Altın Silsile ’nin beşinci halkası, Arifler Sultanı BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin hayatı...BÂyezîd -i BistÂmî -rahmetullÂhi aleyh- (Altın Silsile 6) - Sesli Kitap

Ebû Yezîd Tayfûr bin Îs Hazretleri, hicrî 161 (m. 777) senesinde Bistam ’da[1] dunyaya geldi. Babası Îs Efendi, gÂyet dindar ve sÂlih bir zÂt idi. Annesi de son derece iffetli, ahlÂklı, hay sahibi, mutevÂzı, ibadet ehli, sÂliha bir hanımdı. Cokca du eder ve rakik kalbi Allah korkusuyla carpardı. Hayatın değişen şartları ve acı-tatlı surprizleri karşısında dÂim AllÂh ’ın takdîrinden rÂzı olarak yaşar ve her ahvÂlde Hakk ’ın rızÂsını kazanmaya calışırdı.[2]
BÂyezîd Hazretlerinin hÂrikulÂde hÂlleri, daha doğmadan başlamıştı. Annesi ne zaman ağzına şupheli bir lokma alacak olsa bebek tepinmeye başlar, lokmayı ağzından cıkarıncaya kadar bu hareketi devam ederdi.[3]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin, CÂfer-i SÂdık Hazretlerinin torunu İmÂm Ali Rız Hazretlerinden istifÂde ettiği nakledilmektedir.[4]
ÂRİFLER SULTÂNI (SULTÂNU ’L-ÂRİFÎN) BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, ilÂhî muhabbet deryÂsına dalmış bir Hak Âşığı idi. Devamlı olarak bedenini mucÂhede, kalbini de muşÃ‚hede hÂlinde tutardı. Tasavvuf yolunun ince ve derin mÂnÂlarına Âşin idi.[5] Bu sebeple kendisine SultÂnu ’l-Ârifîn (Ârifler SultÂnı), Seyyid-i ÂrifÂn, Pîr-i BistÂm gibi sıfatlar verildi. Sonraki devirlerde bir velîyi medhetmek icin; “Asrın BÂyezîd ’i” ifÂdesinin kullanılması bile, onun mÂnevî mertebesini ifÂdeye kÂfîdir.
BÂzı insanlar onun tevhid ve hakîkat ilimlerine dÂir sozlerini anlayamadıkları icin ceşitli ithamlarda bulunmuş, ona birtakım yanlış fikirler izÂfe etmişlerdir. Bu ithamlara ehemmiyet verilmemelidir.[6]
BÂYEZİD-İ BİSTAMİ HAZRETLERİNİN GENCLİĞİ BÂyezîd Hazretleri daha cocukken, ilerde buyuk bir Allah dostu olacağının emÂrelerini sergiliyordu. Her hÂl ve hareketi olculu, sozleri hikmetli, bakışları derin ve mÂnÂlı, yuzu ise nurlu idi.
O zamanın meşhur mutasavvıflarından Şakîk-ı Belhî g hacca giderken BistÂm ’a uğramış, bir cÂmi yanında oynayan cocuklar arasındaki BÂyezîd ’i hemen fark etmişti. Şakîk o cÂmide vaaz ederken, BÂyezîd cocuk hÂliyle gelip pur edep onu dinledi. BÂyezîd ’in hÂli Şakîk ’in dikkatinden kacmadı ve firÂset gostererek:
“–Bu cocuk ilerde mÂneviyat ricÂlinden bir yiğit olacak!” buyurdu.[7]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri Namaza Nasıl Başladı? BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri kucuk yaşta Kur ’Ân-ı Kerîm okumaya başlamıştı. “Ey ortunup burunen! Birazı hÂric, geceleri kalk namaz kıl!”[8] Âyet-i kerîmesine gelince babasına:
“–Babacığım, CenÂb-ı Hak burada kime hitÂb ediyor?” diye sordu. O da:
“–Yavrucuğum, CenÂb-ı Hak burada Resûlullah Efendimiz ’i kastediyor. Rabbimiz daha sonra TÂh Sûresi ’nde bu hukmu hafifletti.” dedi.
BÂyezîd Hazretleri okumaya devam edince; (Rasûlum!) Sen ’in, gecenin ucte ikisine yakın kısmını, yarısını ve ucte birini ayakta ibadetle gecirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (boyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gunduzu takdîr eden, (icinde olup bitenleri kÂmilen olcup bicen) ancak Allah TeÂl ’dır…”[9] Âyet-i kerîmesine geldi:
“–Babacığım, ben gece ibadete kalkan bir grup insandan bahsedildiğini işitiyorum!” dedi. Babası:
“–Evet yavrum, onlar Resûlullah Efendimiz ’in ashÂbıdır.” dedi.
Bunun uzerine BÂyezîd Hazretleri:
“–Babacığım, Rasûlullah ve ashÂbının yaptığı bir şeyi terk etmekte ne hayır olabilir ki?!” dedi.
O gunden sonra babası gecelerini ibadetle gecirmeye başladı.
Bir gece BÂyezîd Hazretleri uyandı ve:
“–Babacığım, bana da namazı tÂlim et ki seninle birlikte namaz kılayım!” dedi.
Babası ise:
“–Uyu, sen daha kucuksun!” dedi.
BÂyezîd Hazretleri şu karşılığı verdi:
“–Babacığım, kıyÂmet gunu insanlar amellerini gormek icin mezarlarından fırlayıp boluk boluk huzûr-i ilÂhîye vardıkları zaman,[10] Rabbim bana;
«–Dunya hayatında ne amel işledin ey kulum?» diye sorduğunda ben de:
«–Ey Rabbim! Babama; “Bana namazı oğret, seninle birlikte namaz kılayım!” dedim, o ise bana “Uyu, sen daha kucuksun!” dedi.» diyeceğim.”
Bunun uzerine babası:
“–Hayır, vallÂhi boyle soylemeni istemem!” dedi ve oğluna namazı tÂlim etti. Bundan sonra BÂyezîd Hazretleri de cocuk yaşında geceleri hep kalkar ve teheccud namazı kılardı.[11]
Hizmet Edilecek İki Kapı Annesi onu mektebe gondermişti. “...Bana ve ana-babana şukret!..” (LokmÂn, 14) Âyet-i kerîmesine geldiklerinde, BÂyezîd Hazretleri hocasından bu Âyetin îzÂhını istedi. Yapılan tefsîr onu derinden sarstı. Kalemi-defteri bıraktı, izin alıp koşa koşa eve geldi ve kendisini annesinin kollarına attı. Hem ağlıyor, hem de:
“–Ne olur anneciğim!” diye yalvarıyordu. Annesi bu duruma şaşırdı:
“–Ne oldu yavrum?” diye sordu.
BÂyezîd Hazretleri şoyle dedi:
“–Bir şey olmadı anneciğim! Bugun bir Âyet-i kerîme dinledim. Allah TeÂl bu Âyette hem kendisine hem de sana hizmet etmemi istiyor. Cok muteessir oldum! Ben iki evde nasıl hizmetcilik yapayım? Buna benim gucum yeter mi? Ya hizmette kusur edersem!
Anneciğim, CenÂb-ı Hakk ’a du et, butun zamanımı sana hizmete vereyim ya da beni Yuce Rabbime bağışla, hep O ’na ibadet edeyim!”
Oğlunun bu hÂline cok sevinen annesi:
“–EvlÂdım, dÂim hizmetinde bulunman icin seni AllÂh ’a adadım ve kendi hakkımı helÂl ettim.” dedi.[12]
Kulluk Edebi Bir gun hadis Âlimlerinden bir zÂt, kucuk yaştaki BÂyezîd-i BistÂmî ’yi gorunce ondaki guzel hÂl cok hoşuna gitti. Zek ve anlayışını olcmek icin sordu:
“–Guzel cocuk! Namaz kılmasını tam mÂnÂsıyla biliyor musun?”
BÂyezîd-i BistÂmî de ona:
“–Evet, AllÂh ’ın dilediği kadar kılabiliyorum.” cevÂbını verince:
“–Nasıl?” diye sordu.
BÂyezîd-i BistÂmî de:
“–Buyur y Rabbî, emrini yerine getirmek uzere huzûruna durdum, hissiyÂtıyla tekbîr alıyor, اَللّٰهُ اَكْبَرُ diyorum; Kur ’Ân-ı Kerîm ’i usûl ve kÂidelerine uygun bir şekilde tÂne tÂne okuyor; tÂzîm ile rukûya varıyor; tevÂzû ile secde ediyor; vedÂlaşarak selÂm veriyorum.” dedi.
O zÂt hayran kalarak:
“–Ey zekî cocuk! Sende bu derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına nicin izin veriyorsun?” diye sordu.
Zira o zÂt, bu takdir ve iltifatların, BÂyezîd ’in nefsini gurura sevk edebileceğini ve onun buna mahal vermemesi gerektiğini duşunuyordu.
Genc BÂyezîd-i BistÂmî ise şu ÂrifÂne karşılığı verdi:
“–Onlar hakîkatte benim başımı değil, Allah TeÂl ’nın beni suslediği o guzelliği meshediyorlar. Bana Âit olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl mÂnî olabilirim?”[13]
İşte gonlun ulaşması gereken kulluk edeplerinden biri de, bu misalde olduğu gibi, butun guzellikleri Allah ’tan bilmek, onu asl nefsine izÂfe etmemektir.
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN SUNNET-İ SENİYYE ’YE BAĞLILIĞI Hakk ’a vuslat yolunda mesÂfe alabilmek; ancak Kur ’Ân-ı Kerîm ’in hukumlerine itaat etmeye, Rasûlullah Efendimiz ’in Sunnet-i Seniyye ’sine riÂyet etmeye ve Allah dostlarının ornek hÂl, ahlÂk ve davranışlarına buyuk bir titizlikle tÂbî olmaya bağlıdır. BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri de butun Hak dostları gibi, Sunnet-i Seniyye ’yi buyuk bir şevk ile îfÂya gayret ederdi. Ondan zerre kadar tÂviz vermezdi.
Bir gun, insanlar arasında velî diye meşhur olmuş bir kişiyi gormek icin muridleriyle yola cıkmıştı. O zÂt evinden cıkıp mescide giderken, kıbleye doğru tukurdu. BÂyezîd Hazretleri, o zÂtın bu ham ve lÂkayd hÂlinden cok muteessir oldu ve selÂm bile vermeden hemen geri dondu. Talebelerine de şoyle dedi:
“–Bu zÂt Rasûlullah Efendimiz ’in oğrettiği edeplerden birine riÂyet hususunda bile guvenilir değil! Hakk ’ın esrÂrı hususunda kendisine nasıl guvenilecek!”[14]
Sunnete Bağlılık BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin şu sozleri, onun Sunnet-i Seniyye ’ye ne kadar bağlı olduğunu gostermeye kÂfîdir:
“Allah TeÂl ’dan beni yeme-icme ve zevce ihtiyacından kurtarmasını istemeyi duşundum, sonra kendi kendime:
«–Allah TeÂl ’dan boyle bir şey istemek benim icin nasıl cÂiz olabilir ki?! Rasûlullah r boyle bir şey istememiş!» dedim ve bu duşuncemden vazgectim.”[15]
BÂyezîd Hazretleri, her hÂlini Rasûlullah Efendimiz ’in hÂliyle mîzÂn ederdi. Efendimiz onun icin tam bir fiilî kıstas idi. Onun muhim nasihatlerinden biri de şoyledir:
“Kim Kur ’Ân-ı Kerîm kıraatini ve zuhd hayatını terk eder, cemaate devam etmez, cenÂzelere katılmaz, hastaları ziyaret etmez de sûfî olduğunu iddi ederse, o ancak bid ’atcidir.”[16]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri bir gun yolda gidiyor, bir genc de ayak izlerine basarak onu takip ediyordu. Şeyhin uzerinde bir kurk vardı. Genc:
“–Efendim, kurkunuzden bir parca verseniz de bereket ve feyzinizden istifÂde etsek!” dedi. Hazret ona şu muhteşem cevÂbı verdi:
“–Kurkunu değil, bizzat BÂyezîd ’in derisini giysen, onun yaptığı amelleri yapmadıkca bir fayda goremezsin!”[17]
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN NEFİSLE MUCÂHEDESİ BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, mÂnevî hayatının merhalelerini temsîlî bir ifÂdeyle şoyle îzah eder:
“On iki yıl nefsimin demircisi oldum, onu riyÂzat koruğune koyup mucÂhede ateşiyle kızarttım. Kınama orsune koyup melÂmet ve mahviyet cekiciyle dovdum. Sonra beş yıl nefsimin aynası oldum. Yani onu murÂkabeye aldım. Turlu turlu ibadet ve tÂat ile bu aynayı cilÂladım. Sonra bir yıl ibret gozuyle baktım ve rûhumda, gururdan, ibadetlerime guvenmekten ve amelimi beğenmekten meydana gelen buyuk bir iptilÂnın mevcut olduğunu gordum. Bu musîbeti kesip atmak icin beş yıl daha gayret ettim ve nihÂyet îmÂnım kemÂle erdi, İslÂm ’ın o rûhÂnî lezzetine yeniden nÂil oldum.”[18]
Yine BÂyezîd Hazretleri, şoyle buyurur:
“Her hastalığı tedÂvi edip iyileştirdim, ancak nefsimi tedÂvi kadar zor bir şey gormedim. HÂlbuki bana nefsimden daha değersiz ve kolay gelen bir şey yoktu.”[19]
“Nefsimi ilÂhî vuslata yolculuk yapmaya dÂvet ettim, bu zor yolculuk hususunda nefsim direndi ve bana gucluk cıkardı. Ben de nefsin butun dunyevî arzularını bertaraf ederek CenÂb-ı Hakk ’ın huzûruna yoneldim!”[20]
Allah ’a VÂsıl Olabilmek VelhÂsıl, CenÂb-ı Hakk ’a vÂsıl olabilmek icin nefsin arzularını bertaraf etmek ve benliğin dik yokuşlarını aşabilmek zarurîdir. Zira bir mu ’minin, enÂniyet ve nefsÂniyet tezÂhuru olan gurur, kibir, ihtiras, ofke gibi butun mÂnevî felÂketlerden kendini koruyabilmesi, ancak kendi aslının “yokluk ve hiclik” olduğunu lÂyıkıyla idrÂk etmesine bağlıdır. Bu gonul kıvÂmına erebilenler icin, cile ve ıztıraplar karşısında nefsin isyankÂr feryatlarını susturabilmek ve o imtihan tecellîlerinin hikmet tarafına teksîf olabilmek son derece kolaydır.
Nitekim BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri bir gun sokaktan gecerken yanlışlıkla uzerine kul dokulmuştu. Her tarafı kirlenen BÂyezîd Hazretleri, hicbir kızgınlık emÂresi gostermedi. BilÂkis AllÂh ’a şukredip elleriyle yuzunu sildi. Ardından da bu hÂdiseyi hikmet ve ibret nazarıyla seyrederek:
“–Aslında ben ateşe mustahaktım, ama CenÂb-ı Hak lûtfuyla beni affedip uzerime ateş yerine kul dokturdu de, beni mÂnen îkaz buyurdu. Bunda ne uzulecek ne de kızacak bir şey var!” dedi.[21]
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN ALLAH KORKUSU VE TAKV HAYATI BÂyezîd g, Allah TeÂl ’yı zikrederken buyuk bir vecd ve istiğrak hÂli yaşardı. Namaz kılarken, Âdeta kemiklerinin catırdadığı duyulurdu. Bu hÂl, onun CenÂb-ı Hakk ’a karşı duyduğu haşyetin ve ilÂhî emirlere bağlılığın bir eseri idi.[22]
Yalnızken bile Allah TeÂl ’nın huzûrunda olduğunu duşunerek dÂim diz ustu otururdu.[23] Şoyle buyururdu:
“Otuz senedir her namaz kılarken kendimi, nefsÂnî arzularını hakkıyla bertaraf edememiş bir zavallı gibi hissettim.”[24]
İki Şeyi Unutma Bir kişi gelip:
“–Bana oyle bir şey oğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun!” deyince BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri şoyle buyurdu:
“–Şu iki cumleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kÂfîdir:
1) Hak TeÂl sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve gorur. [O hÂlde kendini dÂim ilÂhî kameraların altında bil!]
2) Allah TeÂl ’nın senin ameline ihtiyacı yoktur. [Aksine senin O ’na muhtac olduğunun idrÂki icinde amel-i sÂlih işlemeye bak!]”[25]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ve Mecusi BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri bir gun cÂmiye gidiyordu. Yağmur yağmış, yollar camur olmuştu. Ayağı kayınca duşmemek icin oradaki duvara tutundu. Bu hengÂmede duvarı kirletmiş oldu. Sonra duşundu ve kendi kendine:
“–Henuz ezana vakit var. Once duvarın sahibine gidip helÂllik alsam daha iyi olacak!” dedi. Gidip duvarın sahibini buldu. Meğer adam mecûsî imiş. Durumu anlatıp helÂllik diledi. Mecûsî hayretle:
“–Dîniniz gercekten bu kadar dikkatli ve ihtiyatlı davranmanızı emrediyor mu?” diye sordu.
“–Evet!” cevÂbını alınca da:
“–O hÂlde ben de AllÂh ’a ve Rasûlu Muhammed Mustaf ’ya (s.a.v.) îmÂn ettim!” dedi. BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ’nin bu guzel davranışı bereketiyle o evdekilerin hepsi musluman oldu.[26]
BÂyezîd g, mescid ve tekkelerin hÂricinde hicbir duvara yaslanmazdı. Derdi ki:
“–Hak TeÂl her bir zerrenin hesÂbını soracaktır. Şu (duvara yaslanıp ona zarar vermek ise) zerreden daha buyuk bir haktır!”[27]
Bayram gunleri dışında BÂyezîd Hazretlerini orucsuz goren olmazdı. O, bu hÂlde iken AllÂh ’a kavuşmuştur. Onun buna benzer daha nice fazîlet misalleri eserlerde nakledilmektedir.[28]
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN ZUHD HAYATI BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerine gore zÂhid, hicbir mal ve mulke sahip olmayan kişi değildir. LÂkin asıl zÂhid, malını mulkunu kendine izÂfe etmeyen, hakîkatte hicbir şeye mÂlik olmadığı şuuru icinde yaşayan ve gonlunu fÂnî varlıklara esir etmeyen kişidir.[29]
Zira meşrû kazancıyla servet sahibi olan mu ’min de Hak katında makbûl bir kuldur. Boyle kullar dÂimÂ; “Mulk AllÂh ’ındır, hepsi Rabbimiz ’e Âittir, bizler ancak birer emÂnetciyiz.” idrÂki icinde olup, sahip oldukları her şeyden Allah yolunda infÂk ederler. FÂnî dunyanın aldatıcı oyuncaklarına gonul kaptırmaz, kalplerini dunya servetinin kasası olmaktan muhÂfaza ederler.
Şu ifÂdeler, BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin dunyaya bakış tarzını ne guzel hulÂsa eder:
“Dunyanın ne kıymeti var ki, ona karşı zÂhid davranmaktan bahsedilsin!”[30]
“Dunya, ehli icin aldanış icinde aldanıştır. Âhiret, ehli icin surur icinde sururdur. AllÂh ’a muhabbet ise nurdan bir surur ve nûr ustune nûrdur.”[31]
Dunya İle Âhireti Tercih Eden Kimselerin Vasıfları Yine BÂyezîd Hazretleri dunyayı tercih eden ile Âhireti tercih eden kimsenin vasıflarını şoyle sıralar:
Dunyayı Âhirete tercih eden kişinin:
- CÂhilliği bilgisinden,
- Gafleti zikrinden,
- Gunahı sevÂbından cok olur.
Âhireti dunyaya tercih eden sÂlih kişinin ise:
- Sukûtu konuşmasından,
- Fakirliği zenginliğinden (yani kanaati hırs ve tamahından),
- Son nefes endişesi, sevincinden fazla olur. Kalbinde muhabbet gÂlip olur. Sırrı, yakınlık makÂmında bulunur. Nefsi, hizmet bağıyla bağlanır. Kalbi, takv ve rızÂ-yı ilÂhî istikÂmetinde olur. Rûhu, sohbetin unsiyetiyle huzur bulur.”[32]
Hakîkî zuhde uc fasılda erdiğini ifÂde eden BÂyezîd Hazretleri; “Birinci fasılda dunya ve icindekilere, ikinci fasılda Âhiret ve icindekilere, ucuncu fasılda ise Allah TeÂl ’dan gayri her şeye karşı zÂhid oldum, onları gonlumden cıkardım.” buyurur.[33]
Yine bu hususta şoyle buyurmuştur:
“İlk hacca gittiğimde sadece KÂbe ’yi gordum. İkinci gidişimde hem KÂbe ’yi hem de KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum. Ucuncu gidişimde ise sadece KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum.”[34]
MÂnevî tekÂmul icin kalbi dunya muhabbetinden korumak kadar, “az yeme”nin de ehemmiyetine dikkat ceken BÂyezîd Hazretleri şoyle buyururdu:
“Aclık, bulut gibidir. Kişi az yemeye riÂyet edince, kalbi hikmet yağmurları yağdırmaya başlar.”[35]
HÂLIK ’IN NAZARIYLA MAHLÛKÂTA BAKIŞ TARZI Ârifler SultÂnı BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, din kardeşlerine saygısızlık etmenin ve onları hor gormenin, insanın mÂnevî hayatına cok buyuk zararlar verdiğini ifÂde eder[36] ve şoyle buyururdu:
“Halka, avÂm nazarıyla bakan, yani onları hor ve hakîr goren kişi onlardan nefret eder. HÂlık ’ın nazarıyla bakan ise onlara merhamet eder.”[37]
Allah Şu 8 Şeyi İkram Etti Bir kişi BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerine gelip:
“–Bu makÂmı ne ile elde ettin?” diye sormuştu. Hazret şu hikmetli cevÂbı verdi:
“–Şu makam iddiÂsını bırak! LÂkin CenÂb-ı Hak bana şu sekiz şeyi ikram etti:
1) Kendimi gerilerde, halkı ise benden onde gordum. [TevÂzû.]
2) O ’nun kullarına olan şefkatimden oturu, hepsinin yerine Cehennem ’de yanmaya rÂzı oldum. [Sonsuz bir şefkat.]
3) Hayatta hedefim dÂimÂ, bir mu ’minin gonlunu ferahlandırmak oldu. [DiğergÂmlık, îsÂr, din kardeşini kendine tercih etme.]
4) Bugunden yarına hicbir şey saklamadım. [İnfak, comertlik, tevekkul.]
5) Allah TeÂl ’nın rahmetini kendimden cok insanlar icin istedim. [CenÂb-ı Hakk ’ın RahmÂn sıfatının kulundaki zirve tecellîsi.]
6) Mu ’minleri sevindirmek ve gonullerindeki gamı gidermek icin butun gucumle gayret ettim. [Yalnızların, kimsesizlerin ve mÂtemlerin civÂrında bulunmak.]
7) Şefkatimden dolayı, karşılaştığım mu ’minlere once ben selÂm verdim. [SelÂm, din kardeşine du etmek, onun hakkında hayır dilemek, gonul almak ve muhabbet vesîlesi.]
8) Kendi kendime; «Eğer Allah TeÂl kıyÂmet gunu beni affedip şefÂat hakkı verirse, once bana ez ve cef edenlere, sonra iyilik ve ikramda bulunanlara şefÂat edeceğim.» diye karar verdim.”[38]
Aynı şekilde HallÂc-ı Mansûr da kendisini taşlayanlar icin:
“Y Rabbî, onlar hakîkati bilmiyorlar, benden evvel onları affet!” diye du etmiştir.
Mahlukata Bakış Tarzı BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin Yaratan ’dan oturu yaratılanlara şefkat ve merhameti oyle geniş ve derin idi ki, mahlûkÂtın ıztırÂbını kendi ıztırÂbı bilirdi. Bir gun fen hÂlde dovulmuş bir merkep gormuştu. Oyle ki hayvan kan revÂn icinde yerde yatıyordu. O kadar muteessir oldu ki, onun da yanlarından aşağıya doğru kan sızmaya başladı.[39]
Şuphesiz ki bu hÂl, HÂlık ’ın şefkat nazarıyla mahlûkÂta bakış tarzının zirve noktasıdır.
SultÂnu ’l-Ârifîn BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, bir yere seyahat ederken bir ağac altında durup yemek yemişti. Ardından yoluna devam etti. Bir hayli yol aldıktan sonra torbasında bir karınca gordu ve:
“–AllÂh ’ın bu mahlûkunu vatanından ayrı duşurdum.” diyerek geri donup karıncayı yerine bıraktı.[40]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri Nasıl Âriflerin SultÂnı Oldu? Yine BÂyezîd Hazretleri bir gun muridleriyle daracık bir yoldan giderken karşılarına bir kopek cıkmıştı. O Ârifler SultÂnı, geri cekildi ve kopeğe yol verdi. Muridlerinden biri, icinden:
“–Allah TeÂl insanı mukerrem (ustun ve hurmete lÂyık) kılmışken, BÂyezîd Hazretleri muridlerini geri cekip kopeğe yol verdi, bu ne acÂyip bir hÂl!” dedi.
Hazret, onun icinden gecenleri fark ederek şu îzahta bulundu:
“–Gonlumde oyle bir zuhûrat oldu ki, sanki kopek hÂl lisÂnıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde kopeklik postunu sırtıma gecirdiler. Sen ne yaptın ki sana Âriflerin SultÂnı hil ’atini giydirdiler? Bu hÂlin sırrı nedir?» dedi. İşte bunun icin ona yol verdim.”[41]
Tefekkur Nerede Yapılır? VelhÂsıl bir mu ’min, AllÂh ’ın herhangi bir mahlûkunu gorduğu zaman tefekkur hÂlinde olmalı; “Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi.” diyerek CenÂb-ı Hakk ’ın bu muazzam lûtuf, ihsan ve ikramına karşı şukrunu artırmalıdır. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“O, goklerde ve yerde ne varsa hepsini, kendi katından (bir lûtuf olmak uzere) size ÂmÂde kılmıştır. Elbette bunda tefekkur eden bir toplum icin ibretler vardır.” (el-CÂsiye, 13)
Kula duşen; son nefese kadar hamd, şukur ve zikir hÂlinde yaşayabilmektir.
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN KERAMETLERİ Pek cok kerÂmeti nakledilmekle birlikte BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri kerÂmete değil, istikÂmete ehemmiyet verir ve şoyle buyururdu:
“Kendisine kerÂmetler verilmiş, hatt havada bağdaş kurup oturan birini gorseniz bile hemen ona aldanmayın! İlÂhî emir ve nehiylere riÂyet ediyor mu, ilÂhî hudutları muhÂfaza ediyor mu, şer ’î hukumleri hakkıyla ed ediyor mu, ona bakınız!”[42]
Zira ilÂhî hukumlere riÂyet etmeyen kimselerden zuhûr eden fevkalÂde hÂller, kerÂmet değil istidrÂcdır.
Bir gun BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerine:
“–Su ustunde yuruyormuşsunuz!” dediler.
“–Bir cop de su ustunde yuzer.” cevÂbını verdi.
“–Havada ucuyormuşsunuz!”
“–Kuş da havada ucar.”
“–Bir gecede KÂbe ’ye gidiyormuşsunuz!”
“–Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan ’dan DemÂvend ’e gidiyor.”
“–Peki o hÂlde gonul erlerinin işi nedir?”
“–Allah TeÂl ’dan başka kimseye gonul bağlamamak!”[43]
Hakîkaten kulluk hayatında muhim olan, kerÂmete ulaşmak değil, Kerîm olan CenÂb-ı Hakk ’a vÂsıl olmaktır. Bu sebeple Allah dostları, fizikî kerÂmetlere ehemmiyet vermemiş, onlara takılıp kalmayı hoş gormemiş, butun himmet ve gayretlerini asıl kerÂmet olan “istikÂmeti muhÂfaza” uzerine teksif etmişlerdir.
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerinin şoyle dediği nakledilir:
“Bir gun Dicle Nehri ’nin karşı yakasına gececektim. Nehrin iki yakası bana yol vermek icin birleşti. DerhÂl kendimi toparladım ve Dicle ’ye şoyle dedim:
«–Yemin olsun ki ben buna kanmam! Zira sandalcılar insanı yarım akceye karşıya geciriyorlar. (Ama sen, otuz yıldan beri mahşer icin hazırladığım amel-i sÂlihlerimi istiyorsun.) O hÂlde yarım akce icin otuz yıllık omrumu ziyan edemem. Bana Kerîm gerek, kerÂmet değil!»”[44]
MÂRİFETULLAH Ârifler SultÂnı BÂyezîd-i BistÂmî Hazretlerine:
“–Ârifin alÂmeti nedir?” diye suÂl edilince:
“–Allah TeÂl ’nın zikrine ara vermemesi,[45] O ’nun hakkını îf etmekten yorulmaması ve O ’ndan başkasıyla unsiyet etmemesidir!” cevÂbını vermiştir.[46]
Yine şoyle buyurmuştur:
“Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani dÂim bir ve tek olan AllÂh ’ı zikir hÂlindedir). Kalbini; gozunun gorduğu, kulağının duyduğu mÂlÂyÂnî şeylerle meşgul etmez. Kim mÂrifetullah sırrına ererse, kendisini Allah ’tan alıkoyan her şeyden yuz cevirir.”[47]
Ona gore Ârif, uykusunda bile Allah TeÂl ile beraberdir, dÂim rızÂ-yı ilÂhîyi tahsil etmenin gayreti icindedir. MÂsiv ile meşgul olmaz, Allah TeÂl ’dan başkasını aramaz.[48]
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, Hakk ’a vuslat yolunun uzun, engebeli, med ve cezirlerle dolu olduğunu ve O ’na vÂsıl olmanın kolay olmadığını her fırsatta ifÂde ederdi. Hakk ’a erdiğini zannedenlerin, aslında henuz yolun başında olduklarını soyler ve kendisi icin de; “Sayısız makÂmı geride bıraktıktan sonra bile, hÂl işin başlangıcında olup hakîkate eremediğimi gordum!” buyururdu.[49]
MUHABBETULLAH BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, ilÂhî muhabbet deryÂsına dalmış, buyuk bir Hak Âşığı idi. Bir defasında Yahya bin MuÂz ona mektup yazarak:
“–Burada biri var, muhabbet deryÂsından bir kÂse icti, ondan sonra bir daha susuzluk cekmedi!” demişti.
O Hak Âşığı ise, Yahya bin MuÂz ’a şu cevÂbı yazdı:
“–HÂlinin zayıflığına taaccub ettim! Burada biri var, butun kÂinÂtın denizlerini yudumladığı hÂlde hÂlÂ: «Aman su! Daha yok mu?» diyor.”[50]
Kişi vardır, mÂrifetullah yolundaki susuzluğu bir bardak suyla gider. Kişi vardır, bu yolda deryÂları icer de yine susuzdur. Bu hÂl, kulun mÂnevî istiÂbını ortaya koymaktadır.
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri bir gun:
“–Butun insanlar hesaptan kacarlar, ben ise CenÂb-ı Hak ’tan beni hesÂba cekmesini istiyorum.” dedi. Kendisine:
“–Nicin?” diye sorulunca, şu muhteşem cevÂbı verdi:
“–Belki CenÂb-ı Hak, hesap esnÂsında bana; «–Ey kulum!» diye hitÂb eder, ben de «–Lebbeyk/buyur y Rabbî!» derim. O ’nun bana; «Ey kulum!» buyurması, benim icin dunya ve icindekilerden daha sevimlidir. Sonra bana dilediğini yapsın!”[51]
Allah Aşıkları Allah Âşıklarının hÂlini şoyle tÂrif ederdi:
“CenÂb-ı Hakk ’ın bÂzı has kulları vardır ki, eğer Cennet ’te onları cemÂlinden birazcık mahrum bırakacak olsa, Cehennemliklerin azaptan kurtulmak icin Allah TeÂl ’ya yalvardıkları gibi, onlar da bu mahrûmiyetten kurtulmak icin yalvarırlar.”[52]
CenÂb-ı Hakk ’a şu munÂcÂtta bulunmuştur:
“İlÂhî, benim Sana olan muhabbetime şaşmıyorum, zira ben hakir bir kulum. Ben asıl Sen ’in beni kulun olarak sevmene şaşıyorum. Cunku Sen, Yuce bir Rab olduğun hÂlde zelil bir kulu seviyorsun!”[53]
İlahi Muhabbet ve Tazim BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, ilÂhî muhabbet ve tÂzîmini ifÂde sadedinde de şoyle buyurmuştur:
“Otuz senedir devam ettiğim bir Âdetim vardır: Ne zaman CenÂb-ı Hakk ’ı zikretmek istesem, O ’nun zikrini tÂzîm icin ağzımı ve dilimi iyice yıkarım.”[54]
CenÂb-ı Hakk ’ın zikrine gosterilen tÂzîmin Allah katındaki kıymet ve fazîletine dÂir şoyle bir hÂdise de nakledilir:
Buyuk velîlerden İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir ayyaşın pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamıştı. Bunu nicin yaptığını soranlara da:
“–Eğer yuce AllÂh ’ın adını zikretmek icin yaratılan dili ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hurmetsizlik olurdu...” demişti.
Sarhoş ayıldığında ona:
“–Horasan zÂhidi İbrahim bin Edhem senin ağzını yıkadı...” dediler. Bu durumdan mahcub olan ayyaşın gonlu de uyandı ve:
“−Oyleyse ben artık tevbe ettim...” dedi.
Bu tevbeye vesîle olan İbrahim bin Edhem Hazretleri ’ne ruyasında Hak katından şoyle nid edildi:
“–Sen Biz ’im icin onun ağzını yıkadın! Biz de senin icin onun kalbini yıkadık!..”
MUMİNİN 10 VAZİFESİ BÂyezîd-i BistÂmî g şoyle buyurmuştur:
Şu on şey, her mu ’minin vazifesidir:
1) Farzları edÂ, nÂfilelere gayret.
2) Haramlardan ve şuphelilerden kacınmak.
3) Allah icin tevÂzû gostermek.
4) Din kardeşlerine bÂr olmayıp yÂr olmak. [Yani din kardeşlerine yuk olmayıp bilÂkis onların yuklerini hafifletmek.]
5) İyi-kotu, herkese karşı durust davranmak, nasihat etmek. [Guzel bir İslÂm karakteri sergilemek.]
6) Allah TeÂl ’dan kendisi ve ummet-i Muhammed icin mağfiret taleb etmek.
7) Her hususta Allah TeÂl ’nın rızÂsını istemek. [CenÂb-ı Hak ’tan, niyetlerimizi de amellerimizi de rızÂsıyla te ’lif etmesini niyÂz etmek.]
8) Ofkeyi, kibri ve haddi aşmayı terk etmek.
9) Tartışma ve kabalığı bırakıp, nÂzik ve zarif bir mu ’min olmak.
10) Kendi kendine; “Olume hazırlan!” diye nasihat etmek.
Şu on şey de, kişiyi koruyan birer kaledir:
1) Gozleri muhÂfaza etmek. [Zira kıyÂmet gunu gozlerin ne kadar hayır, ne kadar şer seyrettiği acıkca ortaya konulacaktır. CenÂb-ı Hak buyurur:
“NihÂyet oraya geldikleri zaman kulakları, gozleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şÃ‚hitlik edecektir.” (Fussılet, 20)]
2) Dili zikre alıştırmak.
3) Nefs muhÂsebesi yapmak. [“HesÂba cekilmeden evvel kendinizi hesÂba cekiniz!” tÂlimÂtına uyarak her hÂlini Kitap ve Sunnet ile mîzÂn etmek.]
4) İlimle amel etmek, bilerek yapmak, mÂrifetullah ’tan nasîb alabilmek.
5) Edebi muhÂfaza etmek. [Zira MevlÂn Hazretleri buyurur: “Aklım, kalbime; «Îman nedir?» diye sordu. Kalbim ise aklımın kulağına eğilerek; «Îman, edepten ibÂrettir!» dedi.”]
6) Bedeni luzumsuz dunya meşgûliyetlerinden uzak tutmak.
7) Zaman zaman yalnız kalıp ilÂhî azamet ve kudret akışlarının tefekkurunde derinleşmek.
8) Nefs mucÂhedesinde bulunmak.
9) İbadeti ve Allah yolunda gayreti artırmak.
10) Her zaman ve mekÂnda Sunnet-i Seniyye ’ye tÂbî olmak…[55]
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN VEFATI BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri hicrî 234, mîlÂdî 848 senesinde vefÂt etti. Hayatı boyunca yaptığı gibi son nefeslerinde de AllÂh ’ı zikrediyordu. Sonra:
“–YÂ Rabbî! Sen ’i hep gafletle zikrettim, şimdi can gidiyor! İbadet ve tÂatim de hep zaaf ve gaflet icindeydi. Huzûr[56] ne zaman olacak, onu da bilmiyorum!” dedi. Sonra da zikir ve huzûr hÂlinde rûhunu teslîm etti.[57]
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN KABRİ NEREDEDİR? İran ’ın Bistam kasabasında sÂde ve mutevÂzı bir turbesi, muhtelif yerlerde de makamları vardır.
BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ HAZRETLERİNİN BAZI HİKMETLİ SOZLERİ “Sûfî; Kur ’Ân-ı Kerîm ’i sağ eline, Sunnet-i Seniyye ’yi sol eline alan; bir gozuyle cennete, obur gozuyle cehenneme bakan; dunyayı alt tarafına, Âhireti de ustune dolayarak ihrÂma giren ve ikisinin arasından; «Lebbeyk AllÂhumme lebbeyk! / Buyur AllÂh ’ım! Emrine teslîm ve hazırım!» diye MevlÂsına koşan kişidir.”[58] “–Hakk ’a giden yol nasıldır? O ’na nasıl ulaşılır?” diye sorulduğunda, BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri şoyle buyurmuştur: “–Benliğini yok ettiğinde vuslata erebilirsin!”[59]
“İnsanların Hakk ’a en yakın olanı; halkın cefÂlarına katlanan, onların ihtiyaclarını merhametle yuklenen ve ahlÂkı en guzel olandır.”[60] “«LÂ ilÂhe illÂllah» sozu Cennet ’in anahtarıdır. Fakat şu bir gercektir ki dişleri olmayan anahtar, kapıyı acmaz. Kelime-i tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır: 1) Yalan, iftirÂ, dedikodu, gıybet ve boş sozlerden arınmış bir dil.
2) Hîle ve desîselerden, gunahların kasvetinden arınmış bir kalp.
3) Haram ve şupheli şeylerden temizlenmiş bir mide.
4) (Gurur, kibir, gosteriş gibi) nefsÂnî arzulardan ve bid ’atlerden arındırılmış amel-i sÂlihler.”[61]
“Cok zikir; adedi fazla olan değil, gafletten sakınarak ve huzûrla yapılan zikirdir.”[62] “AllÂh ’ın velî kullarını sev, sevgini belli et ve kendini onlara sevdir ki onlar da seni sevsinler. Allah TeÂl her gun ve her gece evliyÂsının kalbine yetmiş kez nazar eder. Ola ki bir velîsinin kalbinde senin ismine de nazar eder de seni sever ve gunahlarını affeder.”[63] “Tasavvuf; nefsÂnî arzulardan temizlenmek, kalbi CenÂb-ı Hakk ’a rÂm etmek, butun guzel vasıflarla ahlÂklanmak ve dÂim AllÂh ’ın rızÂsı istikÂmetinde olabilmektir.”[64] “Kalbimi semÂya goturduler. Butun melekûtun cevresini dolaşıp geri dondu. Kalbime: «–Oradan ne getirdin?» diye sordum:
«–Muhabbet ve rızÂ! Zira orada bunların revac bulduğunu muşÃ‚hede ettim.» dedi.”[65]
Kaynaklar:
[1] Bistam, İran ’da, Tahran ile Meşhed arasında, Tahran ’ın 410 km doğusundaki Şahrud Şehri ’nin 6 km kuzeyinde tepelerde kurulmuş bir kasabadır.
[2] Sehlegî, en-Nûr, s. 63.
[3] AttÂr, Tezkire, s. 171; HÂnî, HadÂik, s. 324.
[4] Necmeddin bin Muhammed, HulÂsatu ’l-MevÂhib, s. 109; Kevserî, İrğÂmu ’l-Merîd, s. 31.
[5] AttÂr, Tezkire, s. 171.
[6] HÂnî, HadÂik, s. 311-312.
[7] Sehlegî, a.g.e, s. 123.
[8] el-Muzzemmil, 1-2.
[9] el-Muzzemmil, 20.
[10] Bkz. ez-ZilzÂl, 6.
[11] Sefîrî, el-MecÂlisu ’l-Va ’zıyye, II, 293.
[12] AttÂr, Tezkire, s. 172.
[13] Sehlegî, a.g.e, s. 99.
[14] Kuşeyrî, RisÂle, s. 57, 416-417.
[15] Kuşeyrî, a.g.e, s. 57; MunÂvî, Feyzu ’l-Kadîr, VI, 108.
[16] Beyhakî, Şuab, III, 305; İbnu ’l-Cevzî, Telbîsu iblîs, s. 151.
[17] AttÂr, Tezkire, s. 191.
[18] AttÂr, Tezkire, s. 174; Sehlegî, a.g.e, s. 97.
[19] Ebû Nuaym, Hilye, X, 36.
[20] Ebû Nuaym, Hilye, X, 36.
[21] SÂdî, Bostan, Tahran 1368, s. 183.
[22] CÂmî, NefahÂt, s. 183.
[23] HÂnî, HadÂik, s. 325.
[24] Kuşeyrî, a.g.e, s. 58.
[25] AttÂr, Tezkire, s. 191.
[26] Sehlegî, a.g.e, s. 93-94; HÂnî, HadÂik, s. 334.
[27] AttÂr, Tezkire, s. 176.
[28] SerrÂc, Luma ’, s. 385.
[29] Bkz. Ebû TÂlib Mekkî, K¯utu ’l-Kulûb, I, 447.
[30] AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 90.
[31] Sehlegî, a.g.e, s. 124; HÂnî, HadÂik, s. 322.
[32] AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 86; Sehlegî, a.g.e, s. 125.
[33] Kuşeyrî, a.g.e, s. 58.
[34] Hucvîrî, Keşfu ’l-Mahcûb, s. 319.
[35] AttÂr, Tezkire, s. 198; HÂnî, HadÂik, s. 319.
[36] AttÂr, Tezkire, s. 194; HÂnî, HadÂik, s. 331.
[37] Sehlegî, a.g.e, s. 109.
[38] Sehlegî, a.g.e, s. 88-89; AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 97.
[39] Ali bin Huseyin Safî, ReşahÂt-ı Aynu ’l-HayÂt, s. 487.
[40] Bkz. Kuşeyrî, a.g.e, s. 229; SÂdî, Bostan, s. 78.
[41] AttÂr, Tezkire, s. 179.
[42] Beyhakî, Şuab, III, 304; Kuşeyrî, a.g.e, s. 58.
[43] AttÂr, Tezkire, s. 201; SerrÂc, s. 316; AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 98.
[44] AttÂr, Tezkire, s. 186.
[45] Zira Âl-i İmrÂn Sûresi ’nin 191. Âyet-i kerîmesinde beyÂn edildiği uzere CenÂb-ı Hak, mu ’minlerin ayaktayken, otururken, yanları uzere yatarken, yani her hÂlukÂrda zikir hÂlinde olmalarını arzu etmektedir.
[46] Beyhakî, Şuab, II, 187.
[47] Sehlegî, a.g.e, s. 170; AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 73.
[48] Kuşeyrî, a.g.e, s. 481.
[49] AttÂr, Tezkire, s. 193.
[50] Kuşeyrî, a.g.e, s. 179, 491; İmÂm ŞÃ‚rÂnî, et-Tabakātu ’l-KubrÂ, I, 65.
[51] İbn-i Mulakkın, Tabakātu ’l-EvliyÂ, KÂhire 1415, s. 399-400; HÂnî, HadÂik, s. 320.
[52] Ebû Nuaym, Hilye, X, 34; Kuşeyrî, a.g.e, s. 499.
[53] Ebû Nuaym, Hilye, X, 34.
[54] Ebû Nuaym, Hilye, X, 35.
[55] Sehlegî, a.g.e, s. 133-134.
[56] Huzûr: Kendini dÂim Hakk ’ın huzûrunda bilmek, Allah ile beraberliğin kalpte dÂimî bir şuur ve idrak hÂline gelmesi ve bu hÂlden doğan mÂnevî uyanıklıktır. Zikrin gÂyesi de bu hÂli elde etmektir. Yani Hak dostlarının “huzûr” ifÂdesiyle kasdettikleri “rahatlık” değil, zikrin hakîkatine ererek hÂsıl olan Allah ile beraberlik hÂlidir.
[57] AttÂr, Tezkire, s. 208; CÂmî, NefahÂt, s. 183.
[58] Sehlegî, a.g.e, 124; AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 71.
[59] AttÂr, Tezkire, s. 199.
[60] AttÂr, Tezkire, s. 199.
[61] HÂnî, HadÂik, s. 320.
[62] AttÂr, Tezkire, s. 198.
[63] AbbÂs, Ebû Yezîd, s. 70; Sehlegî, a.g.e, s. 99, 115.
[64] Sehlegî, a.g.e, s. 138.
[65] AttÂr, Tezkire, s. 202.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
BÂyezîd -i BistÂmî -rahmetullÂhi aleyh-