İman kufur, hak ve batıl mucadelesi ilk insanla birlikte başlamış ve kıyamet gunune kadar devam edecektir. Her peygamberin karşısında bir zorba ya da zorbalar yer almıştır. Tarihin belli bir evresinde yaşanan “Ashab-ı Kehf”...
İman kufur, hak ve batıl mucadelesi ilk insanla birlikte başlamış ve kıyamet gunune kadar devam edecektir. Her peygamberin karşısında bir zorba ya da zorbalar yer almıştır. Tarihin belli bir evresinde yaşanan “Ashab-ı Kehf” kıssası da bu mucadelenin onemli orneklerinden biridir. Ozellikle bu kıssa, toplumun ıslahı ve kotuden iyiye doğru değişimi icin guzel bir ornektir. Toplumsal ıslahı ve değişimi gercekleştirmede rol alan figurler kadar mucadelede takip edilen yontem de cok onemlidir. Cunku bu kıssanın ozunde değiştiricilerin nitelikleri ve değişimin dinamikleri uzerinde durulmaktadır.
BATILIN KARŞINDA 7 YİĞİT GENC Tevhit mucadelesinin tarihinde değiştiriciliği temsil eden hak/iman ehli; zayıf, mazlum, mahrum, takip edilmiş ve kovuşturulmuş olan kimselerdir. BÂtıl/kufur ehli ise, guclu, hÂkim, baskıcı, zorba ve dinî ozgurluklere karşı tahammul gostermeyen bir odak olarak on plana cıkan kimselerdir. Ashab-ı Kehf kıssasında anlatılanların durumu da boyledir. Ashab-ı Kehf adı verilen ve Kur ’an ’da “fet” kavramıyla ifade edilen bu gencler, inanclarını yaşama ve yayma ozgurluğu olmayan, insanın insana kulluk ettiği ve şirkin butun yonleriyle kurumlaştığı bir donemde yaşamışlardır. Devrin zalim iktidarı, tevhidi bir yaşam bicimi olarak secen muminleri davalarından vazgecirmek icin akla hayale gelmeyen cok ağır cezalar ongormuştur. Onların bu işkence yontemleri Kur ’an ’da şoyle anlatılır: “…onlar sizi ele gecirirlerse ya taşlayarak oldururler yahut kendi dinlerine dondururler.” (Kehf, 18/20.)
Bu ayette “millet” kavramının gecmesi cok anlamlıdır. Millet kelimesi, ummet ve din manasına gelir. Sozlukte; din, şeriat ve millet denilen kelimeler, aynı şeylerdir. Millet, cemiyet hÂlindeki bir topluluğun etrafında toplandığı ve uzerinde yuruduğu, diğer bir tabirle cemiyet ruhunun tabi olduğu, cemiyet varlığının bağlı bulunduğu değerler bağlamında hukmedici prensipler ve bu prensipleri kabul edenlerin yoludur. Bu manada haktan ayrılmama ve tek Allah ’a inanma konusunda Âlem olmuş olan millet-i İbrahim tabiri, İslam milletini temsil ederken; haktan ayrılma ve coklu tanrı anlayışına sahip olanlara da kufur milleti adı verilir. Burada Ashab-ı Kehf, millet-i İbrahim ’i temsil ederken toplumun inancına savaş acmış, insanları Allah ’a kulluktan kendilerine cağıranlar da kufur milletini temsil etmektedir.
Tevhit inancını savunan Ashab-ı Kehf gencliği hakkında Kur ’an-ı Kerim ’de “fet” sozcuğunun coğulu olan “gencler, yiğitler” manasına gelen el-fitye sozcuğu kullanılmıştır. (Kehf, 18/10.) Bilindiği gibi “fet” sozcuğu; genc, yiğit, comert; aynı kokten tureyen futuvvet ise, genclik, kahramanlık ve comertlik anlamına gelir. Futuvvet din dilinde; insanları, dunya ve ahirette kendi nefsine tercih etmek manasına gelir. Futuvvet ahlakının temelini “İslam kardeşliği” oluşturur: “Muminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 49/10.) Bu kardeşliğin ozunde iman birliği vardır. Hasbiliği temel ilke edinmiş olan bu kimseler, kendileri muhtac olsalar bile, ihtiyacı olan Musluman kardeşlerini kendilerine tercih edip yardım ederler. (Haşr, 59/9.) Bu bir diğerkÂmlık ahlakıdır. Bunu bize oğreten de Ashab-ı Kehf ’tir.
ASHAB-I KEHF'İN MUCADELE YONTEMİ Mağara arkadaşlarının tevhit mucadelesinden cıkaracağımız başka sonuclar da vardır. Onlar, sayısal anlamda bir avuc inanmış kimselerdir. İslam ’da nitelikli azınlık, niteliksiz coğunluktan evladır. Ashab-ı Kehf ismiyle anılan bu zayıf ama nitelikli azınlığın her yonuyle guclu olan mufsitlere karşı fiziksel anlamda direniş gostermesi bir cesaret değildir. Asıl hikmetli iş ve cesaret Kur ’an ’da onerilen şu stratejiyi izlemektir: “Gizlenin ki kimse sizi fark etmesin.” (Kehf, 18/19.) Bu ayetten cıkarılacak sonuc, toplumu ıslah yolunda sabır yontemi secilerek oluşum sureci tamamlanıncaya kadar pasif direnişe devam etmektir. Davası hak olan ve doğru bir mucadele yontemini tercih edenler tarihte başarıya ulaşmışlardır. Ashab-ı Kehf kendilerinden sonra geleceklere inanc ve eylemleriyle ornek oluşturmak adına hayatlarını tehlikeye atacak aktif mucadeleyi ertelemişlerdir. Var olmak adına belli bir sure “hicreti” tercih ederek mağaraya sığınmışlardı: “Hani o gencler mağaraya sığınmışlardı da ‘Ey Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver icinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa ulaşmayı kolaylaştır.' demişlerdi." (Kehf, 18/10.) Bu ayette anlatıldığı gibi bu gencler once fiili duada bulundular sonra da lisani duaya durdular. Onların mağaraya sığınarak fiili duayı yerine getirmeleri, sonra da lisani duaya gecmeleridir. Bu lisana dayalı duada gecen Rahmet, Allah ’tan kullarına sayısız inam ve ihsanda bulunmak; ruşt ise, doğru yoldan gitme, doğru yolu bulma, doğru duşunme, akıl ve temyiz sahibi olma anlamlarına gelir. İşte Ashab-ı Kehf gencliği zor zamanda fiili duanın akabinde lisana dayalı dua ile Allah ’ın yardımını ve doğru yoldan ayrılmamayı istemişlerdir.
Tevhit mucadelesi yolunda sabırla, oluşum surecini bir yontem olarak tercih eden Ashab-ı Kehf ’in bize bıraktığı en onemli değerlerden biri de “hicret”tir. Hicret, can ve mal guvenliği gibi zorunlu nedenler olmadıkca, “coğrafi” anlamda icinde yaşadığı şehirleri terk ederek dağlara ve mağaralara cekilmek değildir. Aksine, dinî sorumlulukları yerine getirmenin her turlu imkÂnının ortadan kalktığı guven icerisinde yaşama hakkının ihlal edildiği, takibata maruz kalınan bir vasatta; din, can, mal, akıl ve namus guvenliğini korumak icin guvenli bir yere goc etmektir. MekÂnın dağ, şehir ya da mağara olması fark etmez. Bununla birlikte hicret, sadece zulmunden kurtulmanın bir gerekcesi değil, aynı zamanda inisiyatifi ele almanın da bir gerekcesidir.
İnsanı diğer yaratıklardan ayıran iki ozellikten birisi aklını doğru bir şekilde kullanma, diğeri de duşuncesini ozgurce beyan etme hakkıdır. Sunnetullah ’a gore Allah kuluna yol gostermeden onu sorumlu tutmaz. Doğru yolu secen kimse kurtulur, yanlış yolu secen de husrana uğrar. Yuce Allah kulunun eğilimlerine gore bu iki secimden birisini yaratır: “Allah kime hidayet ederse işte o doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gosterecek bir dost bulamazsın.” (Kehf, 18/17.) İşte Ashab-ı Kehf, hidayet yoluna yoneldikleri icin yuce Allah onlara doğru yolu gostermiştir. Boylece onların hidayetlerini artırmıştır. (bkz. Kehf, 18/13.)
DEVRİN ZALİM KRALI HADDİNİ AŞIYOR Devrin zalim kralı kendisinin rablığını ilan etmişti. Ashab-ı Kehf gencliğinin de kendisini rab olarak tanımalarını istemişti. Zaten toplum da putperest bir toplumdu. Allah ’tan başka ilahlar edinmişti: Kalpleri imanla dolu olan bu gencler kıyam ettikleri zaman şoyle demişlerdi: “Rabbimiz, goklerin ve yerin rabbidir. O ’ndan başkasına asla ilah demeyiz. Yoksa ant olsun ki sacma bir soz soylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, O ’ndan başka tanrılar edindiler...” (Kehf, 18/14.) Cunku kozmik egemenlik Allah ’a aittir. Acaba bu ayette dile getirilen “rububiyette tevhit nedir?” Kur ’an ’a gore Yuce Allah; yaratan, yoneten, eğiten, sahip olan, olduren, dirilten, yaşatan, rızık veren, duaları kabul eden, helal ve haram koyan, sadece kendisine ibadet edilen, evreni sevk ve idare eden, fayda ve zarar verme gucune sahip olan bir varlıktır. Bu bağlamda her mumin, Allah ’ın goklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin rabbi olduğuna inanmalıdır. O ’na bu konuda bir başkasını ortak kılmamalıdır. (Şuara, 26/24, 26; Nahl, 16/116; Tevbe, 9/30–31; Zumer, 39/3.) İslam inancında işte buna ‘rububiyette tevhit ’ adı verilir.
Diğer taraftan Ashab-ı Kehf bize ulûhiyette tevhidin nasıl olması gerektiğini de oğretiyor. İslam itikadına gore yegÂne ve biricik ilah Allah ’tır. Cunku ilah, gonullerin sevgi, umit, korku, guven, tevekkul, yardım, dua, kurban, adak vb. gibi, inanc ve ibadet turlerinde bağlandığı ve yoneldiği, kendisine karşı derin saygı beslenen, her şeyden daha cok sevilen ve kulluğun sadece kendisine ozgu kılındığı bir varlıktır. Butun bu ozellikleri taşıyan sadece Allah ’tır. Buna “uluhiyette tevhit” denir. İslam inancında ‘birlik sozu ’ olarak gecen inancın temelinde Allah ’tan başka butun ilahların izafi olduğu vurgulanır. (Yunus, 10/18.) Bu anlamda tevhit, uluhiyeti sadece Allah ’a tahsis etmeyi ongorur.
Ayrıca Cenab-ı Hak, Ashab-ı Kehf uzerinden dirilişin, kıyametin hak olduğunu anlatır. Dunya hayatında yaptıklarından bir gun ahirette hesaba cekileceğine inanan bir kimse daha dikkatli, disiplinli, kontrollu, sorumlu ve erdemli bir hayat yaşar. Ote dunya inancı, insan hayatına bir hedef ve bir yon cizer, yaratılıştaki gayeyi oğretir. İnsan bu amac doğrultusunda iyi ve guzel davranışlarda bulunur. Bu inanca sahip insanların oluşturduğu toplum doğruluktan ayrılmaz, ahlaki ilkelere değer verir ve uygulamaya calışır. Ozellikle ahiret inancı, insanların kalbine barış duyguları eker. Cunku insan bu dunyanın gecici olduğunu bilir ve insanlarla iyi gecinmeye calışır. Bağışlayıcı yonu on plana cıkar.
Sonuc olarak, Ashab-ı Kehf kıssası bize başta sağlam bir Allah inancı ve bu inancı pekiştiren tedbiri, sonra da Allah ’a tam bir guven icerisinde teslim olmayı oğretir. Allah ’ın var olduğuna inanan bir mumin, imkÂnların da var olduğuna inanır. İslam ’ı yayma yolunda, icinde yaşadığı toplumda inancının gorunur kılınması icin farklılaşmayı ortaya koyar. Cunku semavi dinler, teorik bilgiden ziyade pratik uygulama ile yayılmışlardır. Ashab-ı Kehf ’in bu noktada bize bıraktığı miras, “temekkun yolunu” benimsemek, kitleleşmeden once iyi bir kadro hareketini ortaya koyabilmektir. Bu bağlamda cağımızın genc Muslumanları Ashab-ı Kehf ’in iman, yaşama azmi, guclu irade, dava şuuru ve tevhidi duruşunu ornek almalıdırlar. Bizler, sonuctan değil, bir birey olarak uzerimize duşen sorumlulukları yerine getirip getirmemekle yukumluyuz. Sadece yaptıklarımızdan değil, yapma imkÂnı olduğu hÂlde yapmadıklarımızdan da hesaba cekileceğiz. “Allah ’ın vaadi haktır.” (Kehf, 18/21.) Bu sebeple bizler zafere değil, sefere talip olmalıyız.
Kaynak: Diyanetdergi - Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ | Necmettin Erbakan Universitesi İlahiyat Fakultesi Dekanı
İslam ve İhsan