
Onlar oyle bir nesildir ki, Yuce Rabbimiz kendileri hakkında “Allah onlardan, onlar da Allah ’tan razı olmuşlardır” hukmunu tum insanlığa ilan etmiştir. Kendileri hakkında sÂlihlerden olduklarına dair husn-i zan sahibi olduğumuz gecmiş buyuklerimizi daima saygı, minnet ve rahmetle anarız. Bunlar arasında Allah Resûlu ile beraber olma şerefine nÂil olmuş muhacir ve ensÂrın yani sahabe-i kiram efendilerimizin cok ozel bir yeri vardır. Onların hepsi hakkında husn-i zan besler, Âdil ve guvenilir olduklarını kabul eder ve hepsi hakkında Allah kendilerinden razı olsun anlamında “radıyallÂhu anh” diye dua ederiz.
SELEF-İ SALİHİN BUYUKLERİMİZ
Bir insan olarak, elbette zaman zaman kendilerinden hata ve gunah da sadır olmuştur. Ancak biz onların hata ve yanlışlarını kendileri ile Allah arasında bir mesele olarak gorur, faziletlerine, fedakÂrlıklarına, kavî imanlarına, Allah ve Resûlune olan muhabbetlerine gıpta ile bakarak, minnet duyguları icinde, izlerini en guzel bir şekilde (ihsan kalitesinde) takip etmek isteriz. Onların sozlerini kendi goruşlerimize tercih ederiz. Zira onlar oyle bir nesildir ki, Yuce Rabbimiz kendileri hakkında “Allah onlardan, onlar da Allah ’tan razı olmuşlardır” hukmunu tum insanlığa ilan etmiştir.
Sahabe-i kiram efendilerimizin kendi aralarında elbette fazilet cihetinden farklılıklar