
Bataklığa saplanıp kalmış bir adam... Bir kuş, ağzında bir şeyler getirerek adamı doyurmaya calışıyor. Her şey bu sahneyi gormekle başladı, İbrahim bin Edhem Hazretlerinin hayatında…Binlerce rızkın sahibi olduğunu zanneden koskoca Belh sultanı, ulkesinde bataklığa saplanan bir adamdan haberdar değil!. Darda kalmış, zorda kalmış bir kulunu ac bırakmayıp her şeyinden haberdar olan yuce Allah... Bu vazifeyi yerine getiren, kucucuk bir kuş.
O zamana kadar her şeyin elinde olduğunu zanneden, kendisinden habersiz kuş ucmadığına inanan koca sultan, aslında cok Âciz ve gucsuz olduğunu anlayıverir. Kulunu nerede olursa olsun bırakmayan Rabbi hakkında, “Ben neden bu kadar şaşırdım bu tabloyu gorunce? Belli ki Rabbimi hic tanımadığım icin şaşkına dondum. Boylesi yuce bir Rabbi ne yapmalıyım ki tanımalıyım, bulmalıyım, bilmeliyim!” duşunceleri, beynini kemirirken gece damda deve arayan adamın sozleriyle irkilir:
“-Be hey adam! Benim damda deve aramamı akıl işi bulmuyorsun da soyler misin kuş tuyu yastıklarda yatarken AllÂh ’ı sen nasıl bulacaksın?”
İşittikleri, İbrahim bin Edhem ’in aklını başına getirir. Canını cok yakar. Bir eli yağda, bir eli baldadır. Herkes onun emrindedir, lÂkin Rabbinden habersiz... Ve duşunur, her şeyim var da ben mutlu muyum? Cok şeye sahiptir, lÂkin mutsuzdur. Bir şeyler eksiktir hep hayatında.
RUHU GIDALANAN SULTAN ARTIK SARAYDA DURAMAZ CenÂb-ı Allah, buyuk bir hÂdiseye şahit edip derin keşifler yaptırarak rûhuna gıda verir vermez, rûhu rızıklanan İbrahim, artık sarayda duramaz. Yanına hicbir şey almadan gecenin karanlığında saraydan ayrılır. Ne yiyip ne iceceğini aklına bile getirmez!.
“-Bataklıkta adamı ac bırakmayan Allah, beni mi ac bırakır!” der.
Gecenin karanlığında yakalanma korkusu icinde, yanında hicbir şeyi olmayan Hazret-i Mûs misÂli yola duşer. “SÂhi, rızık ne ki?!” diye duşunur İbrahim… En buyuk rızkın AllÂh ’ı tanımak, bilmek, O ’nunla olmak olduğunu anlar. Saray, bu iş icin ona uygun bir yer değildir. Her şeyin dolu olduğu, dunyevî bakış acısının makbul olduğu sarayda AllÂh ’a teslîmiyet ve tevekkul oğrenilemeyecektir onun icin... “Hic” olmak lÂzımdır, AllÂh ’ı bulmak icin…
Bugunku aklımızla hadiseye bakınca, tablo, hic ic acıcı değil!. Parası yok, maaşı yok, nerede kalacağı, ne yiyip ne iceceği belli değil; hastalandığında tedavi olabileceği sosyal guvencesi yok! Hicbir şeyi yok... Dunyevî mÂnÂda rızkı yok. SÂhi, nedir rızık? Kim verir?
RIZIK VEREN KİMDİR? RIZIKLA İLGİLİ AYETLER Allah TeÂl buyurur ki:
“Goklerden ve yerden size rızık veren kimdir? De ki: «Allah»!..” (es-Sebe, 24)
Rızkı veren Allah ’tır. Bu, cok şukredilmesi gerekli bir durum... Kulun takdirinde, tasarrufunda olsaydı, kÂinatta taş ustunde taş kalmazdı. Gariban, gucsuz, kimsesizler ac kalır; zÂlimler, kurnaz, hırslı ve hÂinler her şeyin sahibi olurlardı.
Binlerce şukurler olsun ki, oyle değil! En zavallı kurtcuk, elmanın gobeğindeyken; zekî, kurnaz tilki ac geziyor!..
“Nice canlı var ki, rızkını yanında taşımıyor. Size de, onlara da rızık veren Allah ’tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (el-Ankebût, 60)
Guclu, kuvvetli, akıllı olmak; rızık sebebi değil. Cok calışmak, cok rızka sahip olmak değil!. Az calışmak da rızıksız olmak değil. Herkes icin calıştığından başkası yok, ÂmennÂ!..
LÂkin “De ki: «Rabbim dilediğine bol rızık verir ve dilediğinden de kısar. Fakat insanların coğu bilmezler.»” (es-Sebe ’, 36) buyurur CenÂb-ı Hak.
Bu Âyetlere bakınca, aklımıza sadece maddî rızık gelmesi cok acıdır.
“Ey kavmim! Eğer benim Rabbim tarafından verilmiş apacık bir delilim varsa ve o bana tarafından guzel bir rızık vermişse, buna ne dersiniz?” (Hûd, 88) buyuran Hazret-i Şuayb ’ın kastettiği rızık, mal-mulk olmasa gerek!.
“Rızkı Allah katında arayın, O ’na kulluk edin ve O ’na şukredin. Ancak O ’na donduruleceksiniz.” (el-Ankebût, 17) buyururken CenÂb-ı Hak, sadece maddî rızıktan mı bahsetmektedir?
Maddî rızık hususunda da kafalarımız pek berrak değil!. Ambarımızdaki iki cuval un mu rızkımız, yoksa ağzımıza aldığımız bir lokma ekmek mi? Dolapta yuz yastığımız olsun, onlar mı bizim rızkımız, yoksa başımızı koyduğumuz yastık mı? Kutuphanemizde onlarca okunmamış kitabımız mı rızkımız, yoksa okuduğumuz tek kitap mı? Bankadaki binlerce liramız mı rızkımız, hic oturmadığımız yazlığımız mı? Kullanmadığınız, faydalanmadığımız, kenarda koşede duran şeyler bizim rızkımız mı?
Koşklerde yapayalnız oturan, hangi rızkına sevinsin; kulubesinde cocukları ile bir tas corba başına mutlu oturan hangi rızkına uzulsun?
Adam hÂfızdır Kur ’Ân okumaz! Yeni oğrenmiştir, Kur ’Ân ’sız durmaz. Bir diğeri elinden duşurmez… Bunlardan hangisi Kur ’Ân ’la rızıklanmıştır, gercek mÂnÂda? Azrail ’i (a.s.) gorup de Hindistan ’a kacmak isteyen kişinin hikÂyesini anlatan Hazret-i MevlÂnÂ: “Halk fakirlikten boyle korkar. Onun icin insanlar hırs ve emele lokma olurlar. Fakirlik şuna benzer; hırsı calışmayı da Hindistan farzet.” buyurmakla calışmayı vehimden başka bir şey olarak gormez. Ezelde tayin edilen kısmetin değişmeyeceğini duşunerek...
Peygamberlerin, mu ’minlerin gayret ve calışmaları; cefÂdan, kahırdan yana gorup gecirdikleri hep mukÂfÂta donuştu. Allah, onların ve yaptıklarının zÂyî olmasına musaade etmedi. Onların başvurdukları careler, her hususta latîf oldu. Cunku Hazret-i MevlÂn ’nın da buyurduğu gibi: “Zarîften ne gelirse, zarîftir.”
ALLAH'IN RIZKI İCİN NE KADAR CALIŞMALIYIZ? “Îman ve itaat yolunda yuruyup gayret eden zÂyî olmaz. Birkac gun calış da ondan sonra gul. Dunyayı arayan kimse, olmayacak ve kotu bir şey aradı; ukbÂyı arayansa kendine iyi bir hÂl aramış oldu.”
“Dunya kazancı icin cÂrelere başvurmak, soğuk bir şeydir. Dunyayı terk etmek icin carelere başvurmak ise cÂizdir, emredilmiştir. Bu dunya zindandır, biz de zindandaki mahpuslarız. Zindanı del, kendini kurtar.” sozleri ile Hazret-i MevlÂnÂ, dunya rızkı icin hırs ve emel ile calışmanın kişiyi Âhiretten uzaklaştırdığını; bu hususta tevekkul, kanaat ve rız icinde olunmasının oneminden bahsederken “Âhiret rızkı icin ne kadar calışırsan calış, cÂizdir!” demektedir.
Medîne ’ye donen kervanın sesi uzerine Cuma namazını terk edip Allah Resûlu ’nu hutbede yalnız bırakan ashÂba: “...AllÂh ’ın yanında bulunan; eğlenceden ve ticaretten daha faydalıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Cum ’a, 11) buyurmaktadır CenÂb-ı Hak…
RIZIK KONUSUNDA COK GUZEL REHBERLİK “Âilene namazı emret, kendin de sabırla devam et. Senden rızık istemiyoruz, Biz seni rızıklandırıyoruz. Guzel netice, ancak takv iledir.” (TÂhÂ, 132) Âyet-i kerimesi bize rızık konusunda cok guzel rehberlik etmektedir.
İbrahim bin Edhem Hazretleri, Şam ’dadır ve Kudus ’e gitmek ister. Pazarda karşılaştığı Ebû Suleyman isimli ihtiyar bir Horasanlı da aynı yere gitmek istediğini soyler ve birbirlerine arkadaş olurlar.
İbrahim bin Edhem Hazretleri, hacamat olması gerektiğini soyleyerek hacamat olur. Ebû Suleyman ’a yanında ne kadar parası olduğunu sorar. O da icinde 18 dirhem bulunan bir kese cıkarır. Kesenin tamamını İbrahim bin Ethem (k.s.), hacamatcıya verir. Bu durumdan hoşnut olmayan Ebû Suleyman, o an sussa da iki mil yurudukten sonra:
“-Keşke hepsini vermeseydik. Beyt-i Makdis ’ten coluk cocuğa bir şeyler alırdık. Neden hepsini ver diye tutturdun?!” diye habire soylenir.
İbrahim bin Edhem susar. Vakit akşam olmuştur. Bir koye gelirler ve orada gecelemeye karar verirler. Akşam namazını kıldıkları mescidin muezzinine İbrahim bin Edhem, koyde ekin bictirecek biri olup olmadığını sorar. Herkesin ekinini bictiğini, lÂkin bir hristiyanın bictiremediğini oğrenir ve muezzin ile birlikte Hristiyanın kapısını calarlar.
Muezzin, koy halkının yardımcı olmadığı hıristiyana, bunların iyi ekin bictiğini soyleyerek işci olarak tutmasını soyler. İbrahim bin Edhem Hazretleri, vereceği ucreti hıristiyanın kararına bırakır. O da bir dinar verebileceğini soyler, boylece anlaşırlar. Muezzinden tarlanın yerini oğrenirler. Yatsı namazından sonra hristiyandan iki tırpan alıp tarlaya varırlar. Once abdest alıp dort rekÂt namaz kılan İbrahim bin Edhem:
“-Ey Suleyman! Ehl-i İslÂm iki kişi, ne garip durumdayız. Bir hristiyanın işini yapıp hic namaz kılamayacağız. Belki bu tarlada Allah icin hic namaz kılınmamıştır. Ne dersin birimiz namaz kılsın, diğeri de ekin bicsin. Sonra yer değişiriz.”
Ebû Suleyman, bu teklifi kabul oder, once namazı o kılmak ister. İbrahim bin Edhem Hazretleri ise işe koyulur. Secdede uyuklayan Ebû Suleyman ’ı:
“-Sabah namazı kacacak, artık uyan!” diye kaldırır. Kendisi bir gecede, bir gun ve bir gecede bicilecek ekini bicmiştir. Sabah namazında durumu muezzine soyler. O inanamaz, hristiyanla birlikte bakınca tarlada butun ekinin bicildiğini gorurler. Hristiyan sevinip iki dinar vermek istese de İbrahim bin Edhem nasıl konuştuysak o olacak deyip bir dinarı alır ve koyden ayrılırlar. İbrahim bin Edhem, Ebû Suleyman ’a doner ve:
“-Ey Ebû Suleyman, al şu dinarı… Kudus ’e kadar sen bana yol arkadaşlığı yapamazsın. Ya sen Askalan ’a don, Kudus ’e ben gideyim ya da ben Askalan ’a geri doneyim, Kudus ’e sen git.” der.
Ebû Suleyman, “Birlikte gidelim!” diye yalvarırsa da:
“-Tutturdun dirhem de dirhem diye!.. Sen şu bir dinarı koy kesene ve don Âilene… Allah senin ecrini mubarek etsin.” der.
İbrahim bin Edhem Hazretleri, Kudus ’e, o da Askalan ’a doner. Saraydan cıkan İbrahim bin Edhem Hazretleri, ihtiyacı oldukca işcilik yapar.
İbrahim bin Edhem Hazretleri, İbrahim bin Beşşar ve iki arkadaşı ile birlikte İskenderiye ’nin yolunu tutarlar. Urdun Nehri ’ne geldiklerinde, iclerinden birinin cıkardığı kuru ekmeği yerler. AllÂh ’a hamd ederler. İbrahim bin Beşşar, su vermek icin kalksa da İbrahim bin Edhem Hazretleri nehre varır, hamd ederek suyunu icer. Ayaklarını nehre uzatıp:
“-Krallar ve prensler bizdeki rahatı ve huzuru gorseler, bizden bunu kapmak icin kılıclarını cıkarır ve bizle savaşa girerlerdi. Bizim tattığımız lezzeti tatmak, bizim hayatımıza şahit olmak icin kavga ederlerdi.” der.
MANEVİ RIZIKTAN HABERDAR MIYIZ? Bizler, rahatı ve nîmeti saraylarda zannedip doğru yolun ne olduğunu bilemeyip yanlış yollarda arıyoruz. MÂnevî rızıktan haberdar değiliz. Bizim girmek istediğimiz sarayda, mÂnevî rızkı bulamayarak cıkan yiğitler var.
“Te ’vilatu ’n-Necmiyye”de denir ki:
“Allah -celle celÂluhû- ruhları mukÂşefe ve mucÂhede rızkı ile kalplerden ustun kılmıştır. Kalpleri de zuhd, verÂ, takvÂ, sıdk, yakîn, îman, tevekkul, teslim ve rız rızkıyla nefislerden ustun kılmıştır. Nefisleri de tezkiye, mucÂhede, musibetlere ve belÂlara sabır, şeriatın mukellefiyetlerini yuklenme, kotuleri iyi huylar ile değiştirme rızıkları ile bedenlerden ustun tutmuştur. Mu ’minlerin bedenleri, şeriatın rukunleri olan ameller, Kur ’Ân kıraati, kalbin ihlÂsıyla, lisÂnın zikri vb. rızıklar ile kÂfirlerin bedenlerinden ustun olmuştur.”
Rızkı, ekmek zannedip de mÂnevî rızıklar icin gayret etmemek, ne acı!. Belli ki İbrahim bin Edhem ’in cıktığı saraya sahip olmaktan vazgececek gibi değiliz o zaman…
Rabbimizin; “De ki: Rabbin kullarından dilediğine bol rızık verir (dilediğinden kısar). Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (es-Sebe, 39) buyurduğu gibi, AllÂh ’ın verdiği rızkı hayra harcayalım, inşÃ‚allah mÂnevî rızka nÂil oluruz.
“ÎmÂn edip, Allah yolunda hicret ve cihÂd edenler, (mucÂhitleri barındırıp yardım edenler) var ya, işte gercek mu ’minler onlardır. Onlar icin mağfiret ve bol rızık vardır.” (el-EnfÂl, 74)
RIZIKLA İLGİLİ HADİS Hazret-i Omer ’den rivÂyet edildiğine gore, Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“Eğer siz AllÂh ’a hakkıyla tevekkul etseniz, kuşlar gibi rızıklanırdınız. Onlar ac gider, tok donerler.” (Tirmizî, Zuhd, 33; İbn-i MÂce, Zuhd, 14; İbn-i Hanbel, Musned, 1/332)
İbrahim bin Edhem, sarayı terk ederek AllÂh ’ı tanıyıp bildi, Rabbine yakın olup kuşlar gibi tevekkul etti de dunyada ac kalmadı. LÂkin yakînlikte gayret edip rûhunun, kalbinin ve nefsinin mÂnevî rızıkları ile rızıklanıp Rabbine kullukta karar kıldı. Rahmet, mağfiret, bereket, feyz, ihlÂs, muhabbet rızıklarına nÂil oldu. RezzÂk olan Rabbimiz, sayamayacağımız kadar cok olan maddî ve mÂnevî rızıklarından bizlere de bol bol ikram ve ihsÂn eylesin. En buyuk rızık olan; îman ve rız nîmetinden bizi mahrum etmesin. Âmîn.
Kaynak: Fatma HÂle Sağım, Şebnem Dergisi, Sayı: 157
İslam ve İhsan