Hak dostlarının beden ve uzuvları, nefs ve kalpleri ile ilişkileri nasıldı? İşte Hak dostlarının kendileriyle ilişkileri...Tum insanlığa ornek ve onderler olarak gonderilen peygamberler başta olmak uzere butun Hak dostları, kendilerini onemsemişlerdir. Zira her şeyden once kendilerini var kılan irade, Hakk ’ın iradesidir. Hakîm olan Yuce Mevl bir şeyin olmasını dilemişse o varlık elbette boşuna yaratılmış değildir. Bir de bu varlığın meleklerin bile kendisine secdeye davet edildiği, yeryuzu hilÂfetine namzet bir insan olduğu duşunulunce bunun değerini takdir edebilmek hic de kolay değildir. İşte bu gerceği en guzel bir şekilde idrÂk eden Hak dostları, sanki kul olarak şu varlık Âleminde yalnız kendileri varmışcasına oz benliklerini dikkate almışlardır.
Yaratılış misyonlarının Rablerini doğru tanımak, yalnız O ’nun kulu olmak ve yeryuzunu yine O ’nun rızÂsı cercevesinde îmar etmek olduğunun şuurundadırlar. Bu yolda kendilerine verilen istidat, kabiliyet, nimet, fırsat ve imkÂnların oncelikle farkında olmayı ve sonra da onları yerli yerince kullanmayı vazife bilmişlerdir. Kendinin yani zatının hakikatini unutmanın ya da ondan habersiz yaşamanın esasen Rabbi unutmanın bir cezası olduğunun bilincindedirler.1 Boyle bir acı Âkıbete ducar olmamak icin butun Ârifler “Kendi hakikatini bilip tanımayı” Rablerini tanımanın en onemli vesilesi saymışlardır. Bu mÂnayı, muhtevası Hazret-i Ali ’ye nispet edilen ve Şeyh Galip ’in şiir olarak dizelere doktuğu şu beyitte gormek mumkundur:
Hoşca bak zÂtına kim zubde-i Âlemsin sen
Merdum-i dîde-i ekvÂn olan Âdemsin sen.
(Ey insan! Kendi hakikatine şoyle guzelce bir bak; zira sen butun Âlemin bir ozusun. Yani kucuk bir kÂinatsın. Butun varlığın gozbebeği olan insansın.)
Goklerin, yerin ve dağların bile yuklenmekten kacındığı yuce bir emÂnetin taşıyıcısı olarak2 sorumluluğunun farkında olmak, elbette kendine cok farklı bakmayı gerektirecektir. Hak dostları, her şeyden once kendilerine kendilerinden daha yakın olan3 Yuce MevlÂlarının huzurunda olduklarının idrÂki icindedirler. Bu şuur hÂli icinde, kendilerinde kendilerini değil, Rablerinin tasarruf ve tecellilerine gorme diriliği, heyecanı ve urpertisini hissederek bir hayat surmenin azmindedirler. Bu yonuyle de kendileriyle ilişkilerinde, her şeyi yerli yerine koyma anlamında adÂlet hassasiyeti, emÂnet şuuru ve sorumluluk duygusu cok yuksektir. Can emÂnetir, kalp emanettir, goz-kulak, el-ayak emanettir, evlÂd u ıyÂl, mal- makam, zaman ve mekÂn ve daha nice sayılamayacak emÂnetler kendilerine tevdi edilmiştir. Her biri hem korunmayı ve hem de yaratılış maksadı cercevesinde geliştirilip kullanılmayı gerektirmektedir. Bu sorumluluğun altından kalkmak, elbette kolay değildir. Bu itibarla da kul olmanın gereği olarak bir taraftan tam bir mucÂhedeye (gayret ve himmete) sarılırlarken, diğer taraftan da Rablerinin hidÂyetini, rahmetini ve nusretini surekli niyaz ederler. Hak dostlarının bu şuur ve idrÂk hÂli, kendi ic iletişimleri bakımından işin odak noktasını teşkil eder. Her şey bu odağın etrafında şekillenir.
HAK DOSTLARININ BEDENLERİ VE UZUVLARI İLE İLİŞKİLERİ Hak dostları bedenleri ile ilişkilerine onem vermişlerdir. Zira insÂnî hakikatin belli bir muddetle de olsa emanet edildiği mahal orasıdır. Nefha-i ilÂhiyye olan ruh bu bedene lutfedilmiştir. Kalıp belli bir duzeye ve kıvama gelmeden ruh nefhedilmediğine gore, kalıbın ihmÂli ruh adına buyuk kayıplara da sebep olabilecektir. Oyleyse bu kalıp korunmalı ve sıhhatli tutulmalıdır. Bedenle ilgili dikkat ettikleri hususları kısaca şoyle sıralayabiliriz:
Beden helÂl (tıyb) lokma ile beslenmelidir. Bu hususta selef-i salihîn nice kıymetli tavsiyelerde bulunmuşlardır. Onlara gore, kişinin bedeniyle sÂlih amel işlemeye kuvvet ve kudret bulması, huşû ve huzur hÂlinin gercekleşmesi, manevî bakımdan hantallıktan kurtulup heyecan ve zindelik kazanması helal lokmaya bağlıdır. Aşırı yemek yemenin de gaflete vesile olduğu ifade edilmiştir. Bu itibarla butun terbiye ocakları Rabbimizin ikram ettiği tertemiz rızıkları, gaflete duşmeden, ihtiyac kadar yemeyi tavsiye etmişlerdir.
Sıhhat korunmalı, hastalıklara karşı tedbir alınmalı ve şifaya vesile olacak vasıtalara muracaat edilmelidir. Zira Peygamber Efendimiz, kıymeti bilinmeyen en onemli nimetlerden birinin de sıhhat olduğunu beyan etmişlerdir.4 Hak dostları Hakk ’ın her nimetini aziz bilmek gerektiği noktasında gonul birliği etmişlerdir. İstisn olarak tedaviyi istemeyip teslimiyet ve tevekkulu tercih edenler olmuş ise de ehlullÂhın kahir ekseriyeti tedavi tavsiyesine uymayı teslimiyet ve tevekkule aykırı gormemişlerdir.
Bedenin temizliği, tertip ve duzeni en guzel bir şekilde gundemde tutulmaktadır. “Allah tertemiz olanları sever”5 Âyetindeki ilÂhî muhabbet mujdesine nail olabilmek adına Hak dostları her alanda tertemiz olmayı hedef haline getirmişlerdir. Nitekim Rahmet peygamberi Efendimiz, sacı sakalı dağınık bir şekilde huzuruna giren bir kişiyi tatlı bir şekilde uyarmıştı. Bu uyarı uzerine o kişi de hemen Allah Resûlunun işÃ‚retini emir telakki edip dağınıklığını giderince, Habibullah ’ın sevinci yuzune yansımıştı. Ummetine cok duşkun olan O Nebiyy-i Ekrem, mu ’min insanın gerek kendisinin ve gerekse bineğinin guzel olmasına ehemmiyet vermesini ictenlikle arzu ederlerdi. İşte Hak dostları da, Allah ve Resûlunun arzularını en guzel bir şekilde hayata gecirme adına perişanlığı değil, temizliği, tertip, duzen ve uyumu daima gozetmişlerdir. Hususiyle murşidler, beden dillerine daha da dikkat etmişlerdir. Bunu gosteriş icin değil, muhataplarına saygının bir gereği olarak yerine getirmişlerdir. Giyinişlerindeki uyum ve tenÂsub, her turlu takdirin uzerindedir. Giydikleri elbisenin pahalı ve markalı olmasına değil, mali vaziyetlerine gore sade, temiz ve uyumlu olmasına dikkat etmişlerdir.
