
BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ’ne gore zÂhid, hicbir mal ve mulke sahip olmayan kişi değildir. LÂkin asıl zÂhid, malını mulkunu kendine izÂfe etmeyen, hakîkatte hicbir şeye mÂlik olmadığı şuuru icinde yaşayan ve gonlunu fÂnî varlıklara esir etmeyen kişidir.[1]Zira meşrû kazancıyla servet sahibi olan mu ’min de Hak katında makbûl bir kuldur. Boyle kullar dÂimÂ; “Mulk AllÂh ’ındır, hepsi Rabbimiz ’e Âittir, bizler ancak birer emÂnetciyiz.” idrÂki icinde olup, sahip oldukları her şeyden Allah yolunda infÂk ederler. FÂnî dunyanın aldatıcı oyuncaklarına gonul kaptırmaz, kalplerini dunya servetinin kasası olmaktan muhÂfaza ederler.
Şu ifÂdeler, BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri ’nin dunyaya bakış tarzını ne guzel hulÂsa eder:
“Dunya, ehli icin aldanış icinde aldanıştır. Âhiret, ehli icin surur icinde sururdur. AllÂh ’a muhabbet ise nurdan bir surur ve nûr ustune nûrdur.”[2]
Hakîkî zuhde uc fasılda erdiğini ifÂde eden BÂyezîd -rahmetullβhi aleyh-; “Birinci fasılda dunya ve icindekilere, ikinci fasılda Âhiret ve icindekilere, ucuncu fasılda ise Allah TeÂl ’dan gayri her şeye karşı zÂhid oldum, onları gonlumden cıkardım.” buyurur.[3]
Yine bu hususta şoyle buyurmuştur:
“İlk hacca gittiğimde sadece KÂbe ’yi gordum. İkinci gidişimde hem KÂbe ’yi hem de KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum. Ucuncu gidişimde ise sadece KÂbe ’nin Rabbi ’ni gordum.”[4]
BÂyezîd-i BistÂmî -rahmetullβhi aleyh- ’in Yaratan ’dan oturu yaratılanlara şefkat ve merhameti oyle geniş ve derin idi ki, mahlûkÂtın ıztırÂbını kendi ıztırÂbı bilirdi. Bir gun fen hÂlde dovulmuş bir merkep gormuştu. Oyle ki hayvan kan revÂn icinde yerde yatıyordu. O kadar muteessir oldu ki, onun da yanlarından aşağıya doğru kan sızmaya başladı.[5]
Şuphesiz ki bu hÂl, HÂlık ’ın şefkat nazarıyla mahlûkÂta bakış tarzının zirve noktasıdır.
SultÂnu ’l-Ârifîn BÂyezîd-i BistÂmî Hazretleri, bir yere seyahat ederken bir ağac altında durup yemek yemişti. Ardından yoluna devam etti. Bir hayli yol aldıktan sonra torbasında bir karınca gordu ve:
“–AllÂh ’ın bu mahlûkunu vatanından ayrı duşurdum.” diyerek geri donup karıncayı yerine bıraktı.[6]
[1] Bkz. Ebû TÂlib Mekkî, Kūtu ’l-Kulûb, I, 447.
[2] Sehlegî, a.g.e, s. 124; HÂnî, HadÂik, s. 322.
[3] Kuşeyrî, a.g.e, s. 58.
[4] Hucvîrî, Keşfu ’l-Mahcûb, s. 319.
[5] Ali bin Huseyin Safî, ReşahÂt-ı Aynu ’l-HayÂt, s. 487.
[6] Bkz. Kuşeyrî, a.g.e, s. 229; SÂdî, Bostan, s. 78.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, BÂyezîd-i BistÂmî, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan