.cocukaile.net.

[3] www.enfal.de/sosyalbilimler/v/001.html.

Kaynak: Didar Meltem Erdem, Şebnem Dergisi, 144. Sayı
İslam ve İhsan