
Hz. Eyup'un (a.s.) hastalığı neydi? İsmi bilinmeyen bir hastalık ile Hz. Eyup ’un (a.s.) imtihanı.AllÂh TeÂlÂ, Eyup ’e -aleyhisselÂm- son olarak Kur ’Ân-ı Kerîm ’de ismi belirtilmeyen bir hastalık[1] verdi. Hastalığı o derece arttı ki, hic kimse yanına uğramaz oldu. Yalnız, şefkat timsÂli hanımı Rahîme HÂtun, eşsiz bir sadÂkat ve vef orneği sergileyerek O ’nun hizmetine devÂm etti. El işi yaparak maîşet te ’mînine calıştı. Her turlu hizmeti severek îf etti.
Eyup -aleyhisselÂm-, bu hastalığında da hÂlinden şikÂyetci olmadı. Rabbine sığınarak sabretti, hamd u senÂsına devÂm etti. Nebevî bir edeb gostererek hastalık ve yorgunluğunu şeytana izÂfe etti. Bu hÂl, Âyet-i kerîmede şoyle bildirilmektedir:
“(Rasûlum!) Kulumuz Eyup ’u de an! O, Rabbine: «Doğrusu şeytan, bana bir yorgunluk ve eziyet verdi.» diye seslenmişti.” (SÂd, 41)
Cunku şeytan, Eyup -aleyhisselÂm- ’ın guzel hÂline hased edip kendisine musallat olmak iştemişti. Fakat Eyup -aleyhisselÂm- her şeyin AllÂh ’tan olduğunun idrÂki, tevekkulu ve teslîmiyeti icindeydi.
Eyup -aleyhisselÂm- ’ı şukur, hamd ve rız hÂlinden uzaklaştırma husûsunda butun cabaları boşa giden şeytan, bu defa şehir halkına vesvese vermeye başladı:
“–Aman Rahîme ile goruşup kendisine yardımcı olmayın! Yoksa Eyup ’un hastalığı size de gecer! Derhal onu şehrinizden kovun!” dedi.
Şehir halkı da bu fesÂda meylederek Rahîme ’ye:
“–Eyup ’le beraber burayı terk edin! Yoksa sizi taşlayarak oldururuz!” diye tehdîd ettiler.
Rahîme HÂtun, cÂresiz kalarak Hazret-i Eyup ’u sırtına aldı ve oradan ayrıldı. Şehir dışında bir yer edindi. Eyup -aleyhisselÂm- ’ın altına kumlar yayıp başına taştan yastık koydu. Sonra da kucuk bir kulube yaptı ve hizmetine sadÂkatle devÂm etti.
AllÂh ’ın sabırlı peygamberi Hazret-i Eyup bu durumda bile, oradan gelip gecenlere “emr-i bi ’l-ma ’rûf ve nehy-i ani ’l-munker”de bulunuyordu.
Zevcesi Rahîme HÂtun, gecimlerini temin icin şehirdeki hanımlara iplik bukmekteydi. Bir ara efendisine:
“–Sen bir peygambersin! AllÂh TeÂl ’dan sıhhat ve Âfiyet istesen de bu dertleri Sen ’den alsa!” deyince Eyup -aleyhisselÂm-:
“–Sıhhat ve Âfiyetle gecen gunlerimiz ne kadardı?” diye sordu.
Rahîme HÂtun:
“–Seksen yıl idi.” dedi.
Bunun uzerine Hazret-i Eyup:
“–Ey Rahîme! Şiddet ve bel zamÂnı sıhhat ve saf suresi kadar olmadan CenÂb-ı Mevl ’ya şikÂyet etmekten hay ederim. AllÂh TeÂlÂ, bizlere nîmetler verirken (rÂzı oluyoruz da), O ’ndan gelen belÂlara nicin sabretmeyelim?!” dedi.
Hazret-i Eyup ’un bu tahammul otesi sabrı, Âyet-i kerîmede medhedildiği gibi, hadîs-i şerîfte de sen buyrulmuştur:
“Hazret-i Eyup, insanların en halîmi, en sabırlısı ve en cok gazabını (ofkesini) yeneni idi.” (İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, III, 201)
O ’nun Hakk ’a karşı rızÂsı tam ve kusursuzdu. Sanki şu şiir, O ’nun yuksek sabır ve teslîmiyet hÂlini yansıtmaktadır:
Hoştur bana Sen ’den gelen,
Ya gonca gul, yÂhut diken,
Ya hil ’at u yÂhut kefen,
NÂrın da hoş, nûrun da hoş!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan