
Sultan Abdulhamît, butun milletin Âdet mustehak olduğu musîbetleri bertaraf icin bir beşer tÂkatinden umulmayacak derecede gayret gosterdiği hÂlde, netice fÂsıkların galebesi ile tahakkuk etmişse, bunu kader perspektifinden bakmadıkca anlamak mumkun değildir.Abdulhamît Han ’ın dindarlığı, hizmetleri, merhameti, zekÂsı ve kÂbiliyeti destanlıktır. O ’nun ihlÂsını şu hÂtıra ne guzel ifÂde eder:
Sultan Abdulhamît Han, Âcil bir iş zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandırılmasını ister, ertesi gune bırakılmasına rız gostermezdi. Bu hususda mÂbeyn başkÂtibi Es ’ad Bey, hÂtırÂtında şoyle demektedir:
“Bir gece yarısı, cok muhim bir haberin imzÂsı icin Sultan ’ın kapısını caldım. Fakat acılmadı. Bir muddet bekledikten sonra tekrar caldım, yine acılmadı. «Acab Sultan ’a emr-i Hakk mı vÂkî oldu?» diye endişelendim. Biraz sonra tekrar caldım; bu sefer kapı acılarak Sultan, elinde bir havlu ile kapıda gorundu. Yuzunu kuruluyordu. Tebessum etti:
«–EvlÂd! Bu vakitte cok muhim bir iş icin geldiğinizi anladım. Kapıyı daha ilk vuruşunuzda uyanmıştım, ancak abdest aldığım icin geciktim; kusura bakma!. Ben bu kadar zamandır milletimin hicbir evrakına abdestsiz imz atmadım... Getir imzÂlayayım!..» dedi.
Ve “besmele” cekerek evrÂkı imzÂladı.”
Hatt zevcesi, Abdulhamît Han ’ın bu husûsiyetiyle alÂkalı olarak şoyle bir nakilde bulunmuştur:
“O, yatağının başında dÂim temiz bir tuğla bulundururdu. Yataktan kalktığında ceşme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak icin bununla teyemmum alırdı. Sebebini sorduğumda:
«–Bunca Muslumanların halîfesi olarak, biz sunnet olculerine dikkat etmezsek, ummet-i Muhammed bundan zarar gorur!..» dedi.”
POSTANE MEMURUNUN SULTANA CEKTİĞİ TELGRAF Abdulhamît Han bağlılarından olmayan bir mÂbeyn kÂtibi de, hÂtırÂtında şu cÂlib-i dikkat hÂdiseyi anlatır:
“Bir akşamdı. MÂbeynde nobetci olarak ben kalmıştım. Gelen mektub, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertiblemiştim. Tam huzûra cıkmak uzre iken bir telgraf geldi. İstanbul LÂleli Postahanesi me ’mûrlarından birinin HunkÂr ’a cektiği bir telgraftı bu...
BîcÂre me ’mûr, telgrafında karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dÂir doktorların kendisini îkÂz ettiğini, fakat elinde hicbir imkÂn bulunmadığını, bu sebeple merhamet-i şÃ‚hÂneye sığındığını, bildiriyordu.
Ben de bunu pek kayda değer gormeyerek zÂt-ı şÃ‚hÂneye vereceğim listenin icerisine almadım.
Ancak huzûrda, PÂdişÃ‚h Âdeti uzere herşeyi ayrı ayrı gozden gecirdikten sonra ilÂve etti:
«–Başka birşey var mı?»
«–Kayda değer bir şey yok efendim!” dediysem de Sultan, ısrarla suÂlini tekrarladı ve:
«–Sen kayda değer saymadığını da soyle!» dedi.
Bunun uzerine mÂlum telgraftan bahsettim. Arza değmeyeceğini duşunerek listeye almadığımı bildirdim. Huzunlenerek tÂlimat verdi:
«–Hemen getiriniz!»
Şaşkın bir vaziyette telgrafı getirdim. Sultan, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından duşunduğumun tam aksine derhal saray doktorunu cağırtarak bana dondu:
«–Derhal beraberce LÂleli ’ye gidiniz ve doğum yapacak olan kadıncağıza gerekli mudÂhaleyi yaptırınız!» diye ferman buyurdu.
Sultan ’ın bu emri uzerine saray doktoru ile o me ’mûrun evine gittik. Vazîfemizi yerine getirip hastaneden donduğumuzde ise, vakit sabaha yaklaşmıştı. Saraya girince, kapının sesinden bizi farkeden Sultan, perdeyi araladı ve eliyle “gelin” diye işÃ‚ret etti.. Odasının ışıkları yanıyordu. Demek ki, sabaha kadar ibÂdet ve du ile meşgul olmuştu.
COCUĞUN ADINI ABDULHAMİT KOYDULAR Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Olduğu gibi anlattım:
«–Sultanım, doğum bir hayli muşkil oldu. Ancak mutehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdulillÂh.. Bir erkek cocuk dunyÂya getirdi. Adını da Abdulhamît koydular. Sabaha kadar gozyaşları icinde zÂt-ı Âlînizin omur ve devletlerine du ettiler...» dedim.
Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babası olan HunkÂr, bu durum uzerine rahatlayarak derinden bir «elhamdulillÂh» dedi. Sonra paravananın arkasına gecerek iki rek ’at şukur namazı kıldı.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İbret Işıkları, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan