
Tasavvufu sadece raks, sema, zikir ayini gibi goren, kullar ile olan ilişkilerde fıkhın muamelatına uymayan kimseler sufilerin başıboşlarıdır ve ayette buyrulduğu uzere bunlar dini boş iş ve oyun eğlence haline getirmişlerdir. Zira nefis zevkin her turunu yaşamak ister, kendi şehvani arzularına set cekilmediğinde dine bile taraftar olur, ama boyle bir dindarlık gercekte nefsin elinde kole olmaktır.İslam ’da din anlayışı sadece ibadetlerden ve itikattan muteşekkil bir yapı değildir. İbadet ve itikada ilaveten insanın diğer insanlarla ve toplumla ilişkisi de İslam tarafından tum detayı ile bizlere ulaştırılmıştır. Laikleşme sureci bugun toplumun kafasında tum dinleri mistik bir hale getirmiştir. Yani din dediğin sadece ilahi ve deruni ibadet tarafı olan bir yapıdır, kulların kendi aralarındaki ilişkilere mudahale etmez, bunlar dunyevi konular olup insanlar kendi keyiflerince bu sahada kurallar koyabilirler.
HÂlbuki tarih boyunca Hak dinler insanlar arası her tur ilişkiyi hukuk boyutunda da ele almıştır. Ne var ki son birkac yuzyıldır ortaya cıkan sekuler ve materyalist anlayışlar sonucunda dinler insanlar arasındaki ilişkileri duzenlemekten vazgecmiş veya vazgecmek zorunda kalmıştır. Dini acıdan bu olumsuz gelişmelerde en buyuk rol din adamlarının hatalı tutumları, kendi heveslerine uyarak dinin ahkÂmı ile oynamalarıdır. Yahudilikte olduğu gibi din adamları muamelatı icinden cıkılmaz bir kurallar yığını hale getirmiş, Hristiyanlıkta olduğu gibi bazen de din sadece kiliseye hapsedilmiştir. Allah ’ın hakkı Allah ’a, Sezar ’ın hakkı Sezar ’a şeklinde ozetlenen bu anlayışta dinin muamelat tarafı buyuk oranda ortadan kaldırılmıştır.
TASAVVUF MUAMELATSIZ YAŞANAMAZ
İslam ne anlamsız kurallar yığını ne de hayatın dışında munzevi bir dindir, hayatı tum boyutları ile kuşatan son ve mukemmel dindir. Bizim ana konumuz olan İslam ’ın ihsan manasına tasavvufi boyutu muamelatsız yaşanamaz. Zira Peygamber Efendimiz toplumdan uzaklaşarak manastırlarda veya dağ başlarında din adına munzevi bir hayat şeklini yasaklanmış “La ruhbaniyyete fil İslam-Dinde ruhbanlık yoktur” buyurmuştur. Bu durumda tasavvuf yoluna girmiş olan salik alış-veriş, evlenme gibi her konuda insanlarla ilişkilerin kurallarını guzelce oğrenmeli ve hayatında uygulamalıdır. Muamelatı olmayan bir sufi duşunulemez.
Hz. Omer Efendimiz bir insanın dindarlığını olcerken onun muamelatına bakılmasını tavsiye eder. Zira iman kalptedir ve onun icinde ne olduğunu bilmek ancak Rabbimize mahsustur. Ama her kap icindekini sızdırdığından, kalpteki iman da etkisini uzuvlar uzerinde gosterecektir. Bu sebeple Hz. Omer (r.a): “Bir kimsenin kıldığı namaza, tuttuğu oruca bakmayınız, konuştuğunda doğru soyluyor mu? Kendisine bir şey emanet edildiğinde ona riayet ediyor mu? dunya ile meşgul olurken helal ve harama riayet ediyor mu? Ona bakınız.” tavsiyesinde bulunmuştur. Doğruluk, emanet gibi vasıfların tumu başkaları ile olan ilişkilerimizde ortaya cıkan davranış bicimleridir.
Dinlerin Allah ile olan ilişkiyi ibadet boyutunda duzenlemesini tum sistemler normal karşılar. Dinin oncelikle vazifesi budur ve en laik olan kimseler bile dinin bu yonune itiraz etmezler. Hatta sufilerin bu boyuttaki dindarlığına hayranlık ile bakar ve bunu teşvik de ederler. Bu hususta sıkıntı dinin muamelat konularını ele almasında ortaya cıkmaktadır. Biz bu yazımızda bu aşırılıklari sufilerin ve ozellikle İmam Rabbaninin verdikleri cevaplarla tahlil etmeye calışacağız.
"ONLAR DİNLERİNİ BOŞ İŞ VE OYUN EDİNMİŞ KİMSELERDİR"
Dinin muamelatını onemsemeyerek onu rituellere indirgeyen kesimlere sufiler ibahiyyeci ismini verirler. İbahiler ibadetleri kabul etmekle beraber bunun dışında her şeyin mubah olduğunu soyleyen kimselerdir. Bu tur kesimlere gore maazallah her tur haramı işlemek caizdir, şeriat avam icindir, arif sufi şeriat ile mukayyet değildir. Tasavvufun bu yorumu maalesef gunumuzde son derece teşvik edilen bir hayat tarzı haline gelmiştir. Zira kapitalist felsefe ile yaşayan insanlar toplum ve para ile olan ilişkilerinde dinin kurallarını menfaatlerine ters bulmaktadırlar. Durum boyle olunca muamelatı olmayan, sevgi, aşk, muzik ve sema bağlamında bir manevi hayat nefislerin hevasına son derece uygun duşmektedir. Bu tasavvuf anlayışında dinin yasakladığı icki, zina, faizin ya tumu veya bir bolumu tedricen normalleşmektedir. Tasavvuf insanın dış dunyasında değil, sadece kalbinde yaşadığı manevi hazlardır. İmam Rabbani bu tur sapık bir tasavvuf anlayışına temelden karşı cıkar. Ona gore haramları ve helalleri yani muamelatı belirleme işi sufilerin elinde değildir, sufi bu hususta dinin zahiri kısmının yukunu uzerine alan fakihlere uymak zorundadır, evet sufiler kalbin amelleri ile meşgul olurlar, riya, ihlas, rıza, tevekkul gibi kalp ile yapılan amelleri daha cok işlerler, ama bu sahayı aşarak muamelatı değiştiremezler:
Sufilerin uygulamaları bir şeyin helal veya haramlığı noktasında delil olmaz…Bu sahada muteber olan İmam Ebu Hanife ’nin, İmam Ebu Yusuf ’un ve İmam Muhammed ’in sozleridir. Şibli ve Ebu Huseyin Nuri (gibi meşhur sufilerin) sozleri değildir. Allah TeÂl hepsine rahmet etsin.
Bugunun bazı nakıs sufileri, sema ve raksı kendilerine din ve şeriat haline getirmişlerdir. Bu noktada şeyhlerinin uygulamalarını delil kabul etmişler ve bu işleri kendileri icin Hakk ’a ibadet olarak kabul etmişlerdir. “Onlar, dinlerini boş iş ve oyun edinmiş kimselerdir.” (Enam, 70)
İmam ’a gore tasavvufu sadece raks, sema, zikir ayini gibi goren, kullar ile olan ilişkilerde fıkhın muamelatına uymayan kimseler sufilerin başıboşlarıdır ve ayette buyrulduğu uzere bunlar dini boş iş ve oyun eğlence haline getirmişlerdir. Zira nefis zevkin her turunu yaşamak ister, kendi şehvani arzularına set cekilmediğinde dine bile taraftar olur, ama boyle bir dindarlık gercekte nefsin elinde kole olmaktır.
ŞUPHELİ ŞEYLERDEN UZAKLAŞMAK
Bu durumda İmam Rabbaniye gore tasavvufun amacı fıkhın emirlerini keyfimizce değiştirmek değil aksine onları severek, inanarak ve kolayca hayatımıza uygulamaktır:
Tasavvufun bir diğer maksadı da amelleri rahat ve kolay bir şekilde yapmak, nefs-i emmÂreden kaynaklanan tembellik, inat ve zıtlaşmaktan kurtulmaktır. (266. mektup)
İmam-ı RabbÂnî ’ye gore sufiler bırakın haram işlemeyi, harama duşmek korkusu ile mubahlardan bile uzak durmaya calışırlar. İmam Rabbaninin olculerinde tasavvuf, haram ve şuphelilerden kacmak dini takv ve ver makamında yaşamak, haram olmasa bile nefsaniyeti artırdığı icin mubahları azaltmaktır:
Mubahları işleme konusunda dizginleri gevşek tutmak insanı şupheli olanları işlemeye goturur. Mubahları, alabildiğine yapan kimse, şupheli olanları işlemeğe başlar. Bunlar ise, harama yakındır, ‘kim korunun etrafında dolaşırsa icine duşmesi an meselesidir.
Muamelat konusundaki başka bir yanlış tutum ise daha cok tasavvufa karşı olan kesimlerde gorulur. Bu kesimler dini tamamen zahire indirgerler, insanlarla olan ilişkilerinde sadece kuralların zahirine uyup kalbi ihmal ederler. Sufilerin muamelat ilmini organize eden fukahaya en ciddi eleştirileri buradan gelmektedir. Evet, Allah ve kullar ile olan ilişkilerimizde şekil cok onemlidir, ama ruh kaybedildiği zaman şekil tek başına fayda etmez. Kalbin eşlik etmediği bir muamelat bizi sadece bu dunyada kurtarır, ahirette bundan fayda goremeyiz. Hadiste de belirtildiği uzere ihlas olmaz ise başkalarına infakta bulunmak, insanlara ilim oğretmek hatta onlar icin can vermek bile Hak katında bir mana ifade etmez. HÂlbuki bu uc husus insanlar katında en şerefli işlerdir. Toplum icin para harcayan, onlar icin canını veren kimseden daha asil kim olabilir.
TASAVVUFTA MUAMELATIN FARKINDALIĞI
Nasıl ki bazı kesimler tasavvufun icini mistik ritueller ile boşaltmaya calışıyorsa, bazı ilim erbabı da fıkhın icini maneviyattan boşaltma hevesindedirler. İnsanlar arası ilişkilerde sevgi, merhamet, ihlas, irfan, husn-i niyet gibi konuları yok sayar isek fıkıh kuru bir kurallar butunu olur. Bu sığ anlayış o hale gelir ki bir Musluman başka bir Muslumana Allahu ekber diyerek silah cekebilir, diğeri de kelimi şehadet getirerek can verebilir. Bugun İslam Âleminde bir ur gibi kok salan bazı sapık hareketler maalesef dini kalp olmadan yaşama gayretlerinin beyhude sonucu değil midir? İşte tasavvuf dinin muamelat boyutuna bu farkındalığı getirir, Yaratandan oturu yaratılana sevgiyi tavsiye eder. İnsanlarla olan ilişkilerimizde Allah ’ın bizi gorduğunu bir an olsun unutmamamızı bize oğretir.
İmam Gazali İhyanın ilk bolumu olan ilm babında bu konuyu derinlemesine ele alır ve sahabenin bizden farkının fıkhı detaylı olarak bilmelerinde değil, dinin ruhunu anlamalarında yattığını ifade eder. Ashab dini ihsan boyutunda yaşadığı, kalplerini tezkiye ettikleri, ruhlarını tasfiye ettikleri icin ulaşılamaz mertebelere ulaşmıştır. Hatta tum mezhep imamlarımız da fıkhi bilgilerinden cok dini yaşamadaki hassasiyetleri, takva, vera ve nefis tezkiyesindeki onderlikleri ile imam olmuşlardır. Ne yazık ki daha sora gelen ilim erbabı kimseler mezhep imamlarının bu manevi-deruni boyutunu ihmal etmişler sadece onların fıkıh-muamele yonlerini one cıkarmışlardır. Boylece dini en guzel şekilde tum boyutları ile anlama manasına gelen fıkhın tefakkuh manası unutulmuş, dinin zahir-batın dengesi kaybolmuştur.
Netice olarak muamelat olmadan tasavvuf olamayacağı gibi tasavvufi derinlik olmadan da fıkıh ve muamele ilimleri olamaz. Allah Teala ’dan niyazımız bizleri her iki ilmi birleştirmeye nasip etmesidir. Amin.
Kaynak: Prof. Dr. Suleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 372. Sayı
İslam ve İhsan