CÂfer-i SÂdık (r.a.) guler yuzlu, tatlı sozlu bir Hak dostu idi. Sîreti ve sûreti cok nurluydu. Buyuk dedesi Hazret-i Ali ’ye cok benzerdi. Son derece vakur ve mehÂbetli idi.CÂfer-i SÂdık (r.a.) her bakımdan oyle fazîlet sahibi bir insandı ki, mubÂrek sîmÂsına bakanlar, onun Peygamber sulÂlesinden olduğunu derhÂl fark ederlerdi.[1]

Onun mÂnevî olgunluk ve ustunlukleri, kendisi hakkında anlatılanlardan cok daha yuksek idi. O, bu yuceliği sebebiyle; “Şeyhu Benî HÂşim: Haşimoğulları Kabîlesi ’nin buyuğu” diye de isimlendirilmiştir.[2]

Şu hakîkati hatırlamak bile, onların fazîletini ifÂdeye kÂfîdir:

Butun mu ’minler, Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e salÂt u selÂm getirirken, O ’nun Ehl-i Beyt ’ine ve nesline de du ederler. Hatt namazda tahiyyÂttan sonra Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ve O ’nun Ehl-i Beyt ’ine salÂt u selÂm getirilmediği takdirde, namaz kÂmil mÂnÂsıyla ed edilmiş sayılmaz.

DERTLERE DEVA OLDU

CÂfer bin Muhammed (r.a.) cok comert bir Allah dostu idi. Fakir fukarÂyı doyurur, muhtaclara infÂk ederdi. Fakir duşmekten korkmaksızın o kadar infaklarda bulunurdu ki, neredeyse kendi Âilesine bir şey bırakmazdı.[3]

Gizlice infÂk etme ve dertlere dev olma hususunda, muhterem dedesi ZeynelÂbidîn Hazretleri ’ne benzerdi. Nitekim ZeynelÂbidîn Hazretleri, karanlık basınca, ekmek, et, para gibi malzemelerle doldurduğu torbasını omzuna alıp dışarı cıkar ve kimsenin haberi olmadan fukarÂnın kapılarının onune ihtiyac duydukları şeyleri bırakırdı. Bu durum ancak vefÂtından sonra, fukarÂnın sahipsiz kalması neticesinde anlaşılabilmişti.[4]

Nitekim ZeynelÂbidîn Hazretleri ’nin mubÂrek naaşı yıkanırken de, sırtında ici su toplamış buyukce yaralar goruldu. Sebebi araştırıldığında bunların, fukarÂya erzak cuvalı taşımaktan dolayı oluştuğu anlaşıldı.[5]

YOKLUKTA DA BOLLUKTA DA ALLAH'I UNUTMADI

CÂfer-i SÂdık (r.a.), son derece mahviyet sahibiydi. SufyÂn-ı Sevrî Hazretleri, bir gun onun uzerinde kıymetli bir elbise gormuştu. Bunu Peygamber Efendimiz ’in nesline yakıştıramadığını soyleyince, CÂfer-i SÂdık (r.a.) altındaki kıldan dokunmuş sert yun elbiseyi gosterdi. İcinde yaşadıkları devirde maddî imkÂnlar bollaştığı icin herkesin giydiği guzel elbiselerden giymenin daha munÂsip duşeceğini ifÂde ettikten sonra:

“–Alttakini Allah icin giydik, usttekini de sizin icin giydik. Allah icin olanı gizledik, sizin icin olanı da izhÂr ettik!” buyurdu.[6]

Hakîkaten, oyle bir toplum vasatında eski elbise giymek, kişiyi zÂhidlik taslamaya ve ucba surukleyebilirdi. CÂfer-i SÂdık Hazretleri bu davranışıyla, riyÂ, ucub, kibir ve tevÂzuun fahrı gibi gizli tehlikelerden korunmuş ve mahviyete riÂyet etmiş olmaktadır.

VERİLENE ŞUKREDER, VERİLMEZSE SABREDERDİ

CÂfer-i SÂdık (r.a.), futuvvet ehli bir zÂt idi. Bir gun Şakîk-ı Belhî g ona futuvvetin ne olduğunu sormuştu. O da:

“–Siz bu hususta ne diyorsunuz?” buyurdu. Şakîk (r.a.):

“–Verilirse şukrederiz, verilmezse sabrederiz.” dedi.

CÂfer-i SÂdık (r.a.):

“–Onu bizim Medîne ’nin kopekleri de yapıyor. Bize gore futuvvet, verilirse başkasını kendimize tercih etmek (îsÂr), verilmezse şukretmektir.” buyurdu.[7]

DUASI MAKBUL BİR HAK DOSTUYDU

CÂfer-i SÂdık Hazretleri, duÂsı makbûl bir Hak dostu idi. Ne zaman Allah TeÂl ’dan bir şey istese, daha duÂsı bitmeden o şey onunde hazır olurdu.[8] Onun buna benzer daha pek cok kerÂmetleri zikredilir.[9]

Bu yuksek fazîletleri sebebiyle, CÂfer-i SÂdık Hazretleri daha hayattayken kendisi hakkında bÂzı yanlış inanışlar, aşırı yuceltmeler ve yalanlar uydurulmaya başlandı. O bunlardan cok rahatsız olur, onları hep reddeder ve yalanlardı.[10]

Nitekim AbdulcebbÂr bin AbbÂs HemedÂnî, beraberinde bulunanlarla birlikte Medîne-i Munevvere ’den yola cıkmak istediklerinde, CÂfer-i SÂdık g onların yanına geldi ve:

“–İnşÃ‚allah siz şehrinizin sÂlihlerindensiniz. Benden şehrinizin ahÂlisine haber verin ki; kim benim kendisine itaat edilmesi mecbûrî, mÂsum (gunahsız) bir imam olduğumu iddi ederse, ben ondan uzağım! Yine kim benim Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Omer ’i sevmeyip onlardan yuz cevirdiğimi iddi ederse, ben ondan uzağım!”[11]

Bu ve benzeri rivÂyetler, birbirini desteklemekte ve hepsi de Ehl-i Beyt ’in ve CÂfer-i SÂdık Hazretleri ’nin, Hazret-i Ebû Bekir ve Hazret-i Omer ’e olan muhabbetlerini acıkca gostermektedir. Ehl-i Beyt ’e nisbet edilen bunun hÂricindeki sozler ise, buyuk bir iftirÂdan ibÂrettir. Nitekim CÂfer-i SÂdık g, RÂfızîler ’e kızar, onların, buyuk dedesi Hazret-i Ebû Bekir ’e gizli ve acıktan dil uzattıklarını işittikce onlara buğzederdi.[12]



[1] Ebû Nuaym, Hilye, III, 193; Zehebî, Siyer, VI, 257.

[2] Zehebî, Siyer, VI, 255.

[3] Ebû Nuaym, Hilye, III, 194; Zehebî, TÂrîh, IX, 89.

[4] Ebû Nuaym, Hilye, III, 136.

[5] İbn-i Kesîr, el-BidÂye, IX, 112, 122.

[6] Ebû Nuaym, Hilye, III, 193; Zehebî, Siyer, VI, 261-262.

[7] Kuşeyrî, er-RisÂle, II, 384.

[8] HÂnî, el-HadÂik, s. 129.

[9] HÂnî, el-HadÂik, s. 128-129.

[10] Muhammed Ebû Zehra, a.g.e, s. 37, 58.

[11] Zehebî, Siyer, VI, 259, TÂrîh, IX, 90; Mizzî, a.g.e, V, 82.

[12] Zehebî, Siyer, VI, 255.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan