Teslis (Uc Tanrı) İnancı nedir? Teslis inancı nasıl oluşmuştur? Teslis inancı ne zaman ortaya cıktı? Teslis inancının sembolleri neler? Teslis inancı ile ilgili bilinmesi gerekenler...Teslîs, hristiyanların “Baba, oğul ve Rûhu ’l-Kudus” uclusun­den oluşan tanrı inanclarını ifĂ‚de eden bir kavramdır. Aslında Hristiyanlık, umûmiyetle tek Tanrı ’ya inanan dinler arasında zikre­dilir. Hristiyanlığın dayandığı “Eski Ahid”de titiz bir şekilde uzerinde durulan tevhîd inancı, hristiyanların merkezi olan Kudus ’te aralarında sıkışıp kaldığı Hint ve Yunan kulturunun etkisiyle, tevhîde aykırı bir şekle donuşmuştur.
Teslîsin Hristiyanlığa girmesi hayli sonra olmuştur. 325 yılın­da toplanan İznik Konsulu ’nde henuz teslîs inancı yoktu. Orada sadece Baba ve Oğul ’un Tanrı olduğundan ve onların aynı cevherden olduklarından bahsediliyordu. Daha sonra 381 yılında toplanan Konstantinopolis Konsulu ise, Rûhu ’l-Kudus ’u de Tanrılığa ilĂ‚ve edip(!) teslîs inancını kabûl ederek, hristiyanlardan “uc uknum”a, yĂ‚ni uc unsurlu tek ulûhiyete tapınmalarını istedi.
Bugun yapılan îtirazlar karşısında teslîs icin te ’vîl yoluna gi­dilerek; Tanrı tektir, guc ondadır; ÎsĂ‚ ise sadece onun oğludur; Rûhu ’l-Kudus de gucudur gibi ifĂ‚deler, yapılan şirki tevhîde yak­laştırmaz. Ayrıca her turlu noksanlıklardan ve beşerî sıfatlardan munezzeh olan AllĂ‚h ’a oğul isnĂ‚dı, dehşetli bir azĂ‚ba dûcĂ‚r edecek buyuk bir şirkten başka bir şey değildir. Bu hususta CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
(O yuce bir subhĂ‚n olduğu hĂ‚lde) «AllĂ‚h cocuk edindi!» dediler. HĂ‚şĂ‚! O, bundan munezzehtir. Oysa goklerde ve yerde olanların hepsi O ’nundur, hepsi O ’na boyun eğmiştir.” (el-Bakara, 116)
قَالُواْ اتَّخَذَ اللّهُ وَلَدًا سُبْحَانَهُ هُوَ الْغَنِيُّ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَات وَمَا فِي الأَرْضِ إِنْ عِندَكُم مِّن سُلْطَانٍ بِهَـذَا أَتقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
(Evet O yuce bir subhĂ‚n olduğu hĂ‚lde) «AllĂ‚h cocuk edin­di!» dediler. HĂ‚şĂ‚! O, bundan munezzehtir. O ’nun (cocuğa) ihtiyĂ‚cı yoktur. Goklerde ve yerde ne varsa O ’nundur. Bu hususta yanınızda herhangi bir delil yoktur. AllĂ‚h hakkında bilmediğiniz bir şeyi mi soyluyorsunuz?” (Yûnus, 68)
(Ey Rasûlum!) De ki: AllĂ‚h katında yalan uyduranlar as­lĂ‚ kurtuluşa eremezler.” (Yûnus, 69)
“DunyĂ‚da bir miktar gecim (sağlarlar), sonra donuşleri Biz ’edir; sonra inkĂ‚r etmekte oldukları şeylerden oturu onla­ra şiddetli azĂ‚bı tattırırız.” (Yûnus, 70)
“AllĂ‚h evlĂ‚d edinmemiştir. O ’nunla beraber hicbir ilĂ‚h da yoktur. Aksi takdirde (O ’nunla beraber başka ilĂ‚hların bu­lunması hĂ‚linde) her ilĂ‚h kendi yarattığını sevk ve idĂ‚re eder ve mutlakĂ‚ onlardan biri diğerine galebe calardı. AllĂ‚h, (muşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden munezzehtir.” (el-Mu ’minûn, 91)
Başlangıcta puruzsuz bir tevhîd anlayışına sĂ‚hip olan hristiyan akîdesine sonradan girmiş bulunan teslîs inancının, İncîl ’lerde ciddî bir delîline rastlanmamaktadır. “Ucleme” mĂ‚nĂ‚sına gelen teslîsin Batı dillerindeki karşılığı, “Trinite”dir. Trinite kelimesi, İncîl ’lerin hicbir yerinde gecmez. Hristiyanlık tĂ‚rihinde ilk defa M.S. 2. asırda Tertullien tarafından kullanılmıştır.
Ayrıca Yeni Ahid ’in hicbir yerinde Hazret-i ÎsĂ‚ “Ben Tanrı ’yım” demez. Bilakis tam zıddını, yĂ‚ni kul olduğunu soyler.[1] Yuce AllĂ‚h Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de de Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın kul olduğunu haber verir.[2] ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m-, bu kulluk sıfatından kendisi rencide olmamış, bilakis KitĂ‚b-ı Mukaddes ’te beyĂ‚n edildiği uzere bundan şeref duymuş,[3] omrunu zirve bir kulluk muhtevĂ‚sı icinde yaşamıştır. Ayrıca Hazret-i ÎsĂ‚ devamlı olarak, hattĂ‚ gece boyunca AllĂ‚h ’a ibĂ‚det ederdi. HĂ‚lbuki ibĂ‚det etmek, ulûhiyet şiĂ‚rı değil, bilakis kulluğun tescîlidir.
Hristiyanlar, teslîsin İncîl ’lerdeki delîli olarak bula bula şu ifĂ‚deleri zikrederler:
“Ve ÎsĂ‚ vaftiz olunup hemen sudan cıktı. Ve işte gokler acıl­dı ve AllĂ‚h ’ın rûhunun guvercin gibi inip uzerine geldiğini gordu ve işte goklerden bir ses dedi: «Sevgili oğlum budur, ondan rĂ‚zıyım.»” (Matta 3, 16-17)
Benzer ifĂ‚deler, İncîl ’in diğer bolumlerinde de gecer.[4] Fakat dikkatle incelendiğinde gorulur ki, bu metinlerden uc tan­rı veya uc uknumlu, yĂ‚ni uc unsurdan muteşekkil bir tanrı mĂ‚nĂ‚sı cıkarmak mumkun değildir.
İfĂ‚de etmek gerekir ki, aslının tahrîf edildiği, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ta­rafından da bildirilen Hristiyanlığın temel kitabı olan İncîl ’lerde bile sağlam ve anlaşılır bir delili bulunmayan teslîs inancı, nasıl te ’vîl edilirse edilsin veya hristiyanlar tarafından ne şekilde îzah edilmeye calışılırsa calışılsın, AllĂ‚h indinde son dîn olarak gon­derilen İslĂ‚m ’ın getirdiği “Tevhîd” inancıyla aslĂ‚ bağdaşmaz!
Ote yandan, hristiyanların Tanrı icin kullandıkları “baba” tĂ‚biri de cok alcaltıcıdır. ZîrĂ‚ insan nazarında kotu intibĂ‚lar uyandıran baba tipleri de vardır. Aynı zamanda baba mefhûmu, birer beşerî keyfiyet olan cinsî alĂ‚kaları, kendisinden sonra bir vĂ‚ris bırakma duşuncesini ve olumu hatırlatır ki, AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- butun bunlardan munezzehtir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’nın ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ı babasız olarak yaratması fevkalĂ‚de buyuk bir mûcizedir. Fakat bu durum, O ’nun ilĂ‚h olmasını gerektirmez. ZîrĂ‚ Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- da babasız olarak yaratılmıştır. Ustelik O ’nun yaratılışında bir anne de mevcut değildir. Hem anasız, hem de babasız yaratılan Hazret-i Âdem ’e bu vasfından ve Hazret-i HavvĂ‚ ’nın da kendisin­den yaratılmış olmasından dolayı, nasıl ki ulûhiyet izĂ‚fe edilemiyorsa, Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya da izĂ‚fe edilemez. ŞĂ‚yet AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ bir bĂ‚kireden babasız olarak bir cocuk yaratıyorsa bu, cocuğa değil bizzat onu yaratan AllĂ‚h ’a kulluk etmeyi gerektirir.
