
İnsan ne arzulaması veya neden korkması gerektiği konusunda bir yanılgı icindedir. İnsan olumden, yok olmaktan korkar. HÂlbuki esas bu dunyadan ve kendi bedenindeki hayvÂnî kuvvelerden korkmalıdır.“Sabırlı ol ey korkak! Senden once bu
yoldan gecen herkes senin durumundaydı...”
(Şeyh Attar)
Muzaffer Ozak Efendi Hazretleri bir hutbesinde: “Allah ’tan korkmak iki nevidir; birisi azÂbından ve celÂlinden korkmak, birisi de Hakk TeÂl bana kulum demezse, bana cemÂlini gostermezse diye korkmak ve kalbi titremektir ki, efdal olan da budur. Cehennem icin Hakk ’tan korkan, o Hakk ’tan korkmaz, nefsinin azÂba giriftÂr olacağından korktuğundan Hakk ’tan korktuğunu zanneder. Cennet arzusu ile Hakk ’tan korkanlar da Hakk ’tan korkmuş olmazlar zîr nefisleri cenneti arzu eder. Buna binÂen, ne cehennem korkusuyla Hakk ’dan kork, ne cennet umîdiyle Hakk ’dan kork, ‘Allah bana kulum demezse ’ diye kork! Ondan cekin” buyurmuştu.
KORKMALIYIZ FAKAT KİMDEN? Korkmalıyız; fakat korkumuz Allah yolundan sapmaktan, O ’nun rızasını ve memnuniyetini kaybetmekten, rahmetinden ve bağışlamasından mahrum kalmaktan, O ’na olan yakınlığı kaybetmekten olmalıdır. Korkmamız gereken şey, ehl-i dalaletin ve kufrun zihinlerimizi bulandırmaya ve bizi doğruluk yolu olan sırat-ı mustakimden saptırmaya calışmaları olmalıdır. Kulaklarımıza hic durmaksızın vesvese vererek, kalbimizi, bilincimizi tahrip etmeye uğraşarak calışmaya devam eden şeytanın gizli işlerinden korkmalıyız. İnsan ne arzulaması veya neden korkması gerektiği konusunda da bir yanılgı icindedir. İnsan olumden, yok olmaktan korkar. HÂlbuki esas bu dunyadan ve kendi bedenindeki hayvÂnî kuvvelerden korkmalıdır.
KORKULARLA YUZLEŞME Korkularla yuzleşme, acı cekme ve hastalıklara direnme gibi bizi olgunlaştıran ve dirayetimizi arttıran amellerde bulunmuyoruz. Aksine herhangi bir zorlukla yuz yuze gelmekten korkuyoruz, kacmaya başlıyoruz. Bugunlerde maddi doyumsuzluklar icinde kalan, anlamsız, mekanik ve narkotize olmuş bir toplum haline geldik. Zulme karşı durma yeteneğimiz koreldi. Nefsini terbiye edebilme kabiliyetimiz azaldı. Direniş ve diriliş gucumuz iflas eşiğine duştu. Sevme kabiliyetimizi yitirdik. Tevbe ve istiğfÂr edemez olduk. Cihadı bir yaşam tarzı haline getiremiyoruz. Halbuki fıtratımız Kur ’an-ı Kerim ’de de buyrulduğu gibi; “Biz insanı zorluklarla mucadele edecek yetenekte yarattık” uzeredir. (Beled, 4). Tam tersi nurdan korkar hale geldik ve karanlığı tercih etmiş olduk.
BAŞKA KAPI YOK Muslumanlar olarak bizler de başımıza herhangi bir sıkıntı geldiği zaman gecici cozumlere meyletmeye başladık. Ozellikle buyuk şehirlerde anti depresan kullananların sayısı gun gectikce artmakta. Allah ’ın bize sunduğu sabır ve secde ilacını kullanmayı hic duşunmeden kendimizi kimyasal bir kirlenmeye maruz bırakıyoruz. Mu ’mine yakışan, bir imtihan ile karşılaştığında psikiyatri kapısını calmak değil, Allah ’ın verdiği imtihandan yine Allah ’a iltica etmektir. Kur ’an-ı Kerim ’de; “Allah ’tan başka sığınılacak melce yoktur.” (Tevbe, 118) buyurulur. Aslında, ne ruh hastasıyız ne depresyondayız. Hastalığımız; tembelliğimiz, hazımsızlığımız, guvensizliğimiz, tatminsizliğmiz, itaatsizliğmiz, ilgisizliğmiz, sorumsuzluğumuz, şuursuzluğumuz, cehalet ve gafletimizdir. Asıl rahatsızlığımız; diğer insanlarla dertleşmemek, sırf kendi derdimizle meşgul olmamızdır.
