İlk iman eden insan kimdir? İslam ’a davet nasıl başlamıştır? İlk Muslumanlar kimlerdir? İslam ’a davet ve ilk Muslumanlar...İlk îmĂ‚n eden insan ResûlullĂ‚h Efendimiz ’dir. Bu husus Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle bildirilmektedir:
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ
“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene îmĂ‚n etti…” (el-Bakara, 285)
قُلْ اِنِّى اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللهَ مُخْلِصًا لَهُ الدِّينَ. وَاُمِرْتُ ِلاَنْ اَكُونَ اَوَّلَ الْمُسْلِمِينَ.
“De ki: Bana, dîni AllĂ‚h ’a hĂ‚lis kılarak O ’na kulluk etmem emrolundu. Ve ben, Muslumanların ilki olmakla emrolundum.” (ez-Zumer, 11-12)
İLK MUSLUMAN KADIN Efendimiz ’den sonra ilk Musluman, muhterem zevcesi Hazret-i Hatice idi.
Hazret-i Peygamber, kavminin hakĂ‚ret, alay ve eziyet gibi kotu tavır ve davranışlarına mĂ‚ruz kalarak mahzûn ve mukedder bir hĂ‚lde evine dondukce, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ O ’nun huznunu Hazret-i Hatice vĂ‚lidemizin tesellî ve teşvîk edici sozleriyle hafifletmiş, ilĂ‚hî nusretiyle vazîfesini kolaylaştırmıştır.[1]
Hazret-i Hatice îmĂ‚n edince Efendimiz ’in kızları Hazret-i Rukıyye, Ummu Gulsum ve FĂ‚tıma da Musluman olmuşlardı.[2]
HZ. ALİ (R.A.) NASIL MUSLUMAN OLDU? Hazret-i Ali de ResûlullĂ‚h ile Hazret-i Hatîce ’nin namaz kıldıklarını gormuş ve:
“–Nedir bu?” diye sormuştu. AllĂ‚h Resûlu:
“−Bu, AllĂ‚h ’ın kendisi icin sectiği dînidir. Ben seni tek olan AllĂ‚h ’a îman ve ibĂ‚det etmeye, hicbir fayda ve zararı olmayan LĂ‚t ile UzzĂ‚ ’yı da inkĂ‚ra dĂ‚vet ediyorum!” buyurdu. Hazret-i Ali:
“–Ben bu dîni şimdiye kadar hic işitmedim! Babam Ebû TĂ‚lib ’e sormadan bir iş yapamam!” dedi. Efendimiz, o sıralar teblîğ faĂ‚liyetlerini gizliden gizliye devĂ‚m ettirdiği icin:
“−Ey Ali! ŞĂ‚yet Musluman olmayacaksan sana bahsettiğim bu husûsu gizli tut, acığa vurma!” buyurdu.
Hazret-i Ali, o gece bekledi. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ onun kalbine İslĂ‚m muhabbetini bahşetti. Sabahleyin Peygamber Efendimiz ’i yanına gitti ve İslĂ‚m dîni hakkında suĂ‚ller sordu. Aldığı cevaplar uzerine, AllĂ‚h Resûlu ’nun buyruğunu hemen yerine getirip Musluman oldu. Babasından cekinerek, Muslumanlığını bir muddet gizli tuttu. Hazret-i Ali, bu sıralarda on yaşında idi. (İbn-i İshĂ‚k, s. 118; İbn-i Sa ’d, III, 21)
Peygamber Efendimiz namaz kılmak istediğinde, Hazret-i Ali ile birlikte Mekke vĂ‚dilerine doğru cıkıp giderler ve insanlardan gizli olarak, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de donerlerdi. AllĂ‚h ’ın dilediği zamĂ‚na kadar bu boyle devĂ‚m etti.
Ebû TĂ‚lib, oğlu ve sevgili yeğeninin gizli gizli namaz kıldıklarına muttalî olunca, Peygamber Efendimiz, cok sevdiği amcasını da İslĂ‚m ’a dĂ‚vet etti. Ebû TĂ‚lib ise bu dĂ‚vete şoyle cevap verdi:
“−Ey kardeşimin oğlu! Benim, atalarımın dîninden ayrılmaya gucum yetmeyecek! LĂ‚kin Sen gonderildiğin şey uzere devĂ‚m et! VallĂ‚hi ben hayatta olduğum muddetce Sana kimse zarar veremeyecektir!” Hazret-i Ali ’ye de:
“−EvlĂ‚dım! O, seni ancak hayır ve iyiliğe dĂ‚vet eder. Sen, O ’nun yoluna sımsıkı sarıl. O ’ndan hic ayrılma!” dedi. (İbn-i HişĂ‚m, I, 265)
AbdullĂ‚h bin Mesut (r.a.) [3], Mekke ’ye ticĂ‚ret icin geldiğinde AllĂ‚h Resûlu ’nu Hazret-i Hatîce ve Ali ile birlikte KĂ‚be ’yi tavĂ‚f ederken gorduğunu ve bu esnĂ‚da Hazret-i Hatîce ’nin tesetture cok dikkat ettiğini soylemektedir. (Zehebî, Siyer, I, 463)
Ufeyf el-Kindî de, ticĂ‚ret icin Mekke ’ye gelmiş ve AbbĂ‚s ’ın -radıyallĂ‚hu anh- evine misĂ‚fir olmuştu. Ufeyf, Peygamber Efendimiz ’in, Hazret-i Hatîce ’nin ve Ali ’nin KĂ‚be ’de namaz kıldıklarını gormuş, AbbĂ‚s ’tan (r.a.) onlar hakkında mĂ‚lumĂ‚t istemişti. Hazret-i AbbĂ‚s da onlardan bahsettikten sonra:
“−VallĂ‚hi ben yeryuzunde bu dîne inanan şu uc kişiden başka kimse bilmiyorum!” demişti.
Ufeyf (r.a.) hidĂ‚yetle şerefyĂ‚b olduktan sonra hep şoyle hayıflanırdı:
“−Âh ne olurdu o zaman îmĂ‚n edeydim de ikinci erkek mu ’min ben olaydım! Onların dordunculeri olmayı, ne kadar arzu ederdim!” (İbn-i Sa ’d, VIII, 18; İbn-i Hacer, el-İsĂ‚be, II, 487)
PEYGAMBERİMİZE BEDENİYLE KALKAN OLAN SAHABİ Peygamber Efendimiz ’in Ă‚zatlı kolesi Zeyd bin HĂ‚rise (r.a.), Hazret-i Ali ’den sonra Musluman olmuş, namaz kılmış, ResûlullĂ‚h ’ın maiyyetinden ve hizmetinden hic ayrılmamıştı. TĂ‚ifli sergerdelerin Peygamber Efendimiz ’e attıkları taşlara kendi vucûdunu siper edip kanlar icinde kalacak kadar fedĂ‚kĂ‚rĂ‚ne bir muhabbetle kendisini AllĂ‚h Resûlu ’ne adamış, buna mukĂ‚bil Hazret-i Peygamber ’in husûsî muhabbet ve iltifĂ‚tına mazhar olmuştu.
Resûl-i Ekrem ’in Hazret-i Zeyd ’e olan muhabbetine dĂ‚ir Hazret-i Omer ’in şu şehĂ‚deti ne kadar mĂ‚nidardır:
Hazret-i Omer, Zeyd ’in oğlu UsĂ‚me ’ye uc bin beş yuz dirhem tahsîs etmiş, oğlu AbdullĂ‚h ’a ondan beş yuz dirhem daha az vermişti. AbdullĂ‚h, babası Hazret-i Omer ’e bunun sebebini sorarak:
“−UsĂ‚me ’yi nicin benden ustun tutuyorsun? O benden daha cok savaşa katılmadı ki!” dedi. Hazret-i Omer, eşsiz adĂ‚letinin yanında, gonul zenginliğini ve yuksek tevĂ‚zuunu da gosteren şu muhteşem cevĂ‚bı verdi:
“−Oğlum! ResûlullĂ‚h onun babasını senin babandan daha cok severdi. UsĂ‚me ’ye de senden daha cok muhabbeti vardı. İşte bu sebeple, ResûlullĂ‚h ’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim.” (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 39)
Bu ve benzeri pek cok misĂ‚lde gorulduğu gibi AshĂ‚b-ı KirĂ‚m, ResûlullĂ‚h ’ın sevdiklerini kendi sevdiklerine tercih ederlerdi.[4]
HZ. EBUBEKİR (R.A.) NASIL MUSLUMAN OLDU? Hazret-i Ebûbekir, nubuvvetten once de Peygamber Efendimiz ’in dostu idi. Cocukluğundan beri onun guzel ahlĂ‚kına, sadĂ‚katine ve emînliğine şĂ‚hitti. Guzel ahlĂ‚kı sebebiyle aslĂ‚ yalan soylemeyen bir kimsenin, CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı yalan soylemesinin imkĂ‚nsız olduğu kanaatinde idi. Bu sebeple AllĂ‚h Resûlu onu İslĂ‚m ’a dĂ‚vet ettiğinde hic tereddut gostermeksizin icĂ‚bet etti.[5]
Efendimiz bu husustaki hadîs-i şerîflerinde:
“AllĂ‚h beni size Peygamber olarak gonderdiğinde evvelĂ‚ bana «Sen yalancısın!» dediniz. LĂ‚kin Ebûbekir «O, doğru soyluyor.» dedi ve hem canı hem de malı ile bana son derece yardımcı oldu.” buyurmuşlardır. (BuhĂ‚rî, AshĂ‚bu ’n-Nebî, 5)
ResûlullĂ‚h ’ı hicbir şey Hazret-i Ebûbekir ’in Musluman oluşu kadar sevindirmemiştir. Hazret-i Ebûbekir Musluman olduğu zaman, hic cekinmeden Muslumanlığını acıklamış ve diğer insanları da AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’ya ve Resûlu ’ne îmĂ‚na dĂ‚vet etmeye başlamıştır.[6]
Peygamber Efendimiz ’in hayĂ‚tında Hazret-i Ebûbekir ’in mustesnĂ‚ ve muhim bir yeri bulunmaktadır. ZîrĂ‚ bir dĂ‚vĂ‚nın gercekleşebilmesi şu uc şarta bağlıdır:
HĂ‚kim bir fikir. O fikir etrĂ‚fında kadrolaşan insanlar. MĂ‚lî imkĂ‚n. HĂ‚kim fikir, İslĂ‚m ’ın muhtevĂ‚sı idi ki, vahiyle sĂ‚bittir. Hazret-i Ebûbekir, diğer iki faktorde cok muhim bir vazîfe ustlenmiştir. YĂ‚ni kadrolaşma onunla başlamış ve o mubĂ‚rek sahĂ‚bînin muazzam serveti, muhtelif İslĂ‚mî hizmetlerin yanında Musluman olan kolelerin satın alınıp serbest bırakılması gibi dĂ‚vĂ‚nın mĂ‚lî vechesinde de kullanılmıştır.
Bu iki husûsu biraz acıklayacak olursak; Hazret-i Ebûbekir ile Peygamber Efendimiz ’in genclik devrelerine uzanan arkadaşlık ve berĂ‚berlikleri, nubuvvet vazîfesinin verilmesinden sonra ulvî bir dostluğa donuşmuştur.
HZ. EBUBEKİR ’E (R.A.) NEDEN “SIDDIK” DENİLMİŞTİR? Hazret-i Ebûbekir, ilk îmĂ‚n edenlerden olmanın yanı sıra, îmĂ‚nına şek ve şuphenin tozunu bile duşurmeyerek “Sıddîk” sıfatına mazhar olmuştur. Daha sonraki zamanlarda da İslĂ‚m ’ın inkişĂ‚fı ve yayılması icin maddî-mĂ‚nevî hicbir fedĂ‚kĂ‚rlıktan kacınmamış ve butun malını AllĂ‚h yoluna bezletmiştir.
Sevginin şartı, aşkın kĂ‚nunu, sevilen kişiye duyulan muhabbet ve o aşktan dolayı o kişinin sevdiği şeyleri de sevmek, onun arzusunu kendi arzusuna tercih etmek ve sevgilinin uğruna her şeyini fedĂ‚ edebilmektir. İşte Hazret-i Ebûbekir ’in hayĂ‚tı, AllĂ‚h Resûlu ’ne aşk ile bağlılığın ve O ’nda fĂ‚nî oluşun zirve misĂ‚lleriyle doludur:
Bir­ gun go­nul­ler sul­ta­nı Efen­di­miz ’in ra­hat­sız­lan­dı­ğı&#173 ;nı du­yan Hazret-i Sıd­dîk, uzun­tu­den ken­di­si de ya­ta­ğa duş­muş­tu. Bu iki dost arasındaki ulvî muhabbetin netîcesi olan ay­nî­leş­me se­be­biy­le­dir ki Al­lĂ‚h Re­sû­lu:
“Ebûbekir bendendir, ben de ondanım. Ebûbekir dunyĂ‚da ve Ă‚hirette kardeşimdir.” (Deylemî, I, 437) buyurarak mĂ‚nĂ‚ Ă‚lemindeki berĂ‚berliği ve kalpten kalbe vĂ‚kî olan hĂ‚l in ’ikĂ‚sını te ’yîd buyurmuştur. Efen­di­miz ’in olum do­şe­ğin­de iken:
“Bu­tun ka­pı­lar ka­pan­sın; yal­nız Ebûbekir ’in­ki kal­sın!” (Bu­hĂ‚­rî, As­hĂ‚­bu ’n-Ne­bî, 3) il­ti­fĂ‚­tı, Hazret-i Ebûbekir ile aralarındaki kalbî alĂ‚ka ve mustesnĂ‚ yakınlığın en guzel ifĂ‚delerinden biridir.
BİLAL-İ HABEŞİ ’NİN (R.A.) CEKTİĞİ EZİYETLER BilĂ‚l-i Habeşî ve annesi de, AllĂ‚h Resûlu ’nun insanları İslĂ‚m ’a gizlice dĂ‚vete başladığı ilk gunlerde Musluman oldular. Hazret-i BilĂ‚l, Muslumanlığını acıklayan ilk yedi kişiden biri idi. Dîninden donmesi icin yapılan en ağır işkencelere tahammul ederdi. İnkĂ‚ra zorlandıkca: “Ehad! Ehad!: AllĂ‚h birdir! AllĂ‚h birdir!” derdi.
Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i BilĂ‚l ve vĂ‚lidesinin bedelini odeyerek onları Ă‚zĂ‚d etti.[7]
Ebûbekir (r.a.), bu davranışı ile iltifĂ‚t-ı Peygamberî ’ye nĂ‚il olmuş, merhamet ve comertlikte Ă‚bideleşmiştir.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, bu hĂ‚diseyi gonul lisĂ‚nıyla tasvîr ederek şu şekilde nakleder:
“BilĂ‚l-i Habeşî ’nin Muslumanlığından dolayı korkunc bir işkenceye tĂ‚bî tutulduğunu işiten Hazret-i Sıddîk, Hazret-i Musta­fĂ‚ ’nın huzûruna cıktı ve vefĂ‚lı BilĂ‚l ’in hĂ‚lini arz etti.”
“Dedi ki: O felekleri olcen mubĂ‚rek varlık, Sen ’in aşkına duşmuş, Sen ’in muhabbetine tutulmuştur. Bu yuzden zĂ‚limler o melek tıynetli insana zulmetmektedirler. Suc­suz olduğu hĂ‚lde kanatlarını yoluyorlar. O buyuk defîneyi şirk ve isyan toprağına gommek istiyorlar.”
Yakıcı guneşe karşı kızgın kumlara yatırıyor, cıplak be­denini dikenli dallarla dovuyorlar.
“Fakat o, teninden ceşme gibi kanlar fışkırdığı hĂ‚lde: «Al­lĂ‚h birdir, AllĂ‚h birdir!» diyor, Hakk ’a secdeden vazgecmiyor.”
“Hazret-i Ebûbekir ’in merhamet ve şefkatinden dolayı vucûdunun her zerresi mahzûn ve gamla dolu bir dil hĂ‚line gel­miş, BilĂ‚l ’in hĂ‚lini Hazret-i Peygamber ’e buyuk bir uzun­tu icinde uzun uzun anlatmaktaydı.”
“NihĂ‚yet gonlundeki niyeti izhĂ‚r edip: «YĂ‚ ResûlallĂ‚h! Onu satın almak istiyorum. Butun servetimi harcamaya hazı­rım. CenĂ‚b-ı Hakk ’a gonul vermiş, O ’nun ve Resûlu ’nun kolesi olmuş, bu yuzden de AllĂ‚h duşmanlarının hışmına uğramış, işkencelere mĂ‚ruz bırakılmış o mubĂ‚rek insanı o hĂ‚lden kur­tarmadan bu canıma dunyĂ‚da rahatlık yoktur.» dedi.”
“Hazret-i MustafĂ‚ (s.a.v.), bundan pek memnûn oldular ve: «Ey AllĂ‚h ’ın ve Resûlu ’nun merha­metli dostu! Bu ticĂ‚rette ben de sana ortağım...» buyurdular.”
“Hazret-i Ebûbekir, derhĂ‚l BilĂ‚l ’in sĂ‚hibinin evine yollan­dı. BilĂ‚l, yapılan işkencelerden oturu baygın bir vaziyet­te idi. Hazret-i BilĂ‚l ’in sĂ‚hibi olan o merhamet mahrûmu insana acı sozler sarf etti.”
“Dedi ki: Ey habîs! Ey hiddetten gozu kararmış, merha­metten nasipsiz! Bu AllĂ‚h dostunu nasıl dovuyorsun? Ey in­safsız! Bu ne kin, bu ne garaz?”
“Ey merhamet fukarĂ‚sı! Kendini insan mı sanıyorsun? Ey insanlık mahrûmu, nefret edilmiş kişi! Sen insan kılığındasın, ama insanlığın yuz karasısın!..”
“Bu sozlerden sonra Ebûbekir (r.a.), adamın ac gozunu dunyĂ‚lıkla tıkadı. Oyle ki bu duruma BilĂ‚l ’in efendisi iyice şaşırdı ve Ebûbekir ’in hĂ‚lini hayretle seyretti.”
“Onun bu hayretini fark eden Sıddîk-ı Ekber Hazretleri, o nasipsize şoyle dedi: Ey ahmak! Sen cocuk gibi, bir cevize kar­şılık bana paha bicilmez bir inci verdin, fakat haberin yok! Bil­miyorsun ki BilĂ‚l, iki dunyĂ‚ya değer. Ben onun rûhuna bakıyo­rum, sen ise teninin rengine...
“Eğer sen satışta biraz daha bastırsaydın, onu almak icin daha fazlasını verirdim. Daha da bastırsaydın, neyim varsa verir, hattĂ‚ borca girerdim. Yine de bu alışverişten ben kĂ‚rlı cıkardım. Ey nasipsiz kişi! Şunu iyi bil ki, mucevherin kıyme­tini ancak sarraf bilir.”
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚, bu kıssada merha­met ve şefkatin kĂ‚mil bir tezĂ‚hurunu sergilemenin yanında, bir insĂ‚n-ı kĂ‚mile paha bicilemeyeceğini, yĂ‚ni dunyevî kıymetlerin, insanın mĂ‚nevî yapısının karşısında bir hic hukmunde olduğunu ifĂ‚de ederek gonullerimize ulvî bir hakîkati nakşetmektedir.
Hazret-i Ebûbekir, bu Ă‚licenap hareketiyle ResûlullĂ‚h ’a olan zirve muhabbetini bir kez daha sergilemiş olmaktadır. Hazret-i Ebûbekir ’in AllĂ‚h Resûlu ’ne duyduğu hudutsuz muhabbetin alĂ‚metlerinden birkacı şoyleydi:
-O ’nun getirdiği Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’i ve İslĂ‚mî hukumleri cĂ‚n u gonulden sevip mûcibince amel etmek.
-O ’nun ummetine şefkat ve merhamet gostermek, onların yararına olan hususlarda gayret gostermek.
-DunyĂ‚ya değer vermemek, gerektiğinde fakirliğe hazır ve rĂ‚zı olmak.
-O ’na kavuşmayı arzulamak.
-O ’nu cokca hatırlamak.
HİDAYETE VESİLEN OLAN KORKULU RUYA HĂ‚lid bin Saîd ’in (r.a.) hidĂ‚yetine ise gorduğu korkulu bir ruyĂ‚sı sebep olmuştur. Bir gece uykuda, buyuk bir ateş cukurunun kenarında durduğunu ve babasının onu ateşin icine itip duşurmek ister gibi davrandığını, ResûlullĂ‚h ’ın ise onu hemen belinden kavrayarak ateşin icine duşmekten kurtardığını gordu. Korkuyla uyandığında kendi kendine:
“AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, bu hak bir ruyĂ‚dır!” dedi ve Hazret-i Ebûbekir ’in delĂ‚letiyle Peygamber Efendimiz ’in yanına giderek İslĂ‚m ’la şereflendi.
Babası, oğlu HĂ‚lid ’in Musluman olduğunu duyduğunda ona eziyet etti ve:
“−Ey zelîl! Defol git! VallĂ‚hi, senin rızkını da keseceğim!” dedi.
HÂlid:
“–Sen benim nasîbime mĂ‚nî olmaya calışsan da, AllĂ‚h muhakkak beni rızıklandıracaktır!” dedi. Hazret-i HĂ‚lid, Habeş ulkesine hicret edinceye kadar, ResûlullĂ‚h ’ın yanından hic ayrılmadı. (HĂ‚kim, III, 277-280)
Daha sonra HĂ‚lid ’in zevcesi Umeyne HĂ‚tun, kardeşi Amr ve onun zevcesi FĂ‚tıma HĂ‚tun da İslĂ‚m ’la muşerref oldular.
İLK MUSLUMANLAR Teblîğin gizlice devĂ‚m ettiği bu gunlerde Ebûbekir ’in (r.a.) teşvik ve delĂ‚letiyle Ebû Fukeyhe, Hazret-i Osman, Zubeyr bin AvvĂ‚m, AbdurrahmĂ‚n bin Avf, Sa ’d bin Ebî VakkĂ‚s, Talha bin UbeydullĂ‚h (r.a.) îman nîmetine nĂ‚il oldular.[8]
Hazret-i Osman, Peygamber Efendimiz ’e başından gecen bir hĂ‚diseyi şoyle anlattı:
“Ey AllĂ‚h ’ın Resûlu! Şam ’da iken, uyku ile uyanıklık arasında olduğumuz esnĂ‚da Ă‚niden:
«Ey uykudakiler! Uyanın! Cunku, Ahmed Mekke ’de zuhûr etti.» diye bir ses duyduk. Mekke ’ye donduğumuzde sizin Peygamber olduğunuzu haber aldık.” (İbn-i Sa ’d, III, 255)
Talha bin UbeydullĂ‚h (r.a.) da şoyle anlattı:
“BusrĂ‚ Panayırı ’nda bulunduğum esnĂ‚da bir rĂ‚hip insanlara:
«−İcinizde Harem halkından bir kimse var mı?» diye soruyordu.
«−Evet! Ben varım.» dedim. RĂ‚hip:
«−Ahmed zuhûr etti mi?» diye sordu. Ben:
«−Hangi Ahmed?» dedim. RĂ‚hip:
«−Ahmed bin AbdullĂ‚h bin Abdulmuttalib! O, Mekke ’de zuhûr edecektir, Peygamberlerin sonuncusudur. Harem ’den cıkıp, hurmalık, taşlık ve corak bir yere hicret edecektir. O ’na koşmanı sana tavsiye ederim!» dedi.
RĂ‚hibin soyledikleri kalbime tesir etti. Oradan hemen ayrılıp Mekke ’ye geldim:
«−Yeni bir hĂ‚dise oldu mu?» diye sordum.
«–Evet, var! AbdullĂ‚h ’ın oğlu Muhammedu ’l-Emîn, Peygamber olduğunu iddiĂ‚ ediyor. Ebûbekir de ona tĂ‚bî oldu.» dediler. (İbn-i Sa ’d, III, 215)
Ebû Ubeyde bin CerrĂ‚h, Ebû Seleme, Erkam bin Ebi ’l-Erkam, Osman bin Maz ’ûn, EsmĂ‚ binti Ebûbekir, HabbĂ‚b bin Eret, AbdullĂ‚h bin Mesut, AbdullĂ‚h bin Cahş, CĂ‚fer bin Ebî TĂ‚lib, zevcesi EsmĂ‚ binti Umeys, Ebû Huzeyfe, Âmir bin Fuheyre (r.a.) ilk Musluman olma şerefine nĂ‚il olan zevĂ‚ttan bĂ‚zılarıdır.
[1] İbn-i HişĂ‚m, I, 259.
[2] İbn-i Sa ’d, VIII, 36.
[3] AbdullĂ‚h bin Mesut (r.a.) ilk Muslumanlardandır. Kunyesi Ebû AbdurrahmĂ‚n ’dır. Musluman olduğu gunden itibĂ‚ren Hazret-i Peygamber ’in yanından ayrılmamış ve O ’na hizmetten zevk almıştır. İbn-i Mesut, zayıf, nahîf bir kişi idi. Tatlı bir sesi, sevimli bir yuzu vardı. Musluman olduğunda Muslumanların adedi cok azdı. Muşrikler ona Mekke ’de rahat vermediler. O, Medîne ’ye hicret edip MuĂ‚z bin Cebel ’in yanına sığındı. Hazret-i Peygamber ’in hicretinden sonra, Medîne ’de yerleşti. Butun harplere katıldı. Hazret-i Peygamber, onun Kur ’Ă‚n okuyuşunu dinlemekten zevk alırdı.
Tefsîr, hadîs ve fıkıh sahalarında engin ilmiyle pek cok Ă‚lim yetiştirmiştir. Husûsiyle Kûfeli Ă‚limler, onun rivĂ‚yet ve goruşleri istikĂ‚metinde fıkhî goruşler ortaya koymuşlardır. Kendisinden 848 rivĂ‚yet nakledilmiştir. Hazret-i Osman zamĂ‚nında Kûfe kadılığından Medîne ’ye donmuş ve kısa bir sure sonra, altmış yaşını gecmiş iken orada vefĂ‚t etmiştir.
[4] Heysemî, VI, 174; İbn-i Sa ’d, IV, 30.
[5] İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, III, 78.
[6] İbn-i Kesîr, el-BidĂ‚ye, III, 80-81.
[7] İbn-i Sa ’d, III, 232; HĂ‚kim, III, 319.
[8] İbn-i HişĂ‚m, I, 268.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan