
Nakşibend Hazretleri, her turlu hizmeti nîmet bilirdi. Dervişerine hizmet etmeyi sevdiği gibi herkesin meselesini halletmek, problemini cozmek icin de gayret ederdi. ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri bir defasında talebelerini hizmete teşvik etmek icin; “gencliğinde BuhÂra ’da bulunan butun medreselerin helÂlarını temizlediğini” ifÂde buyurmuş ve sozlerine şoyle devam etmiştir:
“…UstÂdım bana;
«–Kalplere dikkat et! Duşkunleri, zayıfları ve gonlu kırıkları gozeterek onlara hizmet et! Halkın kucuk gorduğu ve iltifat etmediği kişilere sen iltifat et ve onlara karşı tevÂzû ve mahviyet goster!» tavsiyesinde bulundu. Ben de ustÂdımın işaret ettiği uzere bir muddet bu hizmetlerle meşgul oldum. Sonra, tekrar o aziz dost bana buyurdu ki:
«–Hayvanların bakımını da tevÂzû ve îtin ile yerine getir. Zira hayvanlar da Allah TeÂl ’nın mahlûkudur. (Onlardaki tecellîleri muşÃ‚hede et! Onlara HÂlık ’ın şefkat nazarıyla bakmaya gayret et!) Hasta ve yaralı olanların tedÂvisiyle meşgul ol!»
HAYVANLARIN HİZMETLERİNİ GORURDU
Bu emir uzerine hayvanların hizmetlerini gormeyi kendime vazife edindim. Bir muddet bu şekilde devam ettim. Şayet yolda onume bir hayvan cıksa durur, o hayvan gecip gidene kadar oylece kalır, onune gecmezdim. Yedi sene bu minvÂl uzere gunlerim gecti. Tekrar o aziz dost bana şoyle buyurdu:
«–Bu mubÂrek dergÂhın kopekleri ile de samimiyetle meşgul ol ve aralarından sana saÂdet ufuklarının acılmasına vesîle olacak birini ara!»
Ben ustÂdımın işaretleriyle bu hizmeti de ganimet bildim ve ona sıkıca sarıldım. Bir gece bir kopeğe rastladım. Beni cok farklı bir hÂl kapladı. Onun yanında AllÂh ’a niyaz ve tazarrûda bulundum. Hungur hungur ağlamaya başladım. Ben bu hÂldeyken o hayvancağız, arkasını yere koyarak yuzunu semÂya doğru cevirdi, on ayaklarını yukarı kaldırdı ve hazin hazin inlemeye başladı. Ben de ellerimi kaldırdım, kırık bir kalp ile niyÂz edip «Âmîn!» diyordum. Bu vaziyet, onun susup normal hÂline donmesine kadar devam etti…
HER İŞİ CANI GONULDEN YAPARDI
Yine aziz ustÂdım bana:
«–Yol ve gecitlerin bakımı ile meşgul ol! Eğer yol uzerinde insanların hoşlanmayacağı bir şey gorursen onu kaldırıp temizle ki oradan gecenlere bir zarar gelmesin!» dedi. Bundan sonra o hizmetle meşgul olmaya başladım. Oyle ki, bahsettiğim bu yedi sene zarfında ustum başım hep toz toprak icinde olurdu. O Allah dostunun bana emrettiği her ameli, buyuk bir sadÂkatle yerine getirdim. O amellerden her birinin kendi ahvÂlim uzerindeki neticelerini de muşÃ‚hede ettim.”[1]
ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri, Emîr KulÂl Hazretleri ’nin tekkesindeki ocağa, sırtında odun taşırdı. Yine, koyundeki cÂmi inşÃ‚ edilirken başının uzerinde camur harcı taşımış ve şu mÂnÂya gelen bir beyit okumuştur:
“YÂ Rabbî, Sen ’in yolundaki her işi cÂn u gonulden yaparım! Ey mescid, senin yukunu başımda taşırım!”[2]
MİSAFİRLERİNE HİZMET ETMEYİ SEVERDİ
AlÂuddîn AttÂr Hazretleri şoyle buyurur:
“UstÂdımız ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri ’nin ahlÂkı pek ulvî idi. Şayet bir dostu evine gelse, bizzat hizmet eder, en guzel şekilde izzet u ikramda bulunur ve her turlu îtinÂyı gosterirdi. Misafirin bineğine de son derece îtin ile bakardı. Oyle ki, o dostun zihni artık bineğini duşunmekten kurtulurdu.”[3]
Nakşibend Hazretleri ’nin muridlerinden Şeyh ŞÃ‚dî şoyle anlatır:
“Bir dostu veya bir misafiri geldiğinde, Nakşibend Hazretleri, o zÂtın hizmetini îf ettikten sonra, bineğinin su ve yemini de hazırlardı. Her turlu hizmeti nîmet bilirdi. Evine, kendi terbiyelerinde olan dervişler bile gelse, onların tahÂret ve temizliği icin lÂzım olan malzemeyi dÂim kendisi tedÂrik eder ve; «Bu hizmetlerin hepsi benim canıma minnettir.» derdi. HÂce Hazretleri bir murîdinin evini şereflendirdiği zaman ise, onun cocuklarını, yakınlarını, hizmetcilerini, binek hayvanlarını, hatt tavuklarını bile sorar, her birine bir vesîleyle iltifat eder ve gonullerini alırdı.”[4]
Bir mecliste yemek hazırlandığı zaman, onu hazırlayanlara bizzat kendi elleriyle o yemekten ikram ederdi.[5]
Talebelerinden biri şoyle anlatıyor:
“Benim Nakşibend Hazretleri ’ne intisÂb edip gonulden bağlanmamın sebebi şudur:
Bir gun BuhÂra ’da dervişler toplanıp hasta olan HÂce Hazretleri ’ne gecmiş olsun ziyaretine gittiler. Ben de onlara katıldım. Nakşibend Hazretleri ’yle BÂğ-ı MezÂr denilen yerde goruştuk. Hastayken dahî dervişleri guler yuzle karşıladılar. Hemen gidip kesilecek koyunları hazırladılar. Hatt koyunların birini mubÂrek sırtlarında getirip yemeğin pişirilmesiyle de bizzat meşgul oldular. İşte onun bu guzel ahlÂkı beni muhabbetlerinin esîri eyledi.”[6]
ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri herkesin meselesini halletmek, problemini cozmek icin gayret ederdi. Bu sebeple kendisine “HÂce-i Muşkil-guşÃ‚: Zor meseleleri halleden Hocaefendi” denilirdi.[7]
ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri şoyle buyururlardı:
“Hak dostları, halkın yukunu ve zahmetini, onların ahlÂkını guzelleştirmek icin cekerler. Hakk ’ın nazarının bulunmadığı hicbir kalp yoktur. O kalbin sahibi bunu ister bilsin, ister bilmesin! İşte ehlullah, bu sebeple halkın yukunu cekerler ki, gonul almaya muvaffak olsunlar da o kalpteki nazar-ı ilÂhîden kendilerine de feyz gelsin!”[8]
[1] Bkz. Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 49-50; Muhammed BÂkır, a.g.e, s. 17-18.
[2] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 52; ReşahÂt, s. 121.
[3] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 70.
[4] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 71; Ebû ’l-KÂsım, a.g.e, vr. 46b; Muhammed BÂkır, a.g.e, s. 38.
[5] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 198; Muhammed BÂkır, a.g.e, s. 153.
[6] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 145.
[7] Kavak, DîvÂn-ı MevlÂn HÂlid-i BağdÂdî, beyt: 136-137.
[8] Enîsu ’t-TÂlibîn, s. 100.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan