
Musa Topbaş (k.s.) Efendinin 1987 yılında Altınoluk Dergisi'nde yayınlanan "Cemiyet Hayatımızda 60 Yıllık Edep Farkı" yazısını sizler icin alıntıladık.
COCUKLUĞUMUN ERENKOYU Takriben yedi sekiz yaşlarında idim. Cocukluğumun Erenkoy'unde gecmesi bakımından, o zamanın bilhassa Erenkoy'undeki halkın birbirlerine karşı, samimiyet, muhabbet ve nezaketlerini duşunduğumde, gunumuzle mukayese eder de, cok uzulur ve muteessir olurum.
TEK BİR AİLE GİBİ Samimi bir aile fertleri gibi herkes birbirini candan ciddi olarak severdi, birinin neş'esi hepsinin neş'esi, birinin kederi hepsinin kederi olurdu. Duğunlere, derneklere herkes iştirak eder, gonul hoşluğu ile hoş, guzel gunler gecirilirdi. Hastalar ziyaret edilir, tatlı soz, guler yuzlerle kederi izale edilirdi. Gariblere, yoksullara darda kalmışlara gonul hoşluğu ile Allah rızası icin, herkes elinden geldiği kadar yardımda bulunurdu.
Zenginlerin kesesi fakirler hesabına daima acıktı. Doktorlar bir baba şefkatiyle hastaları muayene ederler. Cok zaman fakirlerden para almazlar, icab ederse ilac parasını ceplerinden oderlerdi. Yangın olduğunda o zamanın tulumbacıları ve kulhanbeyleri bile harekete gecer, yıldırım hızıyla uzak semtlerden gelirler, sondurme hususunda yardımcı olurlardı.
Bu fedakar insanların hatırlarına, mal calması kotuluk etmek gibi en ufak bir şey gelmezdi. Bu gibi yardım ve hizmetler farz-ı ayn telakki edilirdi. Aynı semtte bir cenaze vukuunda butun mahallenin halkı iştirak ederler, en yakın ahbabları gibi uzulurler, cenaze evini teselli ederler ve o kederdîde eve gunlerce yemek taşırlardı.
CEMİYET HAYATIMIZDA 60 YILLIK EDEP FARKI - SESLİ -1 EDEB VE EDEP Herkes birbirine karşı saygılı idi. Nezaket nezaket, edeb gene edeb sezilirdi. Şimdiki gibi bilgisiz okur yazarlar yerine, ummî bilgili, gorgulu, hatırşinas insanlar cokdu, yaşlı ile genc, zengin ile fakir kardeş sayılırdı. Zenginler de mutevazı insanlardı. Yedikleri, ictikleri, giydikleri ile oğunmezler, verenin Hak Celle ve ala Hazretleri olduğunu bildikleri icin, şukurleri boldu, israftan kacarlar, birikenlerle fakirleri, dulları, yetimleri korurlar. Evlenemeyen genclere evlenme hususunda maddî manevî yardımda bulunurlardı. İctimaî İslÂmî yardımda bulunmaktan buyuk zevk alırlardı.
HASETSİZ, GIYBETSİZ BİR TOPLUM Hasedcilik, cekememezlik, gıybetcilik gibi kotu hareketlerde kimse bulunmazdı. Şayet boyle bir şeye cur'et edecek olursa muhataplarından ters tepki husûle gelebileceğini bilir, halkın nazarında itibardan duşmekden korkardı.
Farzdan sonra en muhim ibadetin (mu'minlerin gonullerini almak) olduğunu bilirlerdi, ağızlarından hep tatlı, ruhu teskin edici sozler sarf edilirdi.
Kimse, kimse ile cekişmez, uğraşmazdı, kimse kimseyi kucumsemez, hor gormezdi. Kucukler buyukleri sayar, buyukler de kucuklere karşı şefkatle muamele ederlerdi. Ananın babanın bir dediği iki olmazdı, yani ebeveyne karşı tam bir itaat edilirdi.
Buyukler de kucuklere karşı dikkatli olup, onların yanında hafif hareketlerde bulunmazlar idi ki, şımarmasınlar, istikbalin ciddi vakarlı, mutevazı insanları olsun diye.
HİZMETCİNİN HUKUKU Evin hizmetcisine, cok guzel muamele edilir, nezaketli davranılır, aynı sofrada yemeklerini yerler, kendilerine tahsis edilen aynı temiz odalarda yatarlardı. Onlar da bu guzel muamele karşısında, kendilerini evin aslî bir ferdi sayarlar, tembel tembel bir kenarda oturmayıp istikamet uzere hizmet ederler, kat'iyyen başka bir kapıya gitmek hatırlarından gecmezdi. Hatta boyle bir teşebbus cok ayıp ve nankorluk sayılırdı.
Hizmetkar genc ise evlendirilir, yaşlı ise ancak cenazesi o kapıdan cıkardı.
CEMİYET HAYATIMIZDA 60 YILLIK EDEP FARKI - SESLİ -2 COCUK TERBİYESİ Cocuk terbiyesine cok onem verilir, tıka basa her istediği yedirilmez, luzumsuz arzuları yerine getirilmezdi. Bu şekilde cocuk her istediğinin yapılmıyacağını bilir, uysallık tarafına meylederdi. Daima dinî, millî, ictimaî telkinat yapılır, guzel ahlaklı, hayalı, durust olarak yetiştirilmelerine gayret sarf edilirdi.
YUVADAKİ SAADET Aile fertleri, muayyen zamanda hep beraber buyuk bir muhabbet icinde yemeklerini yerlerdi. Anne ayrı, baba ayrı, cocuklar ayrı ayrı saatlerde yemezlerdi. Akşamdan sonra ekseriyetle evde kalınır, bazen akraba, ahbab ziyaretlerine hep beraber gidilir, bazan da misafir gelirse onlara guler yuz, tatlı dille ikramlarda bulunurlardı. Evde kalındığı zaman da cocukların anladığı şekilde hasbihaller yapılırdı.
Cocuklar izinsiz olarak hic bir yere gidemezler, izin aldıklarında da soz verdikleri saatte evlerine donerlerdi.
YERLİ MALI DUYGUSU Caddelerde "vatandaş, yerli malı kullan" diye levhalar asılı olurdu. Yerli sanayi tekamul etmediği halde her vatandaş yerli malı kullanırdı. O zamanki mamuller, cins bakımından bugunku kadar iyi değildi. Bilhassa erkek kumaşları yerli yunden imal edildiği icin kaba ve sertdi. Buna rağmen herkes seve seve yerli kumaş giyerdi. Yerli malı giymek, kullanmak iftihar vesilesi idi. Tek tuk yabancı malı kullananlar olurdu. Onlar ayıblanır adeta onlara vatan haini gozuyle ba-kılırdı.
Bugunku yerli mamulleri her bakımdan kaliteli, en iyi cinsden olmasına rağmen, gerek dış propagandaların tesiri, gerek bugunku halkımızın ruhî, dinî, millî cokuntusu bakımından istenilen rağbeti gormuyor dış memleketlerden gelen hatalı, curuk mallar dahi kapışılıyor, daha yuksek fiyatlara almakda beis gorulmuyor.
FAKİR BİLE TASADDUK EDERDİ İsraf, savurganlık diye bir şey yokdu. Herkes butcesini, gelirine gore ayar ederdi.
1943 senesinde idi, Muhterem faziletli hocam Mustafa Asım Yoruk'u bir gun cok neş'esiz gordum. Sebebini sorduğumda dedi ki:
Evladım, halkın bu israfı daha ne kadar devam edecek? Evvelce az maaşlılar, fakirler bile iktîsad, tasarruf kaidesini nefislerînde tatbik etdikleri icin, hem maddî yani para sıkıntısına duşmezler, hem de biriken az parayı, kendilerinden daha fakir olanlara tasadduk ederlerdi. Bu suretle hem darlığa duşmezler hem de kimseye el acmazlardı. Hem de Sertacu'l-Enbiya-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretlerinin:
Yarım hurma ile dahi olsa cehennem azabından korununuz! hadis-i şerîfine imtisal ederlerdi.
Hatta memurlar derece ve sınıflarına gore giyim eşyası, yağ, sabun ve saire alırlardı. Mesela, az maaşlı bir memur, yuksek maaşlı memurun kullandığını kullanmaz, yediğini yemez, giydiğini giymezdi. Fakat mes'uddular, mureffeh idiler, buyurdular.
Halbuki 44 sene evvel bugunku şımarıklığın, hazımsızlığın, yarışmanın yuzde biri bile yokdu, muhterem bugunku vaziyeti gormuş olsaydı, dili tutulur, soz edemezdi.
O ZAMANIN KULHANBEYİNDEN NEZAKET DERSİ Maddecilikden uzak bir hayat yaşadıkları icin ruhî sıkıntılar gorulmuyordu, hele o avam telakki edilen tulumbacılar, kulhanbeyler, balıkcılar, arabacılar ve emsali zumre o kadar nazik bir lehce ile konuşurlar idi ki tarifi mumkun değil. Keşke hayatta olsalardı da bugunku cemiyet insanlarının, kaba, haşin, duygusuz hareketlerini gorselerdi de nezaket, terbiye, adab-ı muaşeret dersi verselerdi. Konaklardaki, yalılardaki bahcıvanlar dahi vakarlı, ciddi, emniyetli insanlardı. Hem bahceleri zevki-selîm uzere tanzim ederler, hem de vekil-i harclık ederlerdi.
PİERRE LOTİ'NİN HAYRANLIĞI Gunluk satışını yapan esnaf, muşterinin diğer esnaf dan alışveriş ettiğine uzulmez, bundan bilakis bir gonul rahatlığı ve huzur duyar.
Cunku herkes birbirini yapmacık olarak sevmez, ciddi ve samimiyetle severdi.
O devri İstanbul'da geciren meşhur Fransız edibi Pierre Loti, dini, kulturu, ırkı başka olduğu halde İstanbul'daki yaşayan Turkler'in, İslÂmî, nezih ahlak ve adablarının hayranı olmuş daima yazılarında bu duygularını tasvir etmişdir. Der ki:
- Musluman Turklerin o hayatları kelimenin tam anlamı ile bir başka dunyadır. Dunyanın başka hic bir evinde, bir erkek hanımına bu derece saygılı ve hayran olamaz;bu gerceğin sırrı; Turk evinin kadını tarafından hazırlanışındadır. İddia ederek soyluyorum: Bir Musluman Turk evinde odalar bile, ozel ve maksatlı bir renk ahengi ve doşeme uslubu ile hazırlanmışdır.
Evin sahibesi olan kadının giyinişi, başındaki ortuden ayaklarında bulunan nefis işlemeli kumaşlı terliklere kadar ahenk icindedir. Kadın evine o kadar duşkun temizliğine o kadar meraklı, kocasının ev hasretini giderecek oylesine bir zeka ve eğitime sahiptir ki, evin erkeği akşam uzeri, buyuk bir hasretle kapıdan girer. Kadının temizliği maddî planda bir cicek kadar safdır. Bu madde temizliği kadının ruh temizliğinden gelir. O kadın icki, kumar ve dış dunyayı bilmez
KADIN DUNYASI UZERİNE Bu yazıdan şu hususlar anlaşılmaktadır:
1. O zamanın kadınlarının modayı takib etmekden ziyade, zevki-selim sahibi oldukları anlaşılmaktadır. Halbuki Cenab-ı Hak her kulunu ayrı şekilde yaratmış, kimi kısa, kimi uzun, kimi şişman kimi zayıf, kimi esmer, kimi kırmızı, kimi sarı, birine yakışan, diğerine yakışmaz, zevkler sonsuzdur. Bu zevkler deryasını bırakıpda, moda diye acaib kıyafetlere girmek ne kadar guluncdur, bilgisizlikdir, anlayışsızlıkdır.
2. Hakiki temizlik, ruhdan akıb gelen saf temizlikdir. Bu ruhî temizlik olmadan maddî temizlik bir şey ifade etmez. Ruh temizliği ile maddi temizliği beraber yurutmelidir.
