Ya ’kûb -aleyhisselÂm- kıtlık sebebiyle Hz. Yûsuf ’un oz kardeşi olan Bunyamin ’i yanında alıkoyarak, diğer oğullarını erzak almak icin Mısır ’a gonderdi. Bunyamin ’i gondermemesinin sebebi Yusuf ’un başına gelenlerin aynısının onun da başına gelmemesiydi. Hz. Ya ’kub ’un erzak almak icin yola cıkan oğullarını yolda nasıl surprizler bekliyordu? Mısır meliki olan Hz. Yusuf onlara nasıl muÂmelede bulunacaktı?
Âyet-i kerîmelerde bu hÂdise de şoyle anlatılır:

“Yûsuf ’un kardeşleri gelip O ’nun huzûruna girdiler. (Yûsuf) onları hemen tanıdı. Kardeşleri ise onu tanıyamadılar. (Yûsuf) onların yuklerini hazırlayınca dedi ki: «–Sizin baba bir erkek kardeşinizi de getirin! Gormuyor musunuz, size tam olcek veriyorum. Ben misÂfirperverlerin en hayırlısıyım. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benden bir olcek dahî alamazsınız ve bir daha bana yaklaşmayın!” (Yûsuf, 58-60)

Yûsuf -aleyhisselÂm- ’ın gelmeyen kardeşini de istemesi şu sebepledir: Kıtlık sebebiyle erzak, ihtiyac kadar veriliyordu. Yardım alacak şahsın bizzat bulunması gerekiyordu. Hazret-i Yûsuf ’un kardeşleri, gelemeyen baba ve kardeşleri icin de birer hisse isteyince, Yûsuf -aleyhisselÂm-, ihtiyar babayı mÂzur sayarak, bir defaya mahsus erzak verdi. Fakat bir dahaki sefere obur kardeşin de gelmesini şart koştu. Bu vesîleyle kardeşini gormeyi ve ondan haber almayı da istiyordu. Kardeşleri:

“«–Onu babasından istemeye calışacağız, herhÂlde (bunu) yaparız.» dediler.

(Yûsuf) emrindeki genclere:

«–SermÂyelerini yuklerinin icine koyun! Olur ki Âilelerine donduklerinde bunun farkına varırlar da belki yine (buraya) donerler.» dedi.

Bu şekilde babalarına dondukleri zaman dediler ki:

«–Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimiz (Bunyamin) ’i bizimle berÂber gonder de (onun sÂyesinde) zahîre alalım. Biz O ’nu mutlak koruyacağız!»

Ya ’kûb dedi ki:

«–Daha once kardeşi Yûsuf hakkında size ne kadar guvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar guvenirim! (Ben onu sÂdece AllÂh ’a emÂnet ediyorum.) AllÂh en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 61-64)

Ya ’kûb -aleyhisselÂm-:

“AllÂh en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” deyince, AllÂh TeÂl şoyle buyurdu:

“İzzet ve celÂlim hakkı icin, mÂdem ki Sen, Bana bu şekilde tevekkul ediyorsun, Ben de Sen ’i iki evlÂdına birden kavuşturacağım!”

Buradan anlaşılan şudur ki, mu ’min, fÂnîlere değil, AllÂh ’a dayanıp guvenmeli, dÂim O ’na tevekkul etmelidir. Cunku AllÂh ’tan başka her şeyin, oncelikle kendisi muhÂfazaya muhtactır. AllÂh TeÂl ise, hicbir şeye muhtac değildir. Fakat AllÂh ’a tevekkul ederken de sebeplere sarılmayı terk etmemek îcÂb eder.

BUNYAMİN ’İ DE GOTURMEK İCİN TURLU DİLLER DOKTULER

Ya ’kûb -aleyhisselÂm- ’ın oğulları, Bunyamin ’i de yanlarına alıp Mısır ’a giderek erzak alabilmek icin babalarına turlu diller dokuyor ve O ’nu rÂzı etmeye calışıyorlardı:

“EşyÂlarını actıklarında odemiş oldukları bedelin kendilerine iÂde edildiğini gorduler. Dediler ki:

«–Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermÂyemiz de iÂde edilmiş. (Onunla yine) Âilemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yuku de fazla (zahîre) alırız. Cunku bu (aldığımız) az bir miktardır.»” (Yûsuf, 65)

NihÂyet Hazret-i Ya ’kûb, Bunyamin ’i gondermeye rÂzı oldu.

“Dedi ki:

«–Etrafınız kuşatılıp cÂresiz kalmadıkca onu bana mutlak getireceğinize dÂir AllÂh adına sağlam bir soz vermediğiniz surece onu sizinle gondermem!»

Ona (istediği şekilde) teminat verdiklerinde dedi ki:

«–Soylediklerimize AllÂh şÃ‚hittir.»

Sonra da şoyle dedi:

«–Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin! Ama AllÂh ’tan (gelecek) hicbir şeyi (kazÂyı) uzerinizden gideremem. Hukum AllÂh ’tan başkasının değildir. Ben ancak O ’na guvenip dayandım. Tevekkul edenler de yalnız O ’na guvenip dayanmalıdırlar.»” (Yûsuf, 66-67)

Ya ’kûb -aleyhisselÂm- ’ın, oğullarına Mısır ’a değişik kapılardan girmelerini emretmesi, onların gosterişli ve guzel giyimli olmaları, ayrıca daha onceki gelişlerinde Melik ’ten kimsenin gormediği izzet ve ikrÂmı gormeleri sebebiyle idi. Bu sebeple evlÂdlarının kotu niyetli kimselerin kuracakları bir tuzaktan zarar gormelerini istemiyordu. Ayrıca herkesin hayret dolu nazarları onların uzerine dikilmişti. Beraber şehre girmeleri hÂlinde başlarına bir kotuluk gelebilirdi.

NAZAR HAKTIR

Nitekim RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar:

“Goz değ­me­si (na­zar) hak­tır.” (Bu­h­rî, Tıb, 36)

“Na­zar, in­sa­nı kab­re, de­ve­yi ten­cere­ye so­kar (ol­du­rur).” (Suyûtî, el-C­miu ’s-Sa­ğîr, II, 60)

Bu sebeple, hicbir zaman gafletle nazar etmemek lÂzımdır. Devamlı sûrette AllÂh ’a sığınmayan kimseler kotu nazardan kurtulamazlar. Her hÂlukÂrda Hakk ’a sığınanlar ise, muhÂfaza olunurlar.

İbn-i AbbÂs -radıyallÂhu anh- ’dan şoyle rivÂyet edilmiştir:

“RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Hasan ve Huseyin ’i koruması icin AllÂh ’a şu du ile sığınırdı:

«Her turlu şeytandan, (yılan ve akrep gibi) zehirli hayvanlardan ve dokunan her kotu gozden AllÂh ’ın mukemmel olan kelimelerine (Kur ’Ân Âyetlerine, AllÂh ’ın isim ve sıfatlarına) sığınırım.»

Daha sonra da:

«Babanız İbrÂhim de, (oğulları) İsmÂil ile İshÂk icin bu du ile AllÂh ’a sığınırdı.» derdi.” (BuhÂrî, EnbiyÂ, 10; Ebû DÂvûd, Sunnet, 20)

Bir kimse, gorup beğendiği şeye nazarının isÂbet ederek bir zarar vermemesi icin:

“AllÂh ’ın dilediği olur, guc ve kuvvet ancak AllÂh ’a mahsustur.”

MubÂrek olması icin de;

“AllÂh hakkında hayırlı eylesin!” demelidir.

Ya ’kûb -aleyhisselÂm- ’ın bu nasîhatlerini dinleyen oğulları erzak almak uzere tekrar yola cıktılar.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Babalarının kendilerine emrettiği şekilde ayrı ayrı kapılardan girdiklerinde (bu tedbir) AllÂh ’ın kendileri hakkındaki takdîri karşısında hicbir fayda sağlamadı. SÂdece Ya ’kûb ’un icinden gecirdiği bir isteğin yerine getirilmesi oldu. O, şuphesiz bir ilim sÂhibi idi. Cunku kendisine Biz oğretmiştik. (Bunun icindir ki “AllÂh ’tan gelecek takdîri onleyemem” demişti.) Fakat insanların coğu bu hakîkati bilmezler.” (Yûsuf, 68)

“BEN SENİN KARDEŞİN YÛSUF ’UM!”

“BirÂderleri Yûsuf ’un yanına girince, Yûsuf oz kardeşi (Bunyamin ’i) kendi yanına aldı ve: «–Bilesin ki ben senin kardeşinim, onların gecmişte bize yapmış oldukları şeylere aldırma!» dedi.” (Yûsuf, 69)

RivÂyet edildiğine gore, Hazret-i Yûsuf, kardeşlerine yemek verdi. Onları sofraya ikişer ikişer oturttu. Bunyamin yalnız kalınca ağladı ve dedi ki:

“–Kardeşim Yûsuf sağ olsaydı, o da benimle beraber otururdu.”

Yûsuf -aleyhisselÂm- da onu kendi sofrasına aldı. Yemekten sonra kardeşlerini yine ikişer ikişer evlere misÂfir olarak dağıttı. Bunyamin yine yalnız kalmıştı. Bunun uzerine Hazret-i Yûsuf dedi ki:

“–Bunun ikincisi yok! Oyleyse bu da benimle kalsın!”

Boylece Bunyamin onun yanında geceledi.

Hazret-i Yûsuf ona dedi ki:

“–Olen kardeşin yerine beni kardeş olarak kabûl eder misin?”

Bunyamin cevÂben:

“–Senin gibi bir kardeşi kim bulabilir? Fakat Sen, babam Ya ’kûb ile annem Rahîl ’in evlÂdından değilsin.” deyince, Hazret-i Yûsuf ağladı ve kalkıp Bunyamin ’in boynuna sarıldı. Sonra gerceği soyledi:

“–Ben senin kardeşin Yûsuf ’um! Onların bize yapmış oldukları şeylere aldırma!”

Yûsuf -aleyhisselÂm- ’ın Bunyamin ’e: “Onların gecmişte bize yapmış oldukları şeylere aldırma!” demesinde, AllÂh ’ın, hased edenlerin hîlelerini muvaffÂkıyete eriştirmeyeceğine işÃ‚ret vardır. Nitekim kardeşleri, Yûsuf ’a neler yaptılar, ne hasedler ettiler ve nice ezÂlar cektirdiler, fakat emellerine nÂil olamadılar. AllÂh TeÂl once iki kardeşi, sonra da babasıyla evlÂdını birbirine kavuşturdu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan