
Davut Aleyhisselam ’ın imtihanı...Davut -aleyhisselÂm-, bazı imtihanlara mÂruz kalmış, netîcede kendisine beşerî zaafları ve muhtemel hatÂları bildirilmiştir. O da hemen tevbeye yonelmiş ve boylece CenÂb-ı Hak, O ’nu bağışlayarak, ebediyete uzanan yoldaki tehlikeleri O ’na oğretmiştir.
Birgun Davut -aleyhisselÂm- ibÂdetle meşgûl olduğu esnÂda iki kişi geldi. HÂlbuki ibÂdet ve zikir icin mÂbedde halvet hÂlinde iken O ’nun yanına hic kimse girmezdi. Hazret-i Davut -aleyhisselÂm-, ansızın cereyÂn eden bu durum karşısında telaşlandı. Cunku kapısı kapalı olan mÂbede, hic kimse bu şekilde giremezdi. Her ne kadar ibÂdet vakti icinde bulunduğunu soylediyse de onlar dinlemeyerek:
“–İbÂdetin gunu olmaz!” dediler ve arzularını şoyle dile getirdiler:
“–Korkma! Biz birbirinin hakkına tecÂvuz etmiş iki dÂvÂcıyız. Huzûruna muhÂkeme olmak icin geldik. Aramızda adÂletle hukmet!”
Davut -aleyhisselÂm-:
“–O zaman buyurun!” dedi.
İki dÂvÂcıdan biri dedi ki:
“–Kardeşimin 99 koyunu, benimse bir koyunum var. Buna rağmen o, bendeki bu bir tek koyunu da almak istedi ve beni tartışmada yendi.”
Davut -aleyhisselÂm-, hÂdisede bir haksızlık gorerek galeyÂna geldi ve diğer tarafa hicbir şey sormadan şoyle dedi:
“–O bir tek koyunu da almak istiyorsa, kardeşin sana zulmediyor. AllÂh TeÂl ’ya îmÂnı olmayan kimseler, boyle zulmeder. İyi insan da zÂten pek az bulunur.” dedi.
Onlar da gulduler ve gittiler.
Davut -aleyhisselÂm-, hukum vermede aceleci davranmış ve karşı tarafı hic dinlemeden kararını vermişti. HÂlbuki meselenin butun vechesi veya bir kısmı, karşı taraf dinlenildiği takdirde değişebilir; haklı zannedilen haksız, haksız gorulen de haklı cıkabilirdi. Bunun icin DÂvûd -aleyhisselÂm-, dÂvÂcıların ayrılmasının hemen ardından hat yaptığını anladı ve bunun ilÂhî bir imtihan olduğunu fark ederek derhal secdeye kapandı; tevbe ve istiğfarda bulundu. AllÂh TeÂl da kendisini affetti.
Bunlar, peygamberlere bile AllÂh TeÂl karşısındaki acziyetlerini idrÂk ettirmek ve onlara tÂbî olanların tÂkip edeceği usûl ve hikmetlerin teşekkulunu sağlamak hikmetine binÂen vukû bulan hÂdiselerdir. Bu durum, onların peygamberliğine ve ismet sıfatlarına asl halel getirmez. Mufessirler nazarında bu tur imtihanlar; “hasenÂtu ’l-ebrÂr, seyyiÂtu ’l-mukarrabîn.”[1] hukmu dÂhilindedir. YÂni peygamberlerin yaptıkları hat şeklinde gorunen hÂdiseler, bizler de aynı hatÂya duştuğumuzde nasıl hareket etmemiz gerektiğini gostermek icin vukû bulmuştur.
HÂdise, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de şoyle anlatılır:
“(Ey Muhammed!) Sana dÂvÂcıların haberi ulaştı mı? MÂbedin duvarına tırmanıp, DÂvûd ’un yanına girmişlerdi de, DÂvûd onlardan korkmuştu.
«–Korkma! Biz birbirine hasım iki dÂvÂcıyız, aramızda adÂletle hukmet, haksızlık etme; bize doğru yolu goster!» dediler.” (SÂd, 21-22)
“(Onlardan biri şoyle dedi

«–Bu kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benimse bir tek koyunum var. Boyle iken: “–Onu da bana ver!” dedi ve tartışmada beni yendi.»” (SÂd, 23)
“DÂvûd: «–And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakların coğu, birbirlerinin haklarına tecÂvuz ederler. Yalnız îmÂn edip sÂlih ameller işleyen kimseler mustesnÂ! Fakat bunlar ne kadar da az!» dedi.
Davut, kendisini denediğimizi anladı ve Rabbinden mağfiret dileyerek, eğilip secdeye kapandı; tevbe edip AllÂh ’a yoneldi.” (SÂd, 24)
“Sonra bu tutumundan dolayı O ’nu bağışladık. Şuphesiz katımızda O ’nun icin bir yakınlık ve guzel bir Âkıbet vardır.” (SÂd, 25)
Dipnot:
[1] EbrÂr (hayr u hasenÂt ve takv sÂhipleri) icin hasene (sevap) olan bazı hÂl ve ameller, onlardan daha ust mertebede bulunan mukarrebler (AllÂh ’a cok yakın kullar) icin seyyie (gunah) addedilir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan