
İnsanlık tarihinin ilim ve hikmet acısından en onemli donemi olan İslam medeniyetini inşa eden Muslumanların ilme bakışını şekillendiren en onemli kaynak şuphesiz Kur ’an-ı Kerim ’in ayetleri ve Hz. Peygamber ’in hadis-i şerifleridir. Bu bağlamda oluşan ve gelişen bilgi mefkûresinde Muslumanlar, oncelikle ilmin bizatihi kendisini muhterem kabul ederek kısa surede din, matematik, tıp, felsefe, fizik, kimya, astronomi gibi ilmin butun dallarında buyuk bir muktesebat oluşturmuşlar. Peki bugun ne durumdayız? Medeniyetimizin kayıp iki anahtarı ilim ve tefekkur...Hz. İsa ’dan yaklaşık 6 asır sonra Allah, İslam ’ın son vahyini Hicaz yarımadasında kabileler hÂlinde yaşayan bir cahiliye toplumuna gondermiştir. 610 yılında gelen ilk vahiyden yirmi yıl sonra, insani değerlerin kaybolduğu cahiliye donemi, butun erdemlerin en guzel orneklerinin yaşadığı asrısaadete donuşmuştur. Farklı ırk ve inanclara mensup insanları bir araya getiren yazılı bir hukuk metni oluşturulmuş, donemin super gucleriyle boy olcuşen guclu ordular kurulmuştur. İlk vahiyden yaklaşık bir asır sonra ise Afrika ’dan Balkanlar ’a, İspanya ’dan Orta Asya ’ya dunyanın her yerine ulaşan İslam medeniyeti ortaya cıkmıştır.
Kısa surede cok buyuk bir coğrafyayı etki altına alan Muslumanların askerî guc ile varlıklarını devam ettirdiğini duşunmek her şeyden once akla aykırı bir durumdur. Tarihin en buyuk inkılabını ifade eden soz konusu buyuk değişim ve donuşumun en onemli dinamiklerinden biri Muslumanların ilim ve tefekkure verdiği onemdir. Nitekim ilk vahyi “oku” olan ve her daim bilgiyi, tefekkuru yucelten bir kitabın mensupları olarak Muslumanlar, gittikleri yerleri ilim merkezleri hÂline getirmişler, ilmi insanlığa hizmete donuşturmuşler, boylece cok kısa surede dunyanın oznesi olmuşlardır.
OKUMAK İLAHÎ BİR EMİRDİR
Allah ’ın ilk vahiy olarak sectiği ve insanlığın onune en onemli hedeflerden biri olarak koyduğu “oku” emrine yakından bakıldığında iki husus dikkat cekmektedir. Birincisi, soz konusu fiilin anlam boyutları da goz onunde bulundurulduğunda, ayette murat edilen gelişiguzel şekilde, literal bir okuma biciminden ote hakikati, varlığı anlamaya, fark etmeye, idrak etmeye ve ozumsemeye dayalı bir okumadır. İkincisi, “okumak” gecişli fiilinin nesnesi zikredilmeyerek eylem sınırlandırılmamış, “neyi” sorusunun cevabı boş bırakılmıştır. Soz konusu ayette oku emrine sadece “Allah ’ın adıyla” kaydı duşulmuştur. Bu kayıt hem Muslumanların ilke ve gaye olarak ilme bakışını hem de İslam medeniyetinin ilim perspektifini anlayabilmek acısından oldukca onemli bir referanstır. Zira okumaktan maksat kişinin kendini, rabbini, gayesini ve varoluşu tanımasıdır.
İslam medeniyetinin buyuk şairlerinden Yunus Emre bu hakikati:
“İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir.
Sen kendin bilmez isen / Ya nice okumaktır.
Okumaktan murat ne / Kişi Hakk ’ı bilmektir.
dizeleriyle yalın ve acık şekilde ifade etmiştir.
İslam inancına gore, varlık Âleminin oznesi olarak yaratılan insan; iyiyi kotuyu, doğruyu yanlışı, guzeli cirkini, faydalıyı zararlıyı anlayabilme kabiliyetini haiz, bilgi ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. Nitekim ilk insan ve peygamber Âdem ’in (a.s.) bizlere tanıtılırken one cıkan ozelliği, isimleri ve eşyanın hakikatini bilmesidir. Hz Âdem ’den beri gelen butun vahiylerin ve peygamberlerin temel gayelerinden biri de insanı, kendisi, rabbi, cevresi, yaratılış gayesi gibi konularda doğru bilgi sahibi yapmaktır. Aynı şekilde, Kur ’an-ı HÂkim yuzlerce ayette insanı, kendi varlığı, hayat seruveni, tabiat, evren, ahiret ve varoluşa dair tefekkure ve akletmeye davet etmektedir.
İSLAM MEDENİYETİ İLİM, HİKMET VE TEFEKKUR MEDENİYETİDİR
İnsanlık tarihinin ilim ve hikmet acısından en onemli donemi olan İslam medeniyetini inşa eden Muslumanların ilme bakışını şekillendiren en onemli kaynak şuphesiz Kur ’an-ı Kerim ’in ayetleri ve Hz. Peygamber ’in hadis-i şerifleridir. Bu bağlamda oluşan ve gelişen bilgi mefkûresinde Muslumanlar, oncelikle ilmin bizatihi kendisini muhterem kabul ederek kısa surede din, matematik, tıp, felsefe, fizik, kimya, astronomi gibi ilmin butun dallarında buyuk bir muktesebat oluşturmuşlar, binlerce eser telif etmişler ve buluşlar gercekleştirmişlerdir. Oyle ki VII. yuzyıldan Ronesansa kadar yaklaşık 7 asır bilimin butun alanlarında Muslumanlar insanlığın ufkunu aydınlatmış; ilmin, icadın oncusu olmuşlardır.
Nitekim Ronesans ve reform surecleriyle Batı'nın yaşadığı bilimsel atılımların temelinde Batı dunyasının, başta Endulus İslam Devleti olmak uzere Muslumanların ilmi eserleriyle tanışmasının onemli bir etken olduğu musellem bir husustur.
İslam medeniyetinin parlak donemleri boyunca Muslumanlar ilimle ilişkilerini ibadet anlayışı, kulluk bilinci, sorumluluk duygusu ve guzel ahlak ekseninde kurmuşlar ve geliştirmişlerdir. İlmin butun alanlarında dev eserler veren Âlimler, hayatın gerceklerinden kopmadan, yaşadıkları cağın meselelerini dikkate alan bir yaklaşımla calışmışlardır. Hayati bir nokta olarak Muslumanlar bilgiyi ve geliştirdikleri teknolojiyi, guc devşirmek, tahakkum etmek, somurmek icin değil, butun insanlığın huzuru, refahı ve guvenliği icin kullanmışlardır.
İslam medeniyetinde ilimler bugunku manada İslami olan/olmayan şeklinde tasnif edilmemiştir. İlmî bir cabanın makbul ve meşru olması icin hakikate işaret etmesi ve hayata katkıda bulunması yeterli gorulmuştur. Dahası Muslumanlar buyuk bir ozguven ve hakikat bilinciyle insanlığın kadim birikimiyle yuzleşmekten cekinmemişler; Roma, Fars, Hint vb. havzalarla karşılaşmaktan kacınmamışlar ve diğer kulturlerin meydan okumalarının ustesinden gelmişler hatta kadim birikimi vahiy potasında eriterek icselleştirmişlerdir.
İslami bakış acısına gore ilimlerin nihai amacı insanın Rabb'iyle, toplumla ve cevreyle olumlu ilişkiler kurmasını temin etmektir. Nitekim ilme ve bilgiye vurgu yapan ayet-i kerimeler ve bu meyandaki hadis-i şerifler nihayetinde insanın Rabbi ve varlık dunyası ile ilişkilerine kılavuzluk etmektedir. Dolayısıyla İslam medeniyetinde bilgi, hikmet ve ahlak bir butun olarak gelişmiştir.
MODERN DONEM, İNSANLIĞIN DERİN ANLAM KRİZLERİ YAŞADIĞI KAOTİK BİR SURECTİR
XIX. yuzyıldan itibaren dunyanın, sosyal, siyasal, duşunsel, ekonomik ve coğrafi acıdan yeniden şekillendiğini gormekteyiz. Bu manada son iki asırdır, Batı merkezli bir yaklaşımla, insan, tabiat, ahlak ve hukuk tasavvurları koklu değişikliklere uğramış, insanın metafizikle ilişkisi yeniden belirlenmeye calışılmış, ozellikle bilgi alanında yaratıcıyı ve aşkın boyutu oteleyen parcacı bir bakış one cıkmıştır.
Esasında bugun, savaşlar, yoksulluk, somurgecilik gibi yeryuzunu bir trajedi yurduna ceviren felaketlerin; bireysel, toplumsal ve kuresel olarak yaşanan sorunların ve krizlerin temelinde, işte Batı merkezli gelişen bu bilim anlayışının insana, evrene ve hayata bakışındaki bencillik, ilkesizlik, carpıklık ve insanın Allah ’la ilişkisi bağlamında oluşturduğu marazi ve paradoksal yaklaşım vardır.
İSLAM TOPLUMLARI, İLİMLE İLİŞKİSİNİ COK BOYUTLU OLARAK YENİDEN ELE ALMAK ZORUNDADIR
Soz konusu donemin kaotik sureclerinden en fazla İslam toplumları etkilenmiştir. Musluman toplumların duşunce dunyası Batı ’nın dikte ettiği argumanlar ile kuşatılarak kokleri ve medeniyet değerleriyle ilişkisi zayıflatılmaya calışılmıştır.
XIX. yuzyıldan itibaren ve ozellikle I. Cihan Harbi ’nden sonra ise İslam dunyasındaki coğrafi değişiklikler, yaşanan siyasi, sosyal, kulturel travmalar butun alanları etkilemekle beraber en fazla eğitim ve ozelde de din eğitimi alanını etkilemiş; İslam ’ın ilim, insan, ahlak, hukuk, sanat, estetik, edebiyat muktesebatı ve perspektifi surekli otelenmiştir.
Dolayısıyla bugun tarihinin en zor donemini yaşayan İslam dunyası, onemli ve oncelikli mesele olarak son iki asırdır dunyada yaşananları yeniden okuyarak butun boyutlarıyla ilim ile kurduğu iletişim ve etkileşimin şekli, metodu ve niteliği hususunda ciddi ve kapsamlı bir tefekkur, muhasebe ve oz eleştiri yapmaya mecburdur. Zira yaşanan değişme ve gelişmeleri doğru anlamadan dunyanın geleceğine etki etmek ya da katkıda bulunmak mumkun değildir.
Ozellikle asırlardır bir sekinet yurdu olan İslam coğrafyasını kan ve gozyaşı diyarı hÂline getiren sebepler iyi tespit edilmeli; dunya savaşları, işgaller, somurgecilik, egemen guclerin pozisyonları vb. durumlar ile sosyal, siyasal, kulturel, askerî, teknolojik, bilimsel ve felsefi gelişim/değişimler ve bunun kuresel etkileri ve sonucları sağlıklı bir şekilde değerlendirilmelidir.
Musluman toplumların, zamana ve olaylara gecikmişliğinin temel sebebi, ilim ve tefekkur geleneğini kaybetmesidir. Boylece, yerini, etkisini, gucunu, zeminini, ufkunu, umudunu ve ozguvenini kaybetmiştir.
Farklı din, dil, ırk, ideoloji mensuplarının saygı ve hoşgoru icinde bir arada yaşamasını, butun yeryuzunun huzur ve guvenini sağlayan evrensel bir bakışı, hukuk ve ahlak nizamını temin eden buyuk bir ilim ve tefekkur geleneği kaybolunca aynı inancın, kitabın ve peygamberin muntesipleri olan Muslumanlar kendi aralarında mezhep ve meşrep kavgaları yaşamaya başlamışlardır. Boylece din istismarı, dinî kavram ve ilkeleri kullanan teror orgutleri İslam coğrafyasının ciddi sorunlarından biri hÂline gelmiştir.
Dolayısıyla bugun İslam dunyası ilimle ilişkisini cok boyutlu şekilde yeniden ele almak, paradigmalarını, insan yetiştirme duzenlerini ve akademik mekanizmalarını gozden gecirmek zorundadır.
BİLGİ URETMEYENLER, URETİLEN BİLGİNİN TAKİPCİSİ HATTA MAHKÛMU OLMAYA MECBURDUR
Bilinen bir realite olarak, bilgi en buyuk guctur. İyilik icin kullanılırsa insanlığa hizmete, hukuk ve ahlak tanımayan insanların elinde ise insanlık icin felakete donuşur.
İslam dunyası imkÂn ve mesaisinin buyuk bolumunu, bilim, teknik, tıp, sosyal bilimler, dahası ilahiyat alanında bilgi uretme, bilgiyi guncelleme, değere donuşturme ve hayata kılavuz yapma konusundaki calışmalara ayırmak zorundadır. Bilgiyle, hikmet ve tefekkurle yeniden oze donmek, ortak zemini sağlamlaştırmak, doğru bilgiyle yaşanan cağın sorunlarına cozum uretmek zorundadır. Ozellikle bilgiye, ferasete, şuura ve ahlaka dayalı bir dindarlığı geliştirmek ve guclendirmek zorundadır. Zira yaşanan hayatı, sorunları, sosyal gerceklikleri dikkate almayan, aklı ve doğru bilgiyi onemsemeyen bir din anlayışı marjinal alanlar oluşmasına neden olmakta, dahası İslam ’ın ve Muslumanların geleceğini tehdit eden boyutlara ulaşan bir guvenlik meselesine donuşebilmektedir.
Dolayısıyla hem son yuzyılın hayata gecikmişliğini telafi etmek hem de bugune ve geleceğe gec kalmamak adına ilim muesseselerimizi amac, muhteva ve işlevsellik yonuyle, sosyal ve kuresel gerceklikler goz ardı edilmeden, cok boyutlu olarak kapsamlı, disiplinli ve uzun vadeli calışmalarla, kendimizle yuzleşmekten cekinmeden muzakere etmek ve geliştirmek zorundayız.
Bu meyanda ilim ile hikmeti, ahlakı, hukuku butunleştirerek insanlığın aydınlık geleceğine katkıda bulunmayı ibadet ve sorumluluk sayan bir bilincin inşasına her zamankinden daha cok ihtiyacın olduğu aşikÂrdır.
Kaynak: Diyanet Dergi - Mustafa Irmaklı | DİB Diyanet İşleri Uzmanı
İslam ve İhsan