
Kardeşlik hukûkunda ufkumuzun cok geniş olması îcÂb eder. Zira kardeşlikteki derecemiz, kalbî olgunluğumuzun da seviyesini gostermektedir.
Buna gore:
1. Durumu iyi olan mu ’minin, kendisine murÂcaat eden zor durumdaki din kardeşine yardımcı olması, kardeşlikte birinci merhaledir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“...AllÂh ’ın sana ihsÂn ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsÂn et!..” (el-Kasas, 77)
KARDEŞİNİN SIKINTISINI GİDERMEK
2. Kardeşlikte ikinci merhale ise; “...Sen onları sîmÂlarından tanırsın...” (el-Bakara, 273) Âyetinin sırrına ererek muhtac durumdaki kardeşinin istemesine gerek kalmadan sıkıntısını giderebilmektir. Bu Âyet-i kerîme, yuksek hay ve iffetlerinden dolayı zarûretlerini soylemekten cekinen din kardeşlerimizi sîmÂlarından tanıyabilecek kalbî hassÂsiyete ermemizi telkin etmektedir ki, bu yuksek bir kardeşlik ufkudur.
EcdÂdımız Osmanlılar ’ın yaptıkları imÂret, kervansaray ve misÂfirhÂnelerde, gelen yolcuların onune, onun kim olduğuna bakılmaksızın yemek konulur, butun yolcular, buralarda uc gun kalabilirdi. Giderken de şÃ‚yet ayakkabıları eskiyse yenisi verilirdi.
Zenginler, hapishÂneleri dolaşıp borcunu odeyemediği icin hapsedilmiş olanları kurtarırlardı.
Yine varlıklı mu ’minler, bilhassa RamazÂn-ı Şerîf ’te bakkalları gezip borc defterinden herhangi bir yaprağı actırır, borcun sahibini bilmeksizin hesabı oder, tıpkı sadaka taşlarında olduğu gibi, veren alanı, alan vereni gormeden, sırf rızÂ-yı ilÂhî icin hÂrikulÂde bir din kardeşliği yaşanırdı.
İşte bu kardeşlik şuurunun bir mahsûlu olarak Osmanlı ’da vakıf muesseseleri toplumu bir şefkat ağı hÂlinde ormuştur. Osmanlı doneminde -tespit edilebildiği kadarıyla- 26 bin kusur vakfın kurulmuş olması, ecdÂdımızın bu husustaki gayret-i dîniyyesini ve fazîletini gostermesi bakımından cok ibretlidir.
Bunlar icinde Bezm-i Âlem VÂlide Sultan ’ın Şam ’da kurduğu vakıf cok dikkat cekicidir. Vakfın hizmet sahası; hizmetkÂrların yanlışlıkla kırdıkları veya ziyan verdikleri eşyÂları, onların haysiyetleri rencide edilmesin diye tazmin etmektir.
EcdÂdımızın asırlar once îman vecdiyle sergilediği din kardeşliği hassÂsiyetleri, bugunku menfaatperest toplumların hayÂllerinin bile erişemeyeceği seviyededir.
KARDEŞİNİ KENDİSİNDEN AYRI GORMEMEK
3. Kardeşlikte ucuncu merhale, birr ’e ermek, yani kendisi icin sevip istediği şeyleri kardeşi icin de isteyebilmek, kardeşini kendisinden ayrı gormemektir.
Nitekim Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Kendi nefsi icin arzu ettiği bir şeyi, din kardeşi icin de arzu etmeyen kimse gercek mu ’min olamaz.” buyurmuştur. (BuhÂrî, ÎmÂn, 7)
Bu fazîlet merhalesinin en guzel misallerinden birini, Hazret-i Osman sergilemiştir. Zira Medîne ’de su sıkıntısı cekilirken Hz. Osman buyuk bir bedel odeyerek Rûme Kuyusu ’nu satın aldı ve muslumanlara vakfetti. RivÂyete gore kendisi de bu kuyudan su almak icin diğer mu ’minlerle birlikte sıraya girerdi.
EcdÂdımız Osmanlı ’da din kardeşini duşunme olgunluk ve hassÂsiyeti oyle yuksek bir nezÂket, zarÂfet ve incelik meydana getirmişti ki, bir evde hasta bulunduğu takdirde o evin penceresine kırmızı bir cicek konur, satıcılar ve hatt mahallenin cocukları bile oradan sukûnetle gecmek gerektiğini boylece anlar ve hastayı rahatsız edecek davranışlardan kacınırlardı.
ALLAH İCİN BİRBİRİNİ SEVMENİN ZİRVESİ
4. Din kardeşliğinde en yuksek derece ise, îsar makÂmıdır ki, mu ’min kardeşini kendi nefsine tercih etmek, kendi hakkını ona devredebilmek ve onu kendinden ustun tutmaktır. Gerektiğinde kendi mahrûmiyetine rÂzı olup din kardeşinin ihtiyacını kendi ihtiyacından once duşunebilmektir. İşte bu, sıddîkların, muttakîlerin, sÂlihlerin mertebesidir ve Allah icin birbirini sevmenin zirvesidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan