
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri “MĂ‚nevî hĂ‚ller, şerîate bağlıdır; şerîat hĂ‚llere bağlı değildir. Cunku şerîat sağlam ve kesindir, doğruluğu vahiyle sĂ‚bittir. HĂ‚ller ise zannîdir, keşif ve ilhamla sĂ‚bittir.” buyururarak bununla birlikte, şer ’î esaslara riĂ‚yetle birlikte yapılan zikir ve tefekkurlerun de cok fazîletli olduğunu belirtiyor.Muslumanların hayatına pek cok bid ’at ve hurĂ‚fenin girdiğini buyuk bir ıztırapla muşĂ‚hede eden İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri AllĂ‚h ’ın hukumlerinin tekrar hayata gecirilmesi icin buyuk gayret sarf etti. Sohbetlerinde, mektuplarında ve eserlerinde sık sık bu hususa temas edip şoyle buyurdu:
“Şerîatin uc kısmı vardır: İlim (akāid ve fıkıh), amel ve ihlĂ‚s (tasavvuf). Bu ucu gercekleşmeden şerîat tahakkuk etmez. Şerîat ne zaman yaşanırsa, işte o zaman butun dunyevî ve uhrevî saĂ‚detlerin uzerinde olan CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sı kazanılmış olur. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur: «…AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı en buyuktur…» (et-Tevbe, 72) Şerîat, butun dunyevî ve uhrevî saĂ‚detleri temin etmektedir. Şerîatin otesinde, ihtiyac duyacağımız başka bir gĂ‚ye yoktur. Sûfîlerin teksîf olduğu tarîkat ve hakîkat ise, şerîatin hĂ‚dimleridir. Bunlar şerîatin ucuncu kısmı olan ihlĂ‚sı tamamlarlar. O hĂ‚lde bunları elde etmekten maksat, şerîati tamamlamaktır, yoksa şerîatin otesinde başka bir şey değildir.
MANEVİ İLİMLER
Seyr u sulûk esnĂ‚sında sûfîlere verilen hĂ‚ller, ilhamlar, mĂ‚nevî ilim ve mĂ‚rifetler, asıl maksat değildir. BilĂ‚kis onlar, tarîkat cocuklarının terbiye edildiği vehimler ve hayĂ‚llerdir. Butun bunlardan gecip, sulûk ve cezbe makamlarının nihĂ‚yeti olan rızĂ‚ makĂ‚mına ulaşmak gerekir. Cunku tarîkat ve hakîkat menzillerini aşmanın gĂ‚yesi, rızĂ‚ makĂ‚mına ulaşmak icin lĂ‚zım olan ihlĂ‚sın tahsilinden başka bir şey değildir.”[1]
İnsan icin ilim zarurîdir. LĂ‚kin ilmin, kulu takvĂ‚ya, yani Allah korkusuna erdirmesi ve mĂ‚rifetullĂ‚h ’a goturmesi lĂ‚zımdır. Zira Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“...Kulları icinde ancak Ă‚limler Allah ’tan (hakkıyla) korkarlar...” (FĂ‚tır, 28)
Kul, ilmiyle amel etmelidir, ancak amelleri de ihlĂ‚sla yapması îcĂ‚b eder. Zira ameller ancak ihlĂ‚sla kabûl edilir. Zunnûn-ı Mısrî Hazretleri şoyle buyurur:
“Butun insanlar oludur, Ă‚limler bundan mustesnĂ‚dır. Butun Ă‚limler uykudadır, ilmiyle Ă‚mil olanlar bunun dışındadır. İlmiyle amel edenlerin de aldanma ihtimĂ‚li vardır, ancak ihlĂ‚slılar mustesnĂ‚dır. İhlĂ‚slılar da (dunyada her an) buyuk bir tehlike ile karşı karşıyadırlar…”[2]
HĂ‚sılı ilim, amel ve ihlĂ‚s, birbirini tamamlayan unsurlardır.
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri, şerîat ile tasavvufun birbirinden farklı olmadığını anlatmak icin BahĂ‚uddîn Nakşibend Hazretleri ’nin şu sozunu naklederdi:
“Seyr u sulûk ’ten maksat, icmĂ‚lî (ozet) olan bilgiyi tafsîlĂ‚tlı hĂ‚le getirmek, delil ile bilineni keşif ile bilmektir.”[3]
Buna gore tarîkat, şerîatin hakîkatine ulaşmaktır, yoksa şerîat ve hakîkatten farklı bir şey değildir.[4] BĂ‚tın, zĂ‚hirin tamamlayıcısı ve kemĂ‚le erdiricisidir.[5] Bu sebeple şerîatin zĂ‚hirine ve Ehl-i Sunnet Ă‚limlerinin icmĂ‚ına (uzerinde ittifak ettikleri hukumlere) aykırı olan keşifler, kabûle lĂ‚yık değildir.[6]
Nitekim İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri şoyle buyururdu:
“MĂ‚nevî hĂ‚ller, şerîate bağlıdır; şerîat hĂ‚llere bağlı değildir. Cunku şerîat sağlam ve kesindir, doğruluğu vahiyle sĂ‚bittir. HĂ‚ller ise zannîdir, keşif ve ilhamla sĂ‚bittir.”[7]
İKİ ŞEYDE GEVŞEKLİK GOSTERME!
“Bir vakit farz namazı cemaatle edĂ‚ etmek, binlerce cile doldurmaktan daha fazîletlidir. Bununla birlikte, şer ’î esaslara riĂ‚yetle birlikte yapılan zikir ve tefekkurler de cok fazîletli ve ehemmiyetlidir.”[8]
“Yavrucuğum! Vakitlerimizi dĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ı zikretmeye harcamalıyız. Alışveriş bile olsa, yuce şerîate uygun olarak yapılan her iş zikir kabûl edilir. O hĂ‚lde butun hĂ‚l ve hareketlerimizde şer ’î hukumlere riĂ‚yet edelim ki bunların hepsi zikir sayılsın. Zira zikir, gafleti bertaraf etmektir. Ne zaman butun fiillerimizde İslĂ‚mî emir ve nehiylere uyarsak, işte o zaman emir ve nehiylerin sahibinden gĂ‚fil kalmamış ve O ’nu dĂ‚imĂ‚ zikretmiş oluruz.”[9]
“Ey kardeşim! İki şeyde gevşeklik olmadıkca mesele yoktur. Birisi; şerîat sahibi Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in izinden gitmek, diğeri de (seni irşĂ‚d eden) şeyhe karşı ihlĂ‚s ve muhabbet. Bu ikisi varken binlerce karanlık cokse zararı yoktur. Fakat -Allah muhĂ‚faza buyursun- bu iki şeyden birinde noksanlık zuhûr ederse, kişi dĂ‚imî zikir ve murĂ‚kabe hĂ‚linde olsa bile bu, husran ustune husrandır. Zira onun zikir hĂ‚li, bir istidrĂ‚cdır ve Ă‚kıbeti de kotudur. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya cĂ‚n u gonulden yalvararak bu iki hususta sebat ve istikĂ‚met taleb etmek gerekir. Cunku bunlar, işin aslı ve kurtuluşun ana sermĂ‚yesidir.”[10]
Yine İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri şer ’î ilimleri oğrendikten sonra tasavvufa yonelmeyi tavsiye ederek şoyle buyurur:
“Îtikad ve amele dĂ‚ir iki kanat elde ettikten sonra, Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın lûtuf ve inĂ‚yetiyle takvĂ‚ ehli kişilerin yuce yoluna girmek îcĂ‚b eder. Bu yola girmenin gĂ‚yesi, îtikad ve amel hususunda bildirilenlere ilĂ‚vede bulunmak veya onların hĂ‚ricinde yeni bir şeye ulaşmak değildir. Zira boyle bir şey, ayak kaymalarına goturen, asıl maksattan uzak beklentilerdendir. Tasavvufa girmekten maksat ise, îtikādın şek ve şuphe ile sarsılmaması icin yakîn ve itmi ’nĂ‚n kazanmaktır… CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur: «…ÂgĂ‚h olun, kalpler ancak AllĂ‚h ’ı zikretmekle tatmin olur!» (Ra‘d, 28)
Tasavvufa girmenin bir diğer maksadı da, sĂ‚lih amelleri rahat ve kolay bir şekilde yapabilmek ve nefs-i emmĂ‚reden kaynaklanan tembellik, inat ve zıtlaşmayı yok etmektir.
Sûfîlerin yoluna girmekten maksat, gayb Ă‚lemine Ă‚it birtakım sûretleri ve şekilleri muşĂ‚hede etmek, keyfiyete bağlı olmayan bĂ‚zı renkleri ve nurları gormek de değildir. Zira butun bunlar, oyun ve boş işler sınıfına dĂ‚hildir. Gorunen Ă‚lemdeki nurların ve sûretlerin ne kusuru var ki, insan bunları bırakıp da, birtakım riyĂ‚zet ve mucĂ‚hedeleri yaparak gayb Ă‚lemine Ă‚it sûretleri ve nurları gormeyi arzulasın! İki Ă‚lemdeki sûretler ve nurlar da CenĂ‚b-ı Hakk ’ın yarattığı şeylerdir ve Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın varlığının delillerindendir.”[11]
“ZĂ‚hirimizi şer ’î olculere uygun şekilde tezyîn ettikten sonra amellerimize gaflet bulaşmaması icin bĂ‚tınımıza yonelmeliyiz. Zira bĂ‚tın desteği olmadan zĂ‚hirimizi şer ’î hukumlere uygun hĂ‚le getirmek cok cetin bir iştir.
Âlimlerin vazifesi fetvĂ‚ vermektir. EhlullĂ‚h ’ın işi ise ameldir. BĂ‚tına ehemmiyet vermek, zĂ‚hire de ehemmiyet vermeyi îcĂ‚b ettirir. BĂ‚tınla meşgul olurken zĂ‚hiri ihmĂ‚l eden kimse zındıktır. Onun elde ettiği bĂ‚tınî hĂ‚llerin hepsi istidrĂ‚cdır. BĂ‚tınî hĂ‚llerimizin sıhhatini gosteren en iyi olcu, zĂ‚hirimizin şer ’î olculere gore tanzim edilmesidir. İstikĂ‚met yolu işte budur.”[12]
HĂ‚sılı zĂ‚hir ile bĂ‚tın birbirini tamamlayan iki unsurdur. Biri olmadan diğeri dĂ‚imĂ‚ noksandır.
DİPNOTLAR
[1] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 206, no: 36.
[2] Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, V, 345.
[3] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, I, 346, no: 84.
[4] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, Ma‘Ă‚rif-i Ledunniyye, s. 71, 25. kısım.
[5] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, I, 219, no: 41.
[6] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MukĂ‚şefĂ‚t-ı Ayniyye, s. 29.
[7] Kişmî, a.g.e, s. 197-212; Ebû ’l-Hasan en-Nedvî, a.g.e, s. 182-188.
[8] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, II, 105, no: 260.
[9] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, II, 540, no: 25.
[10] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, II, 551, no: 30.
[11] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, II, 174, no: 266.
[12] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, a.g.e, III, 87-88, no: 87.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan