
Muflis; iflÂs eden, malını mulkunu batıran (kimse) anlamına gelir.Gunumuzde borclanmaktan korkulmadığı icin hemen hemen herkes borclanmayı adet haline getirmiştir. Halbuki borclu kimse o almış olduğu miktarı odemekle mukelleftir.
Borclanan kimse almış olduğu nesneyi odemek icin hayli sıkıntılara duşer, huzurunu kaybeder, kendisinde rûhi ezginlikler gorulur, hatta sıhhatinden bile olur. Bazan odeyebilir, karşılığını temin edemez ise, odeyemez. Mahcûb duşer, itibarını gaip eder.
MUFLİS KİMDİR BİLİYOR MUSUNUZ?
Ebû Hureyre radıyallahu anhden, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
Bir kimse kardeşinin haysiyetine yahut malına haksız olarak saldırmış ise, altın, gumuş bulunmayan gunden (kıyametten) once onunla helÂllaşsın. Aksi halde yaptığı zulum nispetinde, onun iyi amellerinden alınıp, hak sahibine verilir. İyiliği yoksa, hak sahibinin gunahından alınıp haksızlık eden adama yukletilir, buyurdu. (BuhÂrî ’den secmeler, MezÂlim, 10)
Bir seferinde de buyurmuştur ki:
– Biliyor musunuz, muflis kimdir? Oradakiler
– Bizce muflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.
Bunun uzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şoyle buyurdu:
– Benim ummetimin muflisi o kimsedir ki, kıyÂmet gununde namaz, oruc ve zekatla gelir, fakat şuna sovmuş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını akıtmış ve şunu dovmuş, bundan dolayı onun iyiliklerinden, anılan adamların her birine verilir. Uzerinde olan haklar odenmeden iyilikleri tukenirse, hak sahiplerinin gunahları o kimseye yukletilir. Sonra o kimse cehenneme atılır. (Riyazu ’s-SÂlihin, c. 1, 266, 267)
EKMEĞİ TUZA BANANLAR
Bir ahbabımız vardı. Muhtelif hoca efendilerden dini ders almış. Arapcası kuvvetli olup, tefsir, hadis, fıkıh bilgilerine vukûfiyeti vardı.
Zaman geldi, evlendi, coluk cocuk sahibi oldu. Kendisi Konya ’nın bir koyundendi. Nevşehir ’e yerleşmiş, kendisine muftilikten vaizlik vazifesi verilmişti.
Otuzbeş-kırk sene kadar evvel maaşlar cok cuz ’i bir olcude idi. Ona rağmen vaiz Osman efendi, hayatını maaşına gore ayarlamış, hic maddî sıkıntı cekmiyor, kimseye el acmıyor, icab ettiği zamanlar ekmeğini tuza banarak katık etmesini biliyordu.
O kadar mustağni, gonlu zengin idi ki, oradaki zenginler, bunun ihlÂs ve cocuklarını yetiştime kabiliyetini bildikleri icin yavrularının bilgi sahibi olmaları icin, onu tercih ediyorlardı.
O buyuk şevk ve gayret ile Allah ’ın rızÂsını gozeterek, onları red etmiyor, cocuklarla alÂkadar oluyordu.
Okuma ucreti diye bir şey almıyor, “bizim hocalarımız oğrettikleri icin bizden karşılık almamışlardı” cevabını veriyordu. Boyle olunca Allah TeÂl kendisinden razı oluyor ve halka da kendisini sevdiriyordu.
BekÂr iken gezmeyi cok severdi. Şehirden şehire kasabadan kasabaya seyahat ederdi. Durduğu yerde duramaz, bu gun burada yarın şurada vakit gecirirdi.
On beş sene kadar olmuş Osman Efendi adeta gaiblere karışmıştı. Kendisinin nerede olduğundan haberimiz olmuyordu.
Yolumuz Nevşehir ’e uğramıştı, gelen ahbablarımız meyanında, Osman Efendi de ziyaret kastı ile cıka geldi.
İSTANBUL ’A GELMEYİŞİNİN SEBEBİ
Herkes ayrılmış, Osman Efendi ile yalnız kalmıştık. Osman Efendiye uzun zamandır İstanbul ’a gelmeyişinin sebebini sordum. Cevaben dedi ki:
– Elhamdulillah rahatım cok iyi, coluk cocuğa karıştık. Ben bu şartlarla İstanbul ’a gelecek olursam, bir aylık maaşımı harcamak icab edecek. Şayet harcar isem, borclanacağım da. Bu sefer huzurum kacacak. TelÂş sıkıntı her yerimi saracak. Allah ’ın verdiği bu huzuru kaybetmemek icin buradan ayrılmamayı tercih ediyorum. Cunku borclanmadaki vebali biliyorum.
Sonra işittim ki Osman Efen­di ’nin bu feragatkÂrane hizmetlerini goren, civar halkı kendisine bir daire alıyorlar. Kendisi kabul etmek istememiş ise de, onların ısrarları uzerine sonunda muvÂfakat ediyor. Huzur icinde hayat gecirirler inşaallah.
Kaynak: SÂdık DÂnÂ, Altınoluk Sohbetleri-3. s. 197-199
İslam ve İhsan