İslĂ‚m, AllĂ‚h ’ın, yuce sıfatlarla muttasıf, hicbir mahlûka benzemeyen, her turlu noksanlıktan munezzeh, kendinden başka bir ilĂ‚h bulunmayan, azamet ve kud­ret sĂ‚hibi ve bir Rab ol­duğunu îlĂ‚n eder. Bu ilĂ‚n, pek veciz bir şekilde İhlĂ‚s Sûresi ’nde beyĂ‚n buyrulmuştur:
(Ey Rasûlum!) De ki: AllĂ‚h birdir. AllĂ‚h sameddir. Doğurmamıştır (hic kimsenin babası değildir) ve doğurulmamıştır (hic kimsenin evlĂ‚dı değildir). Hicbir şey de O ’nun dengi değildir!”
Bu kısa sûre, tevhîdin butun husûsiyetlerini hulĂ‚sa ederek, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- gibi doğum ve olum boyutlarıyla sınırlı yaratıl­mış bir varlığın, ulûhiyetle herhangi bir alĂ‚kası olmadığını beyĂ‚n ile teslîsin muhĂ‚l olduğunu gostermeye kĂ‚fîdir.
Bu bakımdan CenĂ‚b-ı Hak teslîs akîdesindekileri şiddetli bir şekilde îkaz buyurur:
“And olsun ki «–AllĂ‚h, kesinlikle Meryem oğlu Mesîh ’tir!» diyenler kĂ‚fir olmuşlardır. HĂ‚lbuki Mesîh: «–Ey İsrĂ‚îloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan AllĂ‚h ’a kulluk ediniz! Biliniz ki, kim AllĂ‚h ’a ortak koşarsa, muhakkak AllĂ‚h ona cenneti ha­ram kılar; artık onun yeri ateştir ve zĂ‚limler icin yardımcılar yoktur!» demişti.” (el-MĂ‚ide, 72)
“And olsun «AllĂ‚h, ucun ucunsudur!» diyenler de kĂ‚fir olmuşlardır. HĂ‚lbuki bir tek AllĂ‚h ’tan başka hicbir ilĂ‚h yok­tur. Eğer diyegeldiklerinden vazgecmezlerse, iclerinden kĂ‚­fir olanlara acı bir azap isĂ‚bet edecektir.” (el-MĂ‚ide, 73)
“HĂ‚lĂ‚ AllĂ‚h ’a tevbe edip O ’ndan mağfiret dilemeyecek­ler mi? AllĂ‚h, Gafûr ve Rahîm ’dir.” (el-MĂ‚ide, 74)
“Meryem oğlu Mesîh, ancak bir Rasûl ’dur. Ondan once de bircok rasûller gelip gecmiştir. Anası da cok doğru bir ka­dındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, delilleri nasıl acıklı­yoruz; sonra bak ki (bunları gorup bildikleri hĂ‚lde ehl-i kitĂ‚b) nasıl (da hakîkatten) yuz ceviriyorlar!” (el-MĂ‚ide, 75)
Âyet-i kerîmede buyrulan “ikisi de yemek yerlerdi” ifĂ‚de­si, ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın ve annesinin birer beşer olduklarını vurgulamak icindir. Cunku onların yemek yemeleri, aclık ve tokluk gibi be­şerî husûsiyetleri îcĂ‚b ettirir ki, CenĂ‚b-ı Hak elbette bundan mu­nezzehtir.
Buna rağmen ehl-i kitĂ‚bın onlar hakkında ulûhiyet isnĂ‚d edici bir inanca meyletmeleri, tamĂ‚men kendi cehĂ‚let ve gaflet­leri sebebiyledir. Yoksa Hazret-i ÎsĂ‚, bu hususta ehl-i kitĂ‚ba en ufak bir kapı bile acmamıştır. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“AllĂ‚h ’ın, peygamberleri toplayıp da: «–Size ne cevap verildi?» dediği gun: «–Bizim hicbir bilgimiz yok, şuphe­siz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak Sen ’sin!» diyeceklerdir.” (el-MĂ‚ide, 109)
(O zaman) AllĂ‚h: Ey Meryem oğlu ÎsĂ‚! İnsanlara: «–Beni ve anamı, AllĂ‚h ’tan başka iki tanrı bilin!» diye Sen mi de­din, buyurduğunda, O (ÎsĂ‚ diyecektir ki): «–HĂ‚şĂ‚! Sen ’i tenzîh ederim; hakkım olmayan şeyi soylemek bana yakışmaz. Hem ben soyleseydim, Sen onu şuphesiz ki bilirdin. Sen be­nim icimdekini bilirsin, hĂ‚lbuki ben Sen ’in zĂ‚tında olanı bil­mem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sen ’sin.” (el-MĂ‚ide, 116)
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini soyledim. Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan AllĂ‚h ’a kulluk edin, de­dim…” (el-MĂ‚ide, 117)
SĂ‚lim akıl sĂ‚hipleri duşunurler ki, Hazret-i ÎsĂ‚, mîlĂ‚ddan onceki senelerde hayatta olmayıp sonradan doğduğuna gore, AllĂ‚h ’a sonradan bir ilĂ‚ve mumkun mudur? Yuhanna İncîli ’nde ken­disine «YĂ‚ Rab!» diye hitĂ‚b edilen Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya isnĂ‚d edilen ulûhiyet kudreti, insanlar tarafından haca gerilecek kadar acziyetle mi muttasıftır? ZîrĂ‚ İncîl ’lerde, Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın istemeyerek asıldığını ifĂ‚de eden cumleler vardır. Bu cumlelere gore Hazret-i ÎsĂ‚, carmıha gerilmeye goturulurken:
“–AllĂ‚h ’ım, AllĂ‚h ’ım beni nicin terk ettin?” (Matta 27, 46) diye yuksek sesle bağırmıştır.
Bu ifĂ‚deler, acz ve isyan dolu beşerî zaaflar değil midir?
İslĂ‚m Dîni, tevhîd husûsunda son derece hassĂ‚si­yet gosterilmesini emreder. Tevhîdi zedeleyecek en kucuk hususları bile şirk olarak vasıflandırır. Bir misĂ‚l verecek olursak, bir kişinin, AllĂ‚h ’ın emirlerini bir kenara bırakıp kendi arzusuna uyması hĂ‚linde: “hevĂ‚sını ilĂ‚h edindi” (el-FurkĂ‚n, 43) hukmunu verir. Ayrıca AllĂ‚h ’ın helĂ‚l kıldığını haram, haram kıldığını da helĂ‚l kılanları “rabler”, onların bu arzularına uyanları da “bunları rab edinen kimse­ler” olarak tavsîf buyurur. İbĂ‚dette gosteriş demek olan riyĂ‚yı da gizli şirk olarak zikreder.
Tevhîd konusunda bu kadar hassas davranan Kur ’Ă‚n, hristiyanların bĂ‚tıl teslîs inancını şiddetle reddeder ve bunun kufur olduğunu bildirir.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ son ilĂ‚hî kitĂ‚bı olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de icine duş­tukleri teslîs dalĂ‚leti dolayısıyla ehl-i kitĂ‚bı şoyle îkĂ‚z buyurur:
“Ey ehl-i kitĂ‚b! Dîninizde aşırı gitmeyin ve AllĂ‚h hakkın­da, hakîkatten başkasını soylemeyin! Meryem oğlu ÎsĂ‚ Mesîh, ancak AllĂ‚h ’ın Rasûlu ’dur; (O), AllĂ‚h ’ın, Meryem ’e ulaş­tırdığı «Kun = Ol» kelimesi(nin eseri)dir. O ’ndan bir rûhtur. (AllĂ‚h tarafından gonderilmiş, te ’yîd edilmiş, CebrĂ‚îl tarafından ufurulmuş bir rûhtur). Şu hĂ‚lde AllĂ‚h ’a ve peygamberlerine îmĂ‚n edin! «(Tanrı) uctur» demeyin! Sizin icin hayırlı olmak uzere bundan vazgecin! AllĂ‚h, ancak bir tek AllĂ‚h ’tır! O, co­cuğu olmaktan munezzehtir. Goklerde ve yerde ne varsa hepsi O ’nundur. Vekîl olarak AllĂ‚h yeter!” (en-NisĂ‚, 171)
(Biliniz ki), ne Mesîh, ne de AllĂ‚h ’a yakın melekler, AllĂ‚h ’ın kulu olmaktan geri dururlar. O ’na kulluktan geri durup buyuklenen kimselerin hepsini (AllĂ‚h) yakında huzûrunda toplayacaktır.” (en-NisĂ‚, 172)
“«Şuphesiz AllĂ‚h, Meryem oğlu Mesîh ’tir!» diyenler, and olsun ki kĂ‚fir olmuşlardır. De ki: «Oyleyse AllĂ‚h Mer­yem oğlu Mesîh ’i, anasını ve yeryuzundekileri imhĂ‚ etmek isterse, AllĂ‚h ’a kim bir şey yapabilecektir?! Goklerde, yer­de ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mulkiyeti AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. O dilediğini yaratır ve AllĂ‚h, her şeye hakkıyla kĂ‚dirdir.»” (el-MĂ‚ide, 17)
Daha evvelce de ifĂ‚de edildiği gibi bircok araştırmacıya gore Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın ulûhiyeti fikri, Hristiyanlığa, Yunan, İskenderiye ve Hind felsefelerinin tesiriyle girmiştir.
Nitekim Britanica Ansiklopedisi ’nde şoyle denilmektedir:
“ÎsĂ‚, tabiat ustu bir unsurdan olduğunu asla iddiĂ‚ etmedi; beşer tabiatından ustun bir tabiatı olduğunu da soylemedi.” (5. cilt s. 636)
Hazret-i ÎsĂ‚ şoyle demiştir:
“Dinle ey İsrĂ‚îl! AllĂ‚h ’ımız Rab, bir olan Rab ’dır.” (Markos 12, 29. Ayrıca bkz. Matta 23, 8; Luka 13, 33)
Yine başka yerlerde de şu ifĂ‚deler bulunmaktadır:
“Herkesi korku aldı ve aramızdan buyuk bir peygamber cıktı dediler.” (Luka, 7/16)
“İmdi ÎsĂ‚ ’nın yapmış olduğu alĂ‚meti halk gorunce dunyĂ‚ya gelecek peygamber budur, dediler.” (Yuhanna, 6/14)
Gorulduğu uzere, aslında bizzat hristiyan kaynaklarındaki bilgiler bile Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın AllĂ‚h ’ın kulu ve Rasûlu olduğunu, O ’nun ulûhiyetle bir alĂ‚­kası bulunmadığını ispat etmeye kĂ‚fîdir. Fakat Pavlos gibi sahte din adamları, îman kisvesi altında din duşmanlığı yapmışlar ve Hazret-i ÎsĂ‚ hakkında insanları yanıltmakla yetinmeyip sayısız yanlış bilgilerle onları dalĂ‚lete suruklemişlerdir. Boyle olduğu hĂ‚l­de hristiyanlar bugun, kendi kendilerini kandırarak AllĂ‚h ’ın sevgilileri olduklarını ve cennete yalnız kendilerinin gireceğini ifĂ‚de eder­ler. Onların bu zanlarını CenĂ‚b-ı Hak şoyle cevaplandırır:
(Ehl-i kitĂ‚b «Yahûdîler ve hristiyanlar hĂ‚ric hic kimse cennete giremeyecek!» dediler. Bu, onların kuruntusudur. (Ey Rasûlum!) Sen onlara de ki: «–Eğer sĂ‚hiden doğru soy­luyorsanız, delîlinizi getirin!»” (el-Bakara, 111)
“Hristiyanlar ve Yahûdîler: «Biz AllĂ‚h ’ın oğulları ve sev­gilileriyiz!» dediler. De ki: Oyleyse gunahlarınızdan dolayı si­ze nicin azĂ‚b ediyor? Doğrusu siz de O ’nun yarattığı insan­lardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine azĂ‚b eder. Goklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mulkiyeti AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. Sonunda donuş de ancak O ’nadır.” (el-MĂ‚ide, 18)
HRİSTİYANLAR NEDEN SAPTI? Hristiyanların icine duştukleri bu hazin Ă‚kıbet, onların da yahûdîler gibi kendilerine gonderilen ilĂ‚hî kitabı arzuları istikĂ‚­metinde bozmuş, muhtevĂ‚sını beşerîleştirmiş olmalarından kay­naklanmaktadır. Cunku boyle yapmak, nefislerine daha cĂ‚zip go­runmuş ve irtikĂ‚b ettikleri curumleri, ilĂ‚hî kitaplarına dĂ‚hil ederek onları meşrû­laştırma imkĂ‚nı elde etmişlerdir. Ancak bu durum, tabiî olarak Ă‚hiret saĂ‚detini kaybetmelerine mĂ‚l olmuştur. AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aley­hi ve sellem- ’in teşrîfiyle bile intibĂ‚ha gelemeyecek kadar bĂ‚tıla saplanmış olan pek cok ehl-i kitĂ‚bın hĂ‚li ne hazindir!
Necran hristiyanlarından bir hey ’et RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’e gelerek:
“–Kur ’Ă‚n-ı Kerîm de Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın babasız doğduğunu kabûl ettiğine gore O AllĂ‚h ’tır!” dediler.
Bunun uzerine şu mubĂ‚hele (haklının ortaya cıkması icin karşılıklı lĂ‚netleşme) Ă‚yeti inzĂ‚l oldu:
فَمَنْ حَآجَّكَ فِيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنْفُسَنَا وأَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
(Ey Rasûlum!) Sana bu ilim geldikten sonra Sen ’inle bu hususta cekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler dĂ‚hil ol­mak uzere, siz kendi cocuklarınızı biz de kendi cocuklarımı­zı, siz kendi kadınlarınızı biz de kendi kadınlarımızı cağıra­lım. Sonra da duĂ‚ edelim de AllĂ‚h ’tan yalancılar uzerine lĂ‚net dileyelim.” (Âl-i İmrĂ‚n, 61)
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ă‚yet-i kerîme muktezĂ‚sınca teklifini yaptığında Necranlı hristiyanlar buna ya­naşamadılar. Muslumanların himĂ‚yesine girmeyi kabûl eden bir anlaşma imzĂ‚layarak memleketlerine donduler.
AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, ehl-i kitĂ‚bı îkaz sadedinde şoyle buyurur:
“Ey ehl-i kitĂ‚b! (Gerceği) gorup de bildiğiniz hĂ‚lde nicin AllĂ‚h ’ın Ă‚yetlerini inkĂ‚r edersiniz?” (Âl-i İmrĂ‚n, 70)
“Ey ehl-i kitĂ‚b! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bi­le bile gerceği gizliyorsunuz?” (Âl-i İmrĂ‚n, 71)
“Ey ehl-i kitĂ‚b! (Gerceği) gorup bildiğiniz hĂ‚lde nicin AllĂ‚h ’ın yolunu eğri gostermeye yeltenerek mu ’minleri AllĂ‚h yolundan cevirmeye kalkışıyorsunuz? AllĂ‚h, yaptıklarınız­dan habersiz değildir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 99)
Hristiyanların, Ă‚yet-i kerîmelerde ifĂ‚de edilen gorup bildikle­ri gercek, kendi dinlerinin tahrîf edilmiş olup aslından uzaklaşmış bulunduğu, bu sebeple son ilĂ‚hî kitap olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ile Haz­ret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in CenĂ‚b-ı Hak ta­rafından gonderildiğidir. Onlar bunu acığa vurmasa da AllĂ‚h Te­Ă‚lĂ‚ acık bir şekilde beyĂ‚n buyurur:
“Kendilerine kitap verdiklerimiz, O ’nu (Peygam­beri), oz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen on­lardan bir grup, bile bile gerceği gizler.” (el-Bakara, 146)
(LĂ‚kin bilsinler ki) indirdiğimiz acık delilleri ve kitapta in­sanlara apacık (bir şekilde) gosterdiğimiz hidĂ‚yet yolunu giz­leyenlere hem AllĂ‚h, hem de butun lĂ‚net ediciler lĂ‚net eder.” (el-Bakara, 159)
AllĂ‚h indinde tek makbul dîn olan İslĂ‚m ’a son derece uzak duran ehl-i kitĂ‚ba cok yazık! Ancak onlardan yuce hakîkati anlayarak AllĂ‚h ’a gercek mĂ‚nĂ‚da kulluğa yonelenlere de ne mutlu! Nitekim Ă‚yet-i kerîmede, ehl-i kitĂ‚bın, Ă‚hir zamanda Hazret-i ÎsĂ‚ ’nın yeryuzune inmesiyle birlikte îmĂ‚n ede­cekleri ifĂ‚de buyrulmaktadır:
“Ehl-i kitĂ‚bdan her biri, olumunden once O ’na muhak­kak îmĂ‚n edecektir. KıyĂ‚met gununde O, onlara şĂ‚hid ola­caktır.” (en-NisĂ‚, 159)
Hristiyanların bugun icinde bulundukları dalĂ‚leti terk edemeyişlerinin yegĂ‚ne sebebi ise, İncîl ’lerin durumudur. Onları kaleme alanlar, İncîl ’leri kendi arzuları istikĂ‚metinde o hĂ‚le getirmişlerdir ki, gercek İncîl-i Şerîf ’i gonderen CenĂ‚b-ı Hak:
“Elleriyle (bir) kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak icin «Bu AllĂ‚h katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından oturu vay onların hĂ‚line! Ve kazandıklarından oturu vay onların hĂ‚line!” (el-Bakara, 79) buyurmuştur.
Cunku onların yaptıkları ilĂ‚hî kitĂ‚ba mudĂ‚hale meselesi, peygamberlere dahî musĂ‚ade edilmeyen ilĂ‚hî bir yasaktır. Nite­kim bu husustaki ilĂ‚hî ferman, AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz hakkında dahî vĂ‚rid olmuştur. CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Eğer (Peygamber) Biz ’e atfen bazı sozler uydurmuş ol­saydı, elbette O ’nu kıskıvrak yakalardık! Sonra O ’nun can damarını koparırdık (O ’nu yaşatmazdık). Hicbiriniz buna mĂ‚nî de olamazdınız!” (el-HĂ‚kka, 44-47)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi-3, Erkam Yayınları
[1] Bkz. Matta, 12/18.
[2] Bkz. en-NisÂ, 172.
[3] Bkz. Matta, 12/18; İşaya, 42/1.
[4] Bkz. Yuhanna, 1/1, 14.
İslam ve İhsan