HAVF VE RECA ARASINDA OLMAK “Kabz” (darlık verme) gonlun manevi sıkıntıyla daralması, ve “Bast” (genişlik verme) gonlun manevi lutufla genişlemesidir. Kur ’an ifadesiyle; “Genişleten de daraltan da Allah ’tır.” (Bakara, 245) Dunya hayatında insan umit ve korku, acı ve huzur, zorluk ve selamet, ızdırap ve guven halleri arasında gider gelir. Şu Rasûlullah Efendimizin aleyhissalatu vesselam verdiği haberlerdendir: “Kalpler Rahman ve Rahîm olan Allah ’ın iki parmağı arasındadır; onu halden hale cevirir, nasıl bir şekil isterse ona onu verir.”
Umit ve korku insanın manevî yolculuğundaki daimî arkadaşlarıdır. Hz. Enes radiyallahu anh anlatıyor: “Rasûlullah aleyhissalatu vesselam olmek uzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?” O, “Ey Allah ’ın Rasûlu, Allah ’tan umidim var, ancak gunahlarımdan korkuyorum” diye cevap verdi. Rasûlullah aleyhissalatu vesselam da şu acıklamayı yaptı: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde umit ve korku birleşti mi, Allah o kulun umit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.” MevlÂn Hazretleri bu konuda; “Biri buğday ekerse, elbette buğday biteceğini umit eder. Fakat yine de Allah esirgesin; bir afet bir zarar gelmesin diye icinde bir korku vardır. Bundan anlaşılır ki, korkusuz umit yoktur. Umitsiz bir korku, yahut korkusuz bir umit asla tasavvur olunamaz” buyurmuştur.
Umit ve korku, aşk ve korku birbirinden ayrılamaz. Kişi Allah ’a yaklaştıkca, O ’ndan daha fazla korkar ve O ’nu daha fazla sever. Allah ’ın nazarı altında olduğunu hissettiğinde, hal ve hareketlerinde daha fazla ciddileşir, yoğunlaşır ve muhabbet artar. Butun problemlerin cozumu, kişinin kalbinden dunyayı cıkarması ve kalbini Allah ile doldurmasıdır. Haşr Sûresinde Ehl-i beyt-i Mustafa ve Ashab-ı Kiram şoyle tarif edilmektedir; “Hayır olarak verdikleri dunyalık nimetlere karşı kalplerinde en kucuk istek duymaz, gozleri arkalarında kalmaz ve boyle bir şeyi iclerinden dahi gecirmezler. Muhtac oldukları halde başka ihtiyac sahibi kardeşlerini tercih ederler.” (Haşr, 9)
Korku, dunya sevgisinden doğar. Hazreti Peygamber aleyhissalatu vesselam; “Dunya sevgisi butun kotuluklerin başıdır”, “Kalbi dunya sevgisiyle sarıp sarmalanan kişi, uc kotu duruma maruz kalır; devamlı ve rahat ettirmeyen bir meşguliyet, bitmeyen bir muhtaclık asla sonu gelmeyen boş istek ve arzular” buyurmuştur.
Dunyayı boşayabildiğimizde, unsiyetimizi, manevi terakkimizi ve ebedi hayatiyetimizi o derece artırabiliriz. Daha buyuk bir takva, aşk hazinesi ve ilÂhî farkındalık kazanılır. Ali bin Ebî TÂlib şoyle buyurmaktadır; “Gecici ve kıymetsiz olan dunya karşısında nefsini olduren kişi, kıymetli ve ebedî olan ahiret hayatı icin nefsini diriltmiş olur.”
Korkularımızdan emin olmak icin aşk dolu bir teslimiyet gerekir. Teslimiyet aşkıyla yıkanmış, pişmanlık gozyaşlarıyla yıkanmış bir gonul tertemiz olur ve Allah ’ın ilÂhî Cemalini muşahede eder ve “Goz aydınlığım bana namaz verilmiştir” buyuran sevgili Efendimiz aleyhissalatu vesselam ’in yaşadığı ilÂhi hazları yaşar.
Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 2020-Kasım, Sayı:417
İslam ve İhsan
Dunyayı Sevip Ahireti Bırakıyoruz