Allah ’ın kendilerine lutfettiği goz, kulak, el ve dil gibi nimetleri yaratılış maksatlarına uygun bir şekilde kullanmaya da azami gayret gosterirler. Dillerini, yalan, yanlış ve luzumsuz sozlerden uzak tutarlar. Luzumsuz sozun kalbi katılaştıracağının şuurundadırlar. Soz zaruri ve ihtiyac değilse, sukût daima tercihleridir. Zira sukûtun manevî derinlik icin son derece onemli olduğuna inanırlar. Bu itibarla “kıllet-i kelÂm” (az konuşma) disiplinini kişilik eğitiminin bir parcası gorurler. Ozellikle dilleriyle bir gonlu incitmekten cok korkarlar. İyiliği emretmek ve kotulukten alıkoymak icin dilleriyle cihÂd etmenin gereğine de inanırlar. Soz dilinin etkisini iyi bildiklerinden az ve oz olmak şartıyla yerini ve zamanını da gozeterek pırlanta kelimelerle meramlarını ifade ederler. Dilleri ifsad aracı değil, ıslah vasıtasıdır. Sert ve kaba değil, yumuşak ve zarifce dokunuşlarla iletişim kurarlar.
Gozlerinden de şefkat ve rahmet nazarları taşar. Bakışları ile nice gonulleri aşılarlar. Kimi istidatları firÂset ve basiretleriyle keşfeder ve bakışları ile nicelerini Hak ve hakikat yoluna bağlarlar. Nazarları besleyicidir. Bakışlarının arkasında var olan gonul himmetleri, bir heyecan şelÂlesi halinde gozlerinden ilişki icinde oldukları muhatapların uzerine doğru akar. Bakışlarında kimi zaman da celÂl sezilir. Boylesi durumlar ya terbiye maksatlıdır, ya da Allah icin gazaplanmanın goze yansımasıdır. Luzumsuz bakışlardan korunmak icin goz ayağa bakacak anlamında “Nazar ber kadem”i prensip edinmişlerdir. Zira her bakış, kalbi meşgul edeceğinden uygunsuz manzaralara nazar etmekten ya da luzumsuz bakışlardan kendilerini korumaya calışırlar.
Her soze de kulak vermezler. Sozun en guzelini dinlemeye calışırlar. Yalan, gıybet ve dedikodu kulaklarına misafir olamaz. Zira bunlara fırsat vermezler. Dinlemenin bile suca iştirak sayılacağı nice durumların olduğunun farkındadırlar.
Elleriyle rahmet tevzi ederler. Başkalarına eziyet etmekten kendilerini buyuk bir titizlikle korurlar. Damarlarında dolaşan şefkat, ellerinden muhataplarına yansır. Ayakları da şerde değil, hayır yollarında adım atar, yurur ve hatta koşar. İşte bunun gibi her bir uzvun daha nice hikmetli ve bereketli işleri vardır ki bunların hepsini burada saymak imkÂnsızdır. Her gun yeni yeni tecellilere mazhar olan Hak dostlarının uzuvlarının, hic şuphesiz niyetlerinin ulviliği nispetinde nice nice bereketlere kaynaklık edeceği muhakkaktır.
HAK DOSTLARININ NEFİSLERİ VE KALPLERİ İLE İLİŞKİLERİ Allah dostları, nefislerine karşı da son derece titiz bir ilişki surdururler. Nefis, insanın “ben” derken kastettiği hakikatidir. Tezkiye ve terbiye gormeyen her bir nefis surekli kotuluk fısıldar.6 Mayasında boyle bir ozellik vardır. İlÂhî rahmetle buluştukca arınır. Bu arınma surecine “tezkiye sureci” denir. Nefsin hem hukuku ve hem de huzuzu (hazları, zevkleri) vardır. Tezkiyenin başlangıcında onun hakları verilir ve fakat meşru olmayan hazlarına dur denilir. Bu sahfa nefisle cihÂd safhasıdır ki zorlu bir surectir. Zorluğu ve tehlikesi sebebiyle tasavvuf erbabı bu cihada “buyuk cihÂd” demişlerdir. İman, sÂlih amel, evrÂd u ezkÂr, hizmet, sÂlih ve sadıkların rehberliği ve beraberliği ile adım adım arınan nefis, zamanla taat ve hayırlara karşı once boyun eğer ve sonra da isteyerek bu amellere zevkle koşar hale gelir. Bu durum ic bunyede sulh donemini oluşturur ki nefsin itmi ’nÂnı denilen hÂl budur. Bu safhadan sonra nefse karşı şiddet sona ermiş ve rıfk ve mulÂyemetle muamele etme donemi başlamıştır. İşte Hak dostları bu kıvamı yakalamak suretiyle ic dinginliğine ermiş kimselerdir. Artık tehlikeli dalgalar aşılmış ve sukûnetli limanlara erişilmiştir. İşte iletişim kalitesinin arzulanan zemini budur. Boylesi bir hÂle erişen kimseler şÃ‚irin ifadesiyle “Gul alırlar gul satarlar.”
Hak dostları, kendilerine lutfedilen en buyuk nimetlerden birinin de gonulleri olduğunun farkındadırlar. Orayı Hakk ’a tahsis etmeyi en buyuk sorumluluklarından biri olarak gorurler. Gonul tahtının sultanı olan Yuce Rablerine, arı duru, tertemiz, selîm bir kalp sunabilmeyi kurtuluş sermayesi bilirler. İmÂn, takvÂ, teslimiyet, ledunnî ilim ve ilhamların, marifet ve hikmetin mahalli olan bu RabbÂnî latifeyi korumak ve geliştirmek, onlar icin bir kulluk sorumluluğudur. Yapıp ettikleri her şeyin makbûliyeti ve kalitesi, kalbin hÂli ile olculeceğinden, buranın sıhhatli olmasına azami titizliği gosterirler. Kalbin katılmadığı bir amel ve davranışın ruhsuz bir cesetten farkı olamayacağının bilincindedirler.
Zamanı doğru okumak ve gereğini kuşanmak noktasında da hassas olculere sahiptirler. Nefeslerinin farkında olmayı kendilerine ufuk olarak belirlemişlerdir. MekÂn ve imkÂnın da emanet olduğunu unutmadan bulundukları yerle sıhhatli bir ilişki geliştirmenin derdine duşmuşlerdir.
Nimete şukur, bel ve musibetler karşısında ise sabır, teslimiyet ve tevekkullerini kuşanmışlardır. Koku derinlerde olan bir ağac misali, kolay kolay yıkılıp devrilmeyecek bir ic direnc kazanmışlardır.
Netice olarak ifade edebiliriz ki Hak dostları, Allah TeÂl ile kurdukları derinlikli bir iman, teslimiyet ve zikir bağı neticesinde şerh-i sadra (gonul genişliğine) ve itimi ’nÂna nail olmuş bahtiyarlardır. İclerinde oluşan bu huzur atmosferi ile etrafları ile nitelikli ilgi ve ilişkiler kurmak, kendileri icin Âdeta bir meleke olmuştur. Bu itibarla neredeyse her iletişim karesi hayranlık oluşturacak bir kaliteye ve guzelliğe burunmuştur. Bu kıvam, Hakk ’ın kendilerine ihsan ettiği yuce bir lutuftur.
Gelecek Ay: Anne-baba ve buyuklerle ilişkileri
Dipnotlar: 1) Haşr 59/15. 2) AhzÂb 33/72. 3) KÂf 50/16. 4) BuhÂrî, Rikak 1. 5) Bakara 2/222. 6) Yusuf 12/53.
Kaynak: Dr.Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, Sayı: 396
İslam ve İhsan