İslam'ı tebliğ ederken nelere dikkat etmeliyiz? Dikkat edilecek hususlar ve uslup olarak nasıl bir yontem izlemeliyiz?“Bir torbayı doldurmaya calışırken, alttaki delikten boşaltmamak gerekir.” (Hazret-i MevlÂnÂ)

Her işin bir usûl ve erkÂnı olduğu gibi tebliğde de dikkat edilmesi gereken cok muhim esaslar vardır. Tebliği usûlunce yapmak, en az tebliğ kadar muhimdir. Zira yanlış bir uslûpla yapılan bir tebliğden, fayda beklemek mumkun değildir. Bu aynı zamanda ağır bir vebÂli de mûciptir. Zira kaş yapayım derken goz cıkarma tehlikesi vardır.

TEBLİĞDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN BELLİ BAŞLI HUSUSLAR

Tebliğde dikkat edilmesi gereken belli başlı hususlar şoyle sıralanabilir:

‒ Hakkı tebliğ ve hayra teşvik icin evvel hakkı ve hayrı doğru bir şekilde bilip yaşamak gerekir. Zira cÂhilin yaptığı tebliğ, hem uslûp hem de muhtev bakımından yanlışlarla dolu olur.

‒ Makbûl bir tebliğ icin, hassas bir gonle ve İslÂm ’ın guler yuzunu yansıtan mutebessim bir cehreye sahip olmak lÂzımdır. Ornek bir hayat yaşamak, rahmet sacan bir gonul diliyle konuşmak, nezÂket ve zarÂfeti hicbir zaman ihlÂl etmemek gerekir. Zira insanlar sertlik ve kabalıktan hoşlanmazlar.

Hazret-i MevlÂn buyurur:

“Bir kabahatin dolayısıyla seni azarladığı zaman baban bile, senin gozunde bir canavar gibi saldırıcı ve ısırıcı gorunur...”

“Bu hÂl, onun azar ve cefÂsından kaynaklanan derdin bir tesiridir. Yani babanın îkÂzı, senin iyiliğin icin olduğu hÂlde, ettiği azar ve cefÂ, onun gonlundeki merhamet ve acımayı sana canavar gibi gostermektedir...”

Kişi hangi gunahı ve sucu işlemiş olursa olsun, tebliğ ve davetten mahrum bırakılmamalıdır. Bir kayanın, hatt duvarın icinden bile nice ciceklerin ve ağacların cıkabildiğini duşunerek, hic kimseyi dışlamamak gerekir. Zira AllÂh ’ın rahmeti sonsuzdur.

Bu hususta en guzel orneğimiz Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’dur. Zira O;

Biricik kızı Hazret-i Zeyneb ’i deveden duşurerek vefÂtına sebep olan HebbÂr bin Esved ’e,

Mekke fethine kadar her turlu duşmanlığı yapan İkrime bin Ebû Cehil ’e,

Amcası Hazret-i Ham­za ’yı şe­hîd eden Vah­şî ’ye,

Hat­t amcasının ci­ğe­ri­ni hırs­la ısı­ran Ebû Suf­yÂn ’ın ka­rı­sı Hind ’e bile tebliğ ka­pı­sını ka­pat­ma­mış­tır.

Nitekim CenÂb-ı Hak, Mû­s -aleyhisselÂm- ’ı yok et­mek icin bin­ler­ce mÂsum yav­ru­nun kÂtili olan ve tanrılık iddiÂsında bulunan Firavun ’a karşı bile, yumuşak bir lisÂn ile tebliğde bulunulmasını emretmiştir.

PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V) NASIL BİR İZLERDİ?

Peygamber Efendimiz ’in genc bir yahudî komşusu vardı. Bu genc fen ahlÂklı biri değildi. Bir gun hastalandı. Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ashÂbıyla birlikte onu ziyarete gitti:

“−Allah ’tan başka ilÂh olmadığına ve benim AllÂh ’ın Rasûlu olduğuma şehÂdet eder misin?” diye sordu.

Genc, babasına baktı. Babası sukût etti, genc de sukût etti. Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- sualini ikinci, sonra ucuncu kez tekrar etti. Ucuncude babası:

“−Sana teklif ettiği sozu soyle!” dedi. Genc şehÂdet getirdi. Bir muddet sonra da vefÂt etti. Yahudîler ona sahip cıkmak isteyince Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“−Biz ona sizden daha yakınız.” buyurdu. Daha sonra Nebî -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- onu yıkadı, kefenledi, kokuladı ve namazını kıldırdı. (AbdurrazzÂk, Musannef, VI, 34-35)

‒ Nasihat veren kimse Âdeta sanatkÂr bir tamirci gibi olmalıdır. Tamirciye eşyanın bozuğu gelir. Eşya bozulmamış olsa veya tamirhÂneye getirilmese, o tÂmirci, mesleğini icr edemez. Bu yuzden bozulan eşyalar tamircinin nazarında bir nîmet gibidir. O hÂlde gunahkÂrları hakîr gormek, kucumsemek veya kapıdan kovmak cok yanlıştır. Gercek bir tebliğ eri, gunahkÂr kimseleri Âdeta yaralı bir kuş gibi gorup onları şefkat dolu yureği ve nÂrin elleriyle, urkutmeden, kacırmadan gonul sarayına almalı ve tedÂviye calışmalıdır.

Hicbir liyÂkatli doktor, hastasına; “Niye hasta oldun?” diye kızmaz. Onun cektiği ıztırap ve elemi goz onunde bulundurarak, vakit gecirmeden buyuk bir şefkat ve merhametle tedÂvisine yonelir. Kendini bu tedÂviyle mukellef gorur. İşte îmanlı bir genc de, cemiyet icinde hastahÂne koğuşlarını gezen bir doktorun hissiyÂtıyla yaşamalıdır. Bu hissiyat, davranışlara hÂkim kılındığında, yoldan cıkmışlar icin Âdeta bir can simidi olur.

‒ Tebliğci, muhÂtabının rûhuna nufûz edebilmek icin bir damar arayıp bulmak zorundadır. Zira her insanın meşrebi farklıdır, herkes aynı şeylerden etkilenmeyebilir.

Bu hususta soylenecek en ozlu soz ise Allah Rasûlu ’nun şu hadîs-i şerîfidir:

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız! Mujdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz!..” (BuhÂrî, İlim, 11)

Tabiî ki, dînin ozune zarar vermemek ve istikÂmetten ayrılmamak şartıyla...

MUSLUMAN BİR KARDEŞİMİZDEN ANEKTOT


Vaktiyle Avusturya ’da calışan bir kardeşimiz, bir hÂtırasını şoyle nakletmiştir:

“Ben bir zamanlar icki ve kumar muptelÂsı bir adamdım. Her gunum bir evvelki gunumden daha kotu olduğu hÂlde, kendimce gunumu gun ettiğimi sanıyordum. Daha sonra Avusturya ’ya işci olarak gittim. Yalnız orada da bu kotu huylarımı bırakmamıştım. Tabi ben bu vaziyetteyken, aynen Turkiye ’deki gibi cevremde bulunan ve beni bu hÂlimden kurtarmaya calışan, cÂmi cemaatinden, iyi niyetli ve temiz gonullu bircok insan vardı. Fakat onlar bana her nasihat edişlerinde, ben onları tersler ve nÂhoş ifÂdeler kullanırdım.

Bir gun yolda giderken birden gozlerim karardı ve ne olduğunu anlayamadan kendimi yerde buldum. Sonra gozlerimi hastahÂnede actım. Mide kanaması gecirmişim. Beni komşularım hastahÂneye kaldırmış. Yanımda hastahÂneye odeyecek tek kuruş param olmadığı gibi, icki ve kumar yuzunden bir hayli de borcum birikmişti. Bir muddet sonra ziyaretcilerimin geldiği soylenince şaşırdım. Acaba benim gibi yolunu şaşırmış birine kim gelmiş olabilir ki diye duşunurken odama girenler şaşkınlığımın bir kat daha artmasına sebep oldu. Cunku beni ziyarete gelenler, icine duşmuş olduğum cirkef Âlemden arkadaşlarım değil, oturmuş olduğum mahalledeki cÂmi cemaatinden insanlardı. Bana gecmiş olsun diyerek, once bir buket cicek ve ardından ihtiyacım olacağı duşuncesiyle getirmiş oldukları zarfı takdîm ettiler. Ben onların bu Âlicenaplığı karşısında mahcûbiyetten ne diyeceğimi bilemezken, kendilerinin, Âilemi de duşunduklerini ve ben iyileşinceye kadar Âilemin masraflarını da karşılayacaklarını soylediler. Benim, onların bu iyiliklerine, hoşgorulerine, musÂmahalarına karşılık yapabildiğim tek şey, sadece bir teşekkur etmek olmuştu.

HastahÂneden cıkar cıkmaz, soluğu cÂmi cemaatinin yanında aldım. Cunku onlar, bana zor gunumde yardımcı olmuşlardı. CÂmiye girdim, susuzluktan kavrulan bir insanın kana kana su icmesi gibi, ben de Rabbimin huzûrunda tevbe edip şukur secdelerine vardım. Nefsimi ıslah edip guzel bir mu ’min olabilmem icin du ettim. «Bu insanlara bu meziyeti kazandıran dînimiz ne guzelmiş.» diyerek dînimi oğrenmeye ve tatbik etmeye koyuldum.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Genclik , Erkam Yayınları
İslam ve İhsan