5. Dış dunyayı bilmiyen bir kadın, tecessus illetinden de kurtulmuş olur. Evinde mes'ut bir hayat yaşar, gonlunu Cenab-ı Hakka, saniyen de, kocasına, cocuklarına bağlar, zihnini fuzulî şeylerden koruduğu icin rahatdır, kaygısızdır, huzurludur. Dolayısiyle ahlaklıdır. Boyle olunca yuvasının hurmete şayan, şerefli bir unsuru olur.
KOŞKLER VE İNSANLAR Koşkler ve yalıların sahibleri ekseriyetle seciyeli muteber insanlardır. Bu binalardan fakir olsun zengin olsun herkes istifade ederdi. Selamlık kısmında evin efendisi, harem kısmında da evin hanım efendisi bulunur, misafirleri ağırlarlar, ikram ederlerdi.
Misafirlerin giriş, cıkış zamanları belli idi.
Gelişi guzel saatlerde kimse kimseyi rahatsız etmezdi. Gerek evin hanımı gerek efendisi nukteli sozler, leziz yemekler guler yuzle misafirleri oyalarlar, tatlı anlar gecirtirlerdi. Herkes birden konuşmaz, yalnız faideli mevzular konuşulur, malumat sahibi, hurmete şayan olanlara soz hakkı verilirdi. Konuşulan konular ya dunyevî ya da uhrevi olurdu. Malayani hic bir işe yaramayan sozler sarfedilmezdi. Mesela "Dun fazla kacırdım da midem alt ust oldu. Terzi elbisemin yakasını yine oturtamadı, filancanın elbisesi ne kadar gulunc olmuş" gibi. Herkes zevki-selim uzere giyinirdi. Fakat giydiği ile yediği ile oğunmezdi. Misafirlerin bir kısmı evin bazı hizmetini ustlenirdi.
Memleket duşman işgal kuvvetlerinden yeni kurtulmuş, zahiren cok fakir duşmuşdu. Gıdasızlıkdan zaafiyet hastalıkları artmış di. Keseler, cebler bomboştu. Fakirlik her yonden hukum suruyordu.
Buna rağmen bu yokluk, kimseyi yeise, uzuntuye sevketmiyordu. Cunku duşman cizmelerinden sıyrılınmışdı. Allah TeÂl Hazretlerine şukurler ediliyor, gonuller huzurlu olup herkes şen ve şatırdı.
Bugun refah icinde sıkıntı, ruhî darlıklar, kederler olduğu gibi, o gunlerde tersine olarak maddî darlık yokluklar icinde gonul rahatlığı vardı.
İŞGAL SONRASI VE BUGUN Bugun helal haram demeyip, mal toplama yerine o gunlerde kanaat vardı. Herkes kendisinden evvel, komşusunun, yakınlarının menfaat ve rahatını duşunurdu. Aile hayatında erkek ailesini taltifkar lakablarla cağırır, kendisine layık olan nezaket ve şefkati gosterirdi. Allah'ın emirlerini beraberce noksansız olarak ifa etmeğe say u gayret ederlerdi.
EVİ CENNET YAPAN Evin hanımı da kocasına karşı cok itaatli idi. Olur olmaz şeylere itiraz etmez her hususda kocasına yardımcı olurdu. Kocasının alamıyacağı şeyler icin ısrar etmezdi. Bu sebeble butcelerinde acık olmaz, malî sıkıntıya duşmeden mes'ud ve bahtiyar bir şekilde omurlerini idame ettirirlerdi. Giyim ve ev eşyaları itina ile kullanılır, eskidi diye hemen atılmaz, değiştirme sevdasına duşulmezdi.
(Evini cennet yapan dişi kuştur) tabiri daimi kullanılırdı. Kendileri musrif olmadıkları icin cocuklarına da aynı duyguyu aşılarlardı.
Bu duyguyu alan cocuğun daimi cebinde para bulunur israf edip vara yoğa harcamadığı icin, hem de kimseden odunc istemez, elindeki ile fakirlere acımakla kalmayıp onlara elinden gelen yardımı yapabilirdi.
Kaynak: SÂdık DÂnÂ, Altınoluk Dergisi, Sayı: 18
İslam ve İhsan