
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Bursalı Tesbihci Huseyin Efendiyi anlatıyor...Tasavvufî ahlÂk ve mÂnevî guzelliklerine binÂen Muhterem pederim Musa Efendi -rahmetullÂhi aleyh- aynı isimdeki uc sÂlih kişiden ozellikle bahsederdi. Derdi ki:
“İhvÂnımız arasında hÂlleriyle mustesn uc Huseyin vardır:
Biri Samsunlu Huseyin Efendi, Diğeri Nevşehirli Huseyin Efendi, Ucuncusu de Bursalı Tesbihci Huseyin Efendi...” İlk iki Huseyin Efendiler, bu guzel husn-i şahÂdet ile Hakk ’ın rahmetine kavuşmuşlardı. Onların ucuncusu olan Bursalı Tesbihci Huseyin Efendi ’yi de 24 Ekim Carşamba gunu Hakk ’ın rahmetine uğurladık. Doğduğu gun olan 24 Ekim, aynı zamanda Hakk ’a vuslat gunu oldu.
Omru de zaten hep bu yuce vuslatın hazırlığı ile gecmişti. Herkese numûne ve olgun hÂli, ahlÂkı ve yaşayışı ile Bursa ’nın mÂnevî cınarlarından biriydi.
Bilenlerin mÂlûmudur, gozleri sonradan Âm olmuştu. Bir gun kendisine şunu sordum:
“–Huseyin Ağabeyimiz, gozleriniz ÂmÂ. Acaba abdest alırken, gunluk işlerinizi yaparken, ihvÂnı irşÃ‚d ederken vaziyetiniz nasıldır, zorluk cekiyor musunuz? Herhangi bir sıkıntı yaşıyor musunuz?”
Tebessum etti. Hem metÂnet hem de buyuk bir rızÂ, teslîmiyet ve tevekkul icinde dedi ki:
“–Asla efendim, asla! Benim ÂmÂlıktan yana hicbir derdim ve şikÂyetim yok. Farkında bile değilim!..
LÂkin efendim;
Benim daha başka bir derdim var! Âh, o derdi nasıl halledeceğim, bir turlu bilemiyorum!..”
ÎzÂha vesile olmak icin sordum:
“–Bahsettiğiniz bu ağır dert nedir, soylemek ister misiniz?”
Derin bir ic cekti. Sonra sÂfiyÂne bir samimiyetle ve titrek bir ed ile şunları soyledi:
“–Âh efendim Âh! Ben onca buyuk zÂtlara yetiştim. Mahmud SÂmi Efendi Hazretleri ’nin, Musa Efendi Hazretleri ’nin sohbetlerine nÂil oldum.
LÂkin...
Eyvah ki, hÂl adam olamadım! Ben adam olamadım! Ben adam olamadım!
Ben AllÂh ’a kul olamadım!”
Sonra ilÂve etti:
“–Rabbimin buyruğu ÂşikÂr:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
«Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir...» (el-Hadîd, 4)
Duşunuyorum:
Gonlumun her hÂli AllÂh ’a acık, belli. Hicbir hÂlim AllÂh ’a gizli değil. O, her ahvÂlimi biliyor. O, her zaman benimle beraber. Yani O ’ndan hicbir şey saklayamam!.. İc Âlemimin en gizli duygularını da O biliyor. Âh, benim her gafletimi O biliyor.
Âh, ben O ’na kul olamadım!..
Ben adam olamadım!..
Âh efendim!
Bir defasında SÂmi Efendi Hazretleri Bursa Cekirge ’deki devlethÂneye fakiri durumun nezÂketinden gece yarısı 2 ’de cağırmıştı... Oraya vardığımda bir kopek Âdet beni karşılarcasına ayaklarını kaldırmış bekliyordu. Bir onun olgun hÂline baktım, bir de benim hamlığımı duşundum. Anladım ki:
Âh bu kapıda, bir kopek bile ne kadar guzel terbiye olmuş!”
İşte;
Boyle bir şahsiyetti Tesbihci Huseyin Efendi.
Tarifsiz bir mahviyet icindeydi.
Onun gonulden dokulen samimî ifadeleri, bana dÂim muhabbette fÂnî olmuş zÂtların hÂlini hatırlatırdı.
Nasıl ki;
Fuzûlî; nehirlerin akışında, bahar mevsiminde ciceklerin acılışında, yağmurda, bulutta, gozyaşında, hÂsılı baktığı her yerde Allah Rasûlu ’ne olan muhabbetin tezÂhurlerini goruyordu...
Nasıl ki;
MevlÂn Hazretleri; «Hamdım, Piştim, Yandım!» diyordu...
Nasıl ki;
Muhammed Es‘ad Erbîlî Hazretleri her yerde; «İlÂhî bir aşk Âteşi» goruyordu...
Aynı şekilde;
Huseyin Ağabeyimiz de; «AllÂh ’a hakkıyla kul olabilme»nin arzu ve iştiyÂkıyla yanıp tutuşuyordu. Yaptıklarını bir «hic» kabul ediyor, dÂimÂ;
“–Kul olamadım!” diyordu.
Kendisine;
“–Du buyurun Huseyin Ağabeyimiz...” dediğimde, hemen yanık ilticÂlara dalar ve duÂlarını mutlaka butun ummet-i Muhammed ’e hasrederdi.
Bilhassa ummetin fakirlerine, gariplerine, yalnızlarına ve muzdariplerine gozyaşları icinde duÂlar ederdi. Yaptığı duÂların merkezine dÂim garip-gurebÂyı da katarak herkese bir ders vermiş olurdu. Âdet SÂdî-i ŞîrÂzî ’nin;
«Hak dostları kimsenin alışveriş yapmadığı dukkÂnlardan alışveriş yaparlar.» ifadesini hatırlatırdı.
Onun bu hikmetler dolu hÂline ve derûnî basîretine bakınca gonulleri şu tefekkur kuşatırdı:
“–Sır dolu bir hakikat! Acaba kimin gozu ÂmÂ, kimin gozu goruyor?”
Onun fark eden gonullere damlattığı bir başka tefekkur de şuydu:
“–Boylesine guzel ve mustesn bir şahsiyet, acaba hangi fakulteden mezun oldu? Bursa ’nın mÂnevî cınarlarından biri hÂline gelen Tesbihci Huseyin Efendi, acaba hangi pedagoji kursusunde mastır veya doktora yaptı?”
Elbette onu yetiştiren bir fakulte vardı.
O da;
MÂn dergÂhıydı. Erenler sofrasıydı. Ârifler meclisiydi. SÂlihler sohbetiydi.
Cunku;
Tesbihci Huseyin Efendi ve emsÂli gonul erlerinin aldıkları tahsil; Allah Rasûlu ’nun ve O ’nun talebeleri olan Hak dostlarının rahle-i tedrîsinde, mÂrifetullah ve muhabbetullah tahsiliydi.
İşte;
Gercek ilim ve hakikî tahsil!
Ne mutlu boyle bir tahsilden muvaffakiyetle mezun olarak, Âhirete yuz akı ile gocebilenlere!..
CenÂb-ı Hak, Âhirete yolcu eylediğimiz bu mustesn sÂlih insanların yerlerini dolduracak sÂlih nesiller ihsan buyursun... Âmîn...
Bu vesileyle;
Siz değerli okuyucularımızdan, merhum Tesbihci Huseyin Efendi ve ummet-i Muhammed ’in cumle gecmişleri icin bir FÂtiha-i şerîfe ve uc İhlÂs-ı şerif okumanızı istirham ederim.
İslam ve İhsan