
Mahmud SÂmi Efendi Hazretleri, hayatı boyunca devamlı Kur ’Ân-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyye ’nin izlerini takip etmişti. Bu hassÂsiyetin bir tezÂhuru olarak da son gunlerini Allah Rasûlu -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in nurlu beldesinde, O ’nun mÂnevî huzûrunda gecirdi.Ustad Hazretleri ’nin son gunlerini evlÂd-ı mÂnevîsi ve hayru ’l-halefi Mûsa Efendi Hazretleri şoyle anlatır:
“1976 yılının sonbaharı idi. Muhterem Ustad Hazretleri ’nin Erenkoy ’deki devlethÂnelerine giderek hem ziyaret etmek hem de zamanın gonlumuze bıraktığı keder ve sıkıntıları onun feyizli nazar ve sohbetleri sÂyesinde izÂle ederek huzura kavuşmak arzusu duymuştum.
Guler yuzle huzurlarına kabûl buyurmuşlardı. Hic ziyaretci yoktu. Munferid olarak bÂzı nasihatlerini muteÂkip, kapalı olan odanın kapısına bakarak -kapıya bakmak mahrem işareti idi-:
«–Medîne-i Munevvere ’ye hicret gorundu, bir daha donmemek şartıyla! Yalnız aramızda kalsın, kimse duymasın!» buyurdular.
Aradan altı ay kadar bir vakit gecmişti. Aynı arzularını muhtereme vÂlidemize ve hÂne halkına tekrarlamışlardı. Hicret icin bir taraftan Âile fertlerini ikn etmişler, bir taraftan da tahakkuku icin AllÂhu zu ’l-celÂl ve ’l-kemÂl Hazretleri ’ne du ve niyazda bulunmuşlar ve cıkış muÂmelelerinin tÂkibi icin de luzumlu yerlere murÂcaatta bulunmuşlardı.
YEMEN'DEKİ YANIMDA, YANIMDAKİ YEMEN'DE
Bu hicret haberini duyan, İstanbul ve Anadolu ’daki sevenleri, icin icin uzuluyorlar, yanıp yakılıyorlardı. Ama elden ne gelir, ne yapsınlar, karar kat ’î idi. Kader cercevesi boyle cizilmişti. Ayrılık, muhabbet ehli icin dayanılmaz, tahammul edilmez bir hÂldir. Haklı idiler. Asırların yetiştirdiği bu gonul sultÂnından ayrı, uzak kaldıkları muddetce o nurlu, o guzel, melÂhatli yuzunu temÂşÃ‚ edemeyecek ve dertlere derman olan o lÂhûtî, ulvî, mÂnevî sohbetlerinde bulunamayacaklardı. Ancak Allah dostlarının sık sık tekrarladıkları «Yemen ’deki yanımda, yanımdaki Yemen ’de!» sozu ile mutesellî olabiliyorlardı.
Allah TeÂl ve Tekaddes Hazretleri ’nin nusreti ile arzuları semere vermiş, bir bucuk sene sonra Medîne-i Munevvere ’ye, Belde-i Tayyibe ’ye, butun Âile efrÂdı ile vÂsıl olmuşlardı. El-hamdu lillÂh, Muhterem Ustad Hazretleri, arzuları tahakkuk etmiş olduğu cihetle cok mes ’ut ve mesrurdular.
On-onbeş gun kadar bir istirahatten sonra, az sayıda olmak şartıyla ziyaretci kabûl ediyorlardı. Ve sohbetleri arasında bu mukaddes Belde-i Tayyibe ’de gÂyet edepli, tÂzimkÂr olmak îcÂb ettiğine işaretle, şÃ‚ir Urfalı NÂbî ’nin meşhur; «Sakın terk-i edepten kûy-i Mahbûb-i Hud ’dır bu!» naatini irticÂlen sonuna kadar okuyorlardı.
SAMİ EFENDİNİN SON GUNLERİ
Boylece seneler birbirini takip ediyor, Muhterem Ustad Hazretleri tam bir inzivÂya varıp vakitlerini devamlı duÂ, zikir, murÂkabe ve istiğfarla geciriyorlardı. Rahatsızlıkları da gunden gune artıyordu. Tıbbî mudÂhale ve ihtimamlar semere vermiyor, zÂten pek nÂzik ve nahif olan bedenleri adet eriyordu. Tansiyonları sık sık yukseliyordu. Bu ağrı ve ıztıraplara rağmen bir defa olsun; «Vucudumda şoyle bir rahatsızlığım var, başım ağrıyor…» gibi en ufak bir şikÂyette bulunmuyorlardı. Hatt gozlerindeki zaafiyet ziyÂdeleşmiş, goremez hÂle gelmişlerdi. Bu hÂlini sezen bir yakını tarafından hÂzık bir doktor celbedilerek ameliyat edilmiş ve gormeye başlamışlardı. Bu gÂile ve rahatsızlıklarında bile dÂimî olarak du ve istiğfÂra devam etmişlerdi.
Sevenleri yirmi beş sene kadar evvel, Eyub Sultan Hazretleri ’nin kabristanında kendileri icin bir mezar yeri temin etmişlerdi. Bundan pek memnun olmayan Muhterem Ustad Hazretleri:
«–Bizim reyimizi sorarsanız, gonlumuz Cennetu ’l-Bakî ’yi ister!» buyurmuşlardı.
Allah TeÂl ve Tekaddes Hazretleri ’nin bu has, lekesiz kulu son gunlerini yaşıyordu.
ŞÃ‚irin «Fahru ’l-UrefÂ, Bedr-i HafÂ[1] Hazret-i SÂmi» diye tesmiye ettiği insÂn-ı kÂmil ve asırların yetiştirdiği Murşid-i Mukemmil Hazretleri ’nin, nur hazinelerinden olan rûh-i muazzezleri, «Sen Rabbinden, Rabbin de senden rÂzı olarak Rabbine don! Kullarımın arasına katıl! Ve cennetime gir!» (el-Fecr, 28-30) Âyet-i kerîmelerine imtisÂlen, 10 CemÂziyelevvel 1404 / 12 Şubat 1984 sabaha karşı saat dort bucukta, «Allah Allah» kelime-i tayyibesini zikrederek a‘lÂ-yı illiyyîne tayerÂn etmiştir. Yani fÂnî dunyadan ebediyet Âlemine intikal etmiştir. Gasl ve tekfînini muteÂkib cenÂze namazları Mescid-i Nebevî ’de ed edildikten sonra, Fahr-i KÂinat -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in bu has evlÂdı, Turbe-i SaÂdet onunden gecirilerek buyuk bir sessizlik icinde guzîde, sÂlih bir topluluğun elleri uzerinde, ileriden beri cÂn u gonulden arzu ettikleri Cennet-i Bakî ’de Osman Zinnûreyn ve Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallÂhu anhumÂ- Hazretleri ’nin kurbundaki mukaddes toprağa defnedildiler.
Vefat haberi kısa zamanda dunyanın her yerinde duyulmuş ve gıyÂbî cenÂze namazları kılınmıştır. O buyuk Allah dostu, uzun hayatı boyunca kendini İslÂmiyete vakfetmiş, buyuk fedakÂrlıklarla, mÂneviyÂta susamış olan gonulleri tenvîr etmiştir…”[2]
Butun hayatı boyunca Âlemlere Rahmet olan Sevgili Peygamberimiz ’in izinde yuruyen bu Allah dostunun, kabri de Efendimiz ’in tam ayak ucu tarafına nasîb olmuştur…
CenÂb-ı Hak cumlemizi şefÂatlerine nÂil eylesin! Âmîn!
[1] Âriflerin kendisiyle iftihar ettikleri, bulutlar ardına gizlenmiş dolunay.
[2] SÂdık DÂnÂ, SultÂnu ’l-Ârifîn, s. 95-100.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan