
Burası, gokle yerin Âdeta kesiştiği nokta… Dunyanın gokyuzune -mÂnevî olarak- en yakın noktası… Bu yuzden “Hazret-i Suleyman ’ın muhru” olarak kabul edilen iki yıldızın ic ice gecmiş şekli; gokyuzuyle yeryuzunun kesişme noktası demek olan Kudus ’un bir sembolu olmuştur.“Kulunu (Muhammed -aleyhisselÂm- ’ı) geceleyin, Mescid-i Haram ’dan kendisine bazı Âyetlerimizi gostermek icin etrafını mubarek kıldığımız Mescid-i Aksa ’ya goturen Allah, her turlu noksan sıfatlardan munezzehtir. Şuphesiz ki, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla goren O ’dur.” (el-İsrÂ, 1)
MESCİD-İ AKSA YOLCULUĞU
Eylul ayının ortalarında, Kurban bayramının ucuncu gunu Mescid-i Aks ’ya doğru yola cıktık. İstanbul ’dan kalkan ucağımız, Telaviv ’e indi. Bircok kez yurt dışına cıktık. Bazen Musluman ulkelere, bazen de gayr-i muslim devletlere gittik. Ama bu yolculuğun bizim icin mÂnÂsı daha buyuk ve derindi.
Bir kere Muslumanların işgale mÂruz kaldığı bir coğrafyaya gidiyorduk. Diğer taraftan bu işgal, ilk gunku tazeliği ile “zulum” ve “baskı” seviyesi artarak devam ediyordu. 60-70 yıllık bir devlet olan İsrail, dunyanın gozu onunde butun pervasızlığıyla Filistin halkı uzerinde baskılar yapıyor; Amerika, BM dÂhil butun ulkeler kınamakla yetiniyor ve Âdeta herkes olup bitene seyirci kalıyordu.
Âilece yola cıkmıştık, tedirgindik. Hukukun, kanunun rafa kalktığı; her şeyin İsrail menfaat ve guvenliği noktasında rahatca yapılabildiği bir toprağa doğru yola cıkıyorduk. Nitekim cevremizde bizi teşvik edenler olduğu gibi, “Ne işiniz var oralarda?!” diyerek mevcut riskleri hatırlatanlar da vardı. Arkadaşlarımızdan yakın bir zamanda oraya gidenlerin anlattıkları da bizi cesaretlendirmiş ve “YÂ nasip!” diyerek yola koyulmuştuk.
Bir tur şirketi ile gitmemiz bizi rahatlatıyordu. En azından sağımızda solumuzda olanları bize anlatacak, gerektiğinde bizden haberdar olup destek olacak kimselerin bulunması, bizi nisbeten guvende hissettiriyordu.
İki saate yakın bir yolculuktan sonra ucağımız, Telaviv ’e indi. Pasaport kontrolunde, cıkabilecek problemlere karşı bizi uyardılar. Buyuk bir dikkat ve endişe icinde bekledik. Fakat hemen hemen hicbir problemle karşılaşmadan gişeleri gectik. Havaalanının icine girdik. Bir anda alıştığımız hava değişmişti. Gozle gorulen her yerde İsrail bayrakları, İbranice levhalar, reklÂmlar “başka” bir yere geldiğimizi haber veriyordu.
"OZ YURDUMUZDA GARİPTTİK"
Bizi kalacağımız yere goturecek otobusu beklerken yol ustunde ceşitli ulkelerden gelen turistleri goruyorduk. Kendilerince muzik aletli, alkışlı “ilÂhilerini” soyluyor; “hac ibadeti icin gelmiş” bu dindar(!) hıristiyanlar, varlıklarını rahatlıkla hissettirebiliyorlardı. Aynı şekilde gruplar hÂlinde ve tek tek gorduğumuz yahudiler de, kendi ulkelerinde olmanın rahatlığını yaşıyor gibiydiler. Burası yuzyıllar boyunca Muslumanların elinde olduğu hÂlde, nedense icimiz buruktu ve “oz yurdumuzda garip”tik.
“Dindar hıristiyan” ifadesini biraz acacak olursak; tek tuk başlarındaki rahipler dışında, tamamen modern kulture ayak uydurmuş, kılığı, kıyafeti ilişkileri diğer insanlarla aynı; sadece boyunlarından sallanan haclar onları dindar gosteriyordu.
Otobuse bindik ve zihnimizde oluşturduğumuz “dindar yahudi” tipleri, Telaviv sokaklarında gezerken yine ucup gitti. Rehberlerimizin verdiği bilgiler eşliğinde Telaviv icinden gecerek yolumuza devam ettik.
Telaviv; col ortasında oluşturulmaya calışılan bir “dunya cenneti” gibiydi. Bir tarafta Antalya sahilleri gibi, pek cok insanın denize girdiği sıcak bir şehir, diğer tarafta yemyeşil parklar, koşan, eğlenen insanlar… İsrail ’de turizmin kalbi olan bu şehir, aynı zamanda ekonominin ve bilimsel calışmaların da merkezi olmuş. 850 bin civarındaki nufusu, hep yahudiler… Ancak başka ulkelerden de turist olarak buraya gelmiş kimseler var. Burası, İsrail ’in ikinci buyuk şehri. Modern ve laik yapısıyla, dindar yahudilerin yaşadığı Kudus ’ten ayrılmış ve onlar tarafından Âdeta dışlanmış. Bu şehir, uc universitesi, onlarca araştırma enstitusu, ileri teknoloji merkezleri, gokdelenleri ile farklı bir kimliğe burunmuş. Telaviv ’de muslumanlar oturmuyor. Onların bulunduğu bolge, Telaviv ’e bitişik Yafa şehri…
KUDUS'UN LİMAN KENTİ "YAFA"
Telaviv ile Yafa arasında, sahildeki caddenin ustunde Hasan Bey CÂmii var. O da işgalin tarihini ozetliyor. Yıllarca meyhane olarak kullanılmış; 25 yıl once tekrar ibadete acılmış. Kubbesi, minaresi, Osmanlı hÂtırası… Ancak minare sessiz. İsrail genelinde, ezanların dışarıya okunması yasak... CÂmi iclerinde okunuyor ezanlar…
Buradan “Guzel Kız” mÂnÂsına gelen “Yafa”ya geciyoruz. Aynı sahilin devamında bir bolge… Doğu Akdeniz sahilinde dunyanın en eski liman şehirlerinden birisi… “Kudus ’un liman kenti… Adını buyuk tufandan sonra Nûh -aleyhisselÂm- ’ın burayı kuran oğlu Yafes ’ten almış. Bilinen tarihi, milattan once 2000 ’lere uzanıyor. Burayı Fenikeliler bir liman şehri olarak kullanmış ve geliştirmiş. Tarihte pek cok kez el değiştirmiş, Muslumanlar ise Amr bin Âs (r.a.) ile HÂlid bin Velid (r.a.) komutasındaki birlikler tarafından altı ay kuşatarak fethetmişler. En parlak gunlerini, Osmanlı idaresinde gecirmiş.
Napolyon Mısır ’ı işgal edince buradan Ortadoğu ’ya girmek istemiş ve Filistin topraklarının başladığı Yafa ’ya saldırmıştı. O zaman Osmanlı idaresinde olan Yafa, buyuk bir mucadele verdi. Ancak daha fazla kan dokulmesin diye şehri, Napolyon ’a teslim etmeye karar verdiler. Napolyon, şehirdeki insanların canına dokunulmayacağı garantisi verdiği halde bu anlaşmaya uymadı ve şehre girince bir gunde 8.000 insanı oldurdu, 10.000 civarında evi yaktı, yıktı. Yafa ’yı bu şekilde ele gecirdikten sonra, askerî yuruyuşunu devam ettirdi ve karşısına Akka Kalesi cıktı. Bunu da gecince istediği bolgelere kolaylıkla ulaşacaktı. Ancak Akka Kalesi, destansı bir mucadele vererek Napolyon ’un onunde gecilmez bir set oldu. Bunun uzerine Napolyon meşhur:
“-Bana Turk ordularını verin, dunyayı ele gecireyim!” sozunu soyledi.
Yafa ’da Osmanlı ’dan kalan iki buyuk hÂtıra var. Birincisi, II. Mahmud tarafından yaptırılan ve “Mahmûdiye CÂmii” olarak isimlendirilen ulu cÂmi… Şadırvanı, abdesthÂneleri ve yeşillikler icindeki avlusuyla şirin, kullanışlı ve guzel bir cami… Onun hemen yanında, Sultan II. Abdulhamid ’in yaptırdığı bir saat kulesi var. Culûsunun 25. yılının hÂtırası olarak burada yaptırılmış. CÂminin cevresindeki dukkÂnlar, binalar, sebiller; Osmanlı geleneğinin bu topraklardaki bir yansıması…
MESCİD-İ AKSA'DA SABAH NAMAZI
Buradan Kudus ’e doğru yola devam ediyoruz. Kudus, kadîm şehir… Pek cok peygamberin hatırası bulunan, makamları, kabirleri bulunan bir şehir… Hazret-i İbrahim, Hazret-i İshak, Hazret-i YÂkub, Hazret-i Yûsuf, Hazret-i DÂvud, Hazret-i Suleyman, Hazret-i Mûsa, Hazret-i Îsa ve Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in izleri, hÂtıraları bulunan bir belde…
Otelimize yerleştikten sonra Mescid-i Aks ’ya, sabah namazına gidiyoruz. Daracık sokaklardan, taş binalar ve taş kaldırımlar arasından gece gece, labirent gibi yollardan Mescid-i Aks ’ya ulaşıyoruz. Mekke ’deki, Medîne ’deki kokunun, havanın bir benzeri… Bu topraklar, bu hava; sanki bu dunyaya Âit değil… MÂnevî bir hava… Mescid-i Aks ’yı cevreleyen duvarlardan 144 donumluk geniş araziye girdiğimizde, kendimizi bambaşka bir diyarda hissediyoruz. Sanki kanatlanıp ucuyoruz. Zeytin ağaclarının bulunduğu avluda, daracık yollar bir muddet sonra Âşina goruntulere bırakıyor kendisini… Karşımıza once sarı kubbeli, “Kubbetu ’s-Sahra” cıkıyor. Kayanın uzerindeki kubbe… Peygamber Efendimiz ’in Mirac gecesini, once ulu ’l-azm peygamberlere, sonra da diğer butun peygamberlere namaz kıldırdığı mekÂnlardan geciyoruz. Rivayete gore, Peygamber Efendimizle birlikte goğe yukselmek isteyen ve:
“-Yerinde kal!” emriyle havada asılı gibi kalan “Muallak Taşı”nın bulunduğu yeri, Kubbetu ’s-Sahra ’yı geciyor ve bu sefer, Mescid-i Aks ’yı goruyoruz. İnce, uzun bir bina ve gri bir kubbe… Bu bina, Emevîler doneminde yapılmış.
Aslında Mescid-i Aks denilen yer; o 144 donumluk devÂs arazi… Peygamber Efendimizin “1 ’e 500 kat sevap verildiğini” haber verdiği bolge, sadece Emevîlerin yaptırdığı mescid değil, o mescidin de bulunduğu geniş bir arazi…
Bu bolge, yahudiler icin de cok onemli… Zira yahudiler, burada Hazret-i DÂvud doneminde inşaatına başlanan ve Hazret-i Suleyman tarafından tamamlanan bir “Suleyman MÂbedi” olduğunu kabul ediyorlar. Bu Suleyman MÂbedi, Hazret-i Suleyman zamanında geniş bir hÂkimiyete ulaşmış yahudi devletinin hem ibadethanesi, hem de yonetim merkezi…
Daha once iki farklı donemde işgalciler, bu buyuk mÂbedi yıkmışlar. Şimdi bu mÂbedin duvarlarından bir tanesi hÂl ayakta ve yahudiler, Mescid-i Aks ’ya bitişik bu duvarın diğer yuzunde dileklerini taşlar arasına sıkıştırıp ağlıyorlar. Burası meşhur “Ağlama Duvarı”…
Kudus, hıristiyanlar icin de cok onemli bir şehir… Hazret-i Meryem ’in ibadete cekildiği mekÂn da burada, Hazret-i Îsa ’nın doğduğu, peygamberlik vazifesini îfa ettiği, (onlar acısından) carmıha gerildiği ve goğe yukseldiği yer de burada…
O yuzden gecen yıl buraya 4 milyon civarında hıristiyan, “hacı olmak icin” gelmiş. 2015 yılında bu bolgeye gelmiş Muslumanların sayısı ise, 35 bin… Yani yaklaşık yuzde biri… Gectiğimiz yıldan itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı, Kudus ’u tekrar gundeme almak icin turlar başlatmış. THY Kudus seyahatleri icin indirimli seferler duzenlemiş ve geliş gidişleri artırmış. Ancak kafalar hÂl karışık… Zira gecen yıl Diyanet bir grup muftuyu, bu topraklara ziyaret icin getirdiğinde, muftulerden biri:
“-Ne gerek var buralara gelmeye… İsrail ’e para kazandırmanın bir anlamı yok!” diye konuşup duruyormuş. Kudus ve civarını gezdikten sonra ise:
“-Gec kalmışız, buraya daha once gelmeliymişiz!..” demekten kendini alamamış.
Gercekten buraya gelmeyen, bu manzarayı, bu havayı yerinde tatmayan oncelikle kendisi kaybeder. Burası, gokle yerin Âdeta kesiştiği nokta… Dunyanın gokyuzune -mÂnevî olarak- en yakın noktası… Bu yuzden “Hazret-i Suleyman ’ın muhru” olarak kabul edilen iki yıldızın ic ice gecmiş şekli; gokyuzuyle yeryuzunun kesişme noktası demek olan Kudus ’un bir sembolu olmuştur. EcdÂdımız da bu sembolu pek cok yerde kullanmıştır. Gercekten Kudus, semÂvî Âlemlere yolcu olanların son ayak bastığı toprak olmuş. Hazret-i Îs buradan ref edilmiş, Peygamber Efendimiz buradan Mîrac ’a yukselmiş.
KUDUS'TE GORDUKLERİMİZ
Aslında bu yazıda, uzun uzun Kudus ve civarında gorduklerimizi anlatmak isterdik. Mesel Hazret-i İbrahim, eşi SÂre VÂlidemiz, Hazret-i İshak ve eşi Refika annemiz ile Hazret-i Yakub ve Hazret-i Yusuf ’un kabirlerinin bulunduğu, “dorduncu harem” denilen “el-Halil” şehrinden… Buranın nasıl bir oldu bittiyle Muslumanların elinden alınıp iki peygamber kabrini ziyaretin nasıl Muslumanlara yasak edildiğinden…
Nureddin Zengi ’nin bu bolgelere olan hasretinden ve Muslumanların tekrar eline gecmesi idealinden… Onun ardından gelip Nureddin Zengi ’nin yaptırdığı uc minberden birini el-Halil Şehri ’ne, diğerini Kudus ’teki Mescid-i Aks ’ya, ucuncusunu de Şam Umeyye CÂmii ’ne yerleştiren ve bu beldeleri Haclıların elinden alan Selahaddin-i Eyyûbî ’den…
Aynı şekilde bu yazıda deniz seviyesinin 350 metreden ziyade altında bulunan Lût Golu mıntıkasından ve bu golun daha da derinlere inen ibretlik gecmişinden bahsetmek gerekirdi. Şimdi bu lÂnetli yerler, İsrail tarafından “Olu Deniz” ismiyle kozmetik uretim merkezine donuşturulmuş ve insanların turistik cÂzibe merkezi yapılarak para basma makinesi olmuş.
UTANC DUVARI
Filistin ’i bir ucundan diğerine kesen “utanc duvarından”; bir hic uğruna 14 yaşından kucuk cocukların yıllarca İsrail zindanlarında cektikleri işkencelerden, Kudus yahudilerinin ortalama “on cocuğa ulaşacak” seviyedeki nufus artışının teşvik edilmesinden ve her cocuk icin bağlanan maaşlardan… Yahudilerin nasıl iskÂn politikaları geliştirdiğinden, dunyanın 78 bolgesinden getirilmiş 78 ırktan yahudiyi Siyonizm hedefleri cercevesinde nasıl tek bir millete donuşturmeye calıştıklarından… Mescid-i Aks ’yı yıkmak uzere hazırladıkları 67 tunelden… Bu “arkeolojik kazı” bahanesiyle yıkmayı hedefledikleri Mescid-i Aks ’nın yerine yapmak istedikleri “3. Suleyman MÂbedi”nden… Bunun icin butun hazırlıkların tamamlandığından… “Golden Menora” dedikleri ve yahudilerin sembollerinden biri olan yedi kollu altından yapılmış bir şamdandan…
Tih sahrasında, azgın kavmiyle 40 yıl geciren Hazret-i Mûs ’dan ve onun asırlar boyu “Mûs Nebi” şenliklerinin yapıldığı makamından/kabrinden bahsetmek gerekirdi. Ancak yerimiz dar… Biraz da merak uyandırıp yerinde gorup hissetmenizi isterim.
Ancak bir hatıramı paylaşayım ve Filistin ’den bir kardeşimizin selÂmını ulaştırarak yazımızı noktalayayım.
Mescid-i Aks ’nın yedi kapısı var ve bu kapıların her birinde tam donanımlı yahudi askerleri nobet bekliyor. Cıkabilecek her turlu karışıklığa anında mudahale edecek birlikler ise hazır kıta, mescid cevresinde… İceride ise, tek bir cakısı bile olmayan Filistin polisleri… Geciş kontrol noktalarında… Kudus ’te oturan Filistinliler her istedikleri zaman Mescid-i Aks ’ya giremiyorlar. Kudus civarındaki bolgelerden ise buraya gelmek neredeyse imkÂnsız… Neredeyse 20 yıldır buraya giremeyen Filistinliler var.
Biz de bu askerlerin arasından beş vakit Mescid-i Aks ’ya gitmeye calıştık. O kucuk bedenleri, telsizinden tam otomatik silahlarına rağmen, gozlerinde “zulum yapmış olmanın” korkaklığı vardı. Bir taraftan kendilerini “Arz-ı Mev ’ud”la o toprakların gercek sahibi gibi gormeye ve gostermeye calışıyorlar; diğer taraftan insanlık dışı yontemler ve haksızlıklarla “insanlıktan” cıkıyorlar. İşte bu yuzden ne kadar guclu gorunurlerse gorunsunler, aslında korkuyorlar. Burada gecici olduklarını; kanla, zulumle her şeyin hallolmayacağını biliyorlar. Yığdıkları tankların, tufeklerin, silahların metal golgesine sığınıyorlar. Ama onları tutacak bir yurekleri yok!
Bir taraftan kıyameti getirmeye calışıyorlar; bir taraftan Ğarkad ağacları dikerek onların arkasına sığınırız, kurtuluruz diye umid ediyorlar. Ancak gozler, her şeyi anlatıyor. Bizzat gozlerinin icine icine baktım. Korkmadık, korkmuyoruz, biz buradayız ve hep burada olacağız dercesine… Ben gozlerimle boyle konuştukca onların ezildiğini, caresizce bakışlarını kacırdığını gordum. Allah, onların kalplerine korkuyu yerleştirmişti. Birbirlerinden ve ellerindeki silahlardan destek almaya calışıyorlardı.
MESCİD-İ AKSA'NIN AVLUSUNDA SON SOZLER
Son olarak Turkiye ’de de okumuş bir Filistinli kardeşimiz, bize Mescid-i Aks ’nın avlusunda şu sozleri soyledi. (Burada onun ismini ozellikle vermiyorum, bizim vesilemizle kendisine bir zarar verilmesini istemem.)
“-Siz ey Turk kardeşlerim! Buranın gercek sahibi sizlersiniz. 1517 ’den 1918 yılına kadar 401 yıl boyunca siz buralara hukmettiniz. Şu Mescid-i Aksa ’nın etrafını ceviren surları, Kanunî Sultan Suleyman yaptırdı. Kubbe-i Sahr ’nın son şeklini siz verdiniz. Mescid-i Aks ’nın cevresindeki şu taş evlerin % 70 ’i Osmanlı eseri… Buralar sizin emanetiniz.
Buraya daha cok ve daha sık gelmelisiniz. Cunku burası Muslumanların ilk kıblesi… Cunku Peygamber Efendimiz buradan MîrÂca yukselmiş. Kur ’Ân-ı Kerim, bu bolgeyi «etrafının bereketli kılındığı yer» olarak tÂrif etmiş. Pek cok peygamber burada doğmuş, burada yaşamış ve buraya defnedilmiş.
Sizin buraya gelişiniz, Muslumanları sevindirir. İslÂm duşmanlarını uzer, korkutur.
Bir anne-babanın uc evladı olsa, her birini aynı sevdiği hÂlde iclerinden birisi hasta, gurbette ve mahzun olsa, butun ilgisini ona yoneltir. Mekke-Medîne-Kudus, AllÂh ’ın ehemmiyet verdiği uc mekÂndır. Bunlar icinde Muslumanların ilgisine en cok muhtac olan şu an Kudus ’tur.
Peygamber Efendimiz, “Uc mescid dışında, (KÂbe, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i AksÂ) yolculuk yapmaya gerek yoktur.” (BuhÂrî, EnbiyÂ, 8; Muslim, MesÂcid, 2) buyurmuştur. Burada yapılan ibadet, hadîs-i şerîfe gore, 500 kat mukÂfatla odullendirilir.
O hÂlde biz sizinle seviniyoruz, yalnız olmadığımızı hissediyoruz. Gucleniyoruz. Siz buraya geldiğinizde de duşmanlarımız uzuluyor, korkuyor. O yuzden hep gelin, her fırsatta gelin.
Bizim kalbimiz de Turkiye ’deki kardeşlerimizle ve onlar icin atıyor. Sizin başınıza gelen şeyi, biz burada yureğimizin icinde hissediyoruz. Sizin sevinciniz bizi sevindiriyor, sizin uzuntunuz bizi yıkıyor. Cunku biz, aynı vucudun organlarıyız!”
Kaynak: Halime Demireşik, Şebnem Dergisi, 141. Sayı
İslam ve İhsan