MevlÂn HÂlid Hazretleri ’nin dergaha gelişi ile gidişi arasındaki fark, ne kadar buyuktu. Abdullah Dehlevî Hazretleri, bu guzîde talebesini bizzat yolcu etti. Hatt MevlÂn HÂlid Hazretleri ’nin butun mahcûbiyet ve edebine rağmen Hazret-i Pîr, atının uzengisini tuttu ve bu aziz talebesini kendi elleriyle ata bindirdi.Halîfe ve talebeleriyle birlikte onu dort millik mesÂfeye kadar uğurladı. Ardından yanındakilere:

“–HÂlid, her şeyi aldı, goturdu.” buyurdu.

Boyle bir uğurlayışla Bağdat ufuklarına doğru yol alan MevlÂn HÂlid Hazretleri, gectiği kasaba ve koylerde hakkı ve hayrı tebliğ etmeyi ihmÂl etmiyordu.[1]

HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri ’nin irşad halkası hızla genişledi. Her taraftan, hatt uzak diyarlardan buyuk Âlimler de dÂhil olmak uzere pek cok kişi feyz almak icin yanına gelmeye başladı. DergÂh-ı şerîfi dolup taşıyordu. Bir taraftan grup grup gelen insanları irşÃ‚d ediyor, diğer taraftan da tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf ilimlerini tedris ediyordu. Boylece hem buyuk muctehidlerin, hem de evliyÂ-i kirÂmın zikirlerini ihy ediyordu.[2]

O gunlerde, Bağdat vÂlisi Said Paşa ziyaretine gelmişti. Gordu ki, bircok buyuk Âlim dahî sessiz bir şekilde ve başları onlerine eğik, Âdeta hizmetciler gibi edeple huzûrda oturmaktalar. O sırada iceri giren MevlÂn HÂlid Hazretleri ’nin heybetini gorunce diz cokup titremeye başladı. Kısık bir sesle du taleb etti. MevlÂn HÂlid Hazretleri de ona husn-i hÂtimesi, yani son nefesini îmanla verebilmesi icin du edip şu nasihatte bulundu:

“KıyÂmette herkes kendi nefsinden suÂl olunur. Sen ise nefsinden ve emrin altında olanların hepsinden suÂl olunursun. Bunun icin Hak TeÂl ’dan ziyÂdesiyle kork! Cunku onunde oyle bir gun var ki, o gunun korku ve dehşetinden analar, sut emen yavrularını unuturlar. HÂmile olanlar, korkudan vakitsiz doğururlar. İnsanları sarhoş gorursun. HÂlbuki onlar sarhoş değildir, ancak Allah TeÂl ’nın azÂbı cok şiddetlidir.”

Bu îkaz ve irşÃ‚d ifÂdeleri uzerine Said Paşa ’nın titremesi arttı ve yuksek sesle ağlamaya başladı. Şeyh Hazretleri kalkıp mubÂrek elini Paşa ’nın boynuna koydu ve beraberce mescide bitişik olan zÂviyelerine gectiler.[3]

ALİMLERİN İNTİSAB ETTİĞİ ALLAH DOSTU

MevlÂn HÂlid Hazretleri, sayısız talebe yetiştirmiştir. Talebelerinin ona olan teslîmiyet ve bağlılıkları ise takdîre şÃ‚yandı. Nitekim Bağdat muftusu Es‘ad Sadruddîn Hazretleri, Âlimlerin şeyhi, Bağdat vÂlisi ve vezir Davud Paşa ’nın ustÂdı olduğu hÂlde şoyle derdi:

“Eğer hocam MevlÂn HÂlid Hazretleri bana: «–Şu sut tenceresini başının ustune al da carşı-pazar dolaşarak satıver!» diye emir buyursalar, hic tereddut etmeden emirlerine tÂbî olur ve bir coban gibi sut satardım!”[4]

Şeyh Ali Suveydî de, ilim meclislerinde:

“MevlÂn HÂlid Hazretleri zÂhir ve bÂtın ilimlerinde sonsuz bir deryÂ, biz ise bir damlayız.” derdi.[5]

HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri ustÂdı Abdullah Dehlevî Hazretleri ’ne yazdığı mektubunda, nice eser te ’lif etmiş olan geniş ilim sahibi yuz Âlimin icÂzete elverişli hÂle geldiğini, ayrıca beş yuz buyuk Âlimin de kendisinden Nakşî yolunun esaslarını tÂlim ettiğini ifÂde buyurmuştur.[6]

Yuksek derece ve ilimlerine rağmen Bağdat Âlimlerinin MevlÂn HÂlid Hazretleri ’ne gelip itaat ve intisÂb etmeleri, ondan başkasına muyesser olmayan bir lûtf-i ilÂhîdir. Ancak fazîlette yukselen herkesin karşısına Âdeta onu imtihan sadedinde mutlak cekemeyenlerin cıkması gerceğine binÂen, MevlÂn HÂlid ’i de kıskananlar oldu. Hatt onu kotulemek icin iftirÂlarla dolu bir kitap bile yazdılar. Ancak MevlÂn HÂlid Hazretleri onların iftir ve ithamlarına asl iltifat etmeyip karşılık bile vermedi. Aksine onlara dÂim iyi davrandı ve hayır duÂlarda bulundu. BÂzı Âlim talebeleri bu kitaplara reddiyeler yazdılar.[7]

İFTİRA ATANIN BAŞINA GELEN MUSİBET

İstanbul ’daki hasetcilerden biri olan saray nÂzırlarından Mevlevî HÂlet Efendi de, MevlÂn HÂlid ’in şohret ve îtibÂrını cekemiyordu. NihÂyet bir gun fırsatını bulup onu pÂdişÃ‚ha cekiştirdi ve:

“–SultÂnım! On binlerce adamı var. Bu hÂl, devlet ve saltanat icin ciddî bir tehlikedir. Takdîr edersiniz ki, tehlike daha fazla buyumeden ortadan kaldırılması zarurîdir.” dedi.

Sultan Mahmud Han da:

“–Bu mubÂrek ehl-i dînden devlete zarar değil, bilÂkis buyuk fayda vardır.” cevÂbını vererek HÂlet Efendi ’nin sozune kıymet vermedi.

MevlÂn HÂlid Hazretleri, hÂdiseyi işittiğinde kendi şahsına değil, hizmetinde bulunduğu mÂnevî yola ve ondan feyz alan sayısız mu ’mine zarar verebilecek bu iftirÂdan dolayı son derece mahzun oldu. SultÂna hayır-du ettikten sonra:

“–HÂlet Efendi ’nin işi, mÂnen, pîri CelÂleddîn-i Rûmî Hazretleri ’ne havÂle olundu. Bizzat Hazret-i MevlÂnÂ, onu huzûruna celbedip cezÂsını verecektir.” buyurdu.

Bunun uzerinden kısa bir muddet gecmişti ki, Mora İsyÂnı ’na sebep olduğu icin HÂlet Efendi Konya ’ya suruldu ve ardından da îdÂm edildi.[8]

Gorulduğu uzere Allah dostlarına eziyet verip rakik kalplerini incitmek, gayretullÂh ’a dokunup kişiyi azÂba dûcÂr eder. Nitekim bir hadîs-i kudsîde bu hakîkate şoyle işÃ‚ret edilmektedir:

“Her kim Ben ’im velî bir kuluma duşmanlık ederse, Ben ona karşı harp îlÂn ederim…” (BuhÂrî, Rikāk, 38)

CenÂb-ı Hak kimi zaman boyle gÂfillerin cezÂsını bu dunyada verip onları insanlara ibret kılar; kimi zamansa -ilÂhî imtihan sırrına binÂen- onların cezÂsını Âhirete tehir eder.

Hak dostları ise, kendilerine karşı kusur işleyenler, hatÂlarını anlayıp ozur dilediklerinde derhal ozru kabul eder, bunu asla bir izzet-i nefs ve gurur meselesi yapmazlar. Hatt sırf şahıslarını alÂkadar eden, ummete zarar verme ihtimÂli bulunmayan kotuluklere bile iyilikle mukÂbele ederler. Nitekim Ârif ve Âşık gonullerde mustesn bir yeri olan HallÂc-ı Mansûr ’un taşlanırken:

“YÂ Rabbî! Benden evvel, beni taşlayanları affet!” diye yalvararak buyuk bir gonul îsÂrı sergilemesi, bunun sayısız misallerinden biridir.

KENDİSİNE EDEPSİZLİK YAPANA KIZMAYIP TEBESSUM ETTİ

Yine buyuk evliyÂullah ’tan BahÂuddîn Nakşibend Hazretleri de kendisine karşı edepsizlik yapan birine kızmayıp, onu tebessumle karşılamıştı. Fakat o edepsizliği yapan kimse buyuk bir derde duşup helÂk olacak duruma geldi. HatÂsını anlayıp tevbe etti. Nakşibend Hazretleri, o adamın evinin onunden gecerken iceri girip hÂl-hatırını sordu. Ardından da:

“–Allah TeÂl şif vericidir, korkma, iyileşirsin inşÃ‚allah!” dedi.

O kimse bu soz uzerine buyuk bir nedÂmetle:

“–Efendim! Size karşı edepsizlik ettim, hatırınızı incittim, beni affediniz.” dedi.

Bunun uzerine BahÂuddîn Nakşibend Hazretleri buyurdu ki:

“–Kalbimiz o zaman incindi. Fakat şu anda gonul aynası tertemiz. İyi bil ki, murşidlerin kılıcı, kınından cıkmış yalın bir kılıctır. Ama murşid, merhamet sahibidir; kimseye kılıc vurmaz. İnsanlardan sadece belÂsını arayanlar gelip kendilerini o kılıca carparlar.”

VelhÂsıl, HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri ’ne hased eden bÂzı kimselerin menfî propagandalarına rağmen, etrafındaki muhabbet hÂlesi CenÂb-ı Hakk ’ın lûtfuyla gunden gune daha da genişledi. Oyle ki nice Âlim ve Ârif zÂtlar dahî onun tÂlim ve terbiyesine mazhar olabilmek icin can atıyordu. Kısa zamanda sayısız murîd ve pek cok halîfe yetiştirdi. Buyuk Hanefî fakîhi İbn-i Âbidîn ile Rûhu ’l-MeÂnî adlı tefsîrin muellifi Âlûsî de onun halîfelerindendir.

Ruslara karşı yirmi dort sene şan ve şerefle harp eden Kafkas cengÂveri İmÂm ŞÃ‚mil de, bu silsilenin berekÂtındandır. Şunu bilhassa ifÂde etmek gerekir ki, daha boyle nice mucÂhid serdarlar yetiştiren tasavvuf, bÂzı gÂfillerin iddi ettikleri gibi kendini toplumdan tecrid edip bir kenara cekilmek değil, zÂhirî ve bÂtınî cihÂdı muştereken yuruten ulvî bir dinamizmdir.

DİPNOTLAR

[1] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 132-133.

[2] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 136, 138.

[3] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 134-135.

[4] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 137; Hasan Şukru, a.g.e, s. 232.

[5] Hasan Şukru, a.g.e, s. 249.

[6] Abdullah Dehlevî, a.g.e, s. 47, no: 32; s. 83, no: 73; Raûf Ahmed, Durru ’l-MeÂrif, s. 70.

[7] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 133; Hasan Şukru, a.g.e, s. 212.

[8] İbrahim Fasîh, a.g.e, s. 151; Hasan Şukru, a.g.e, s. 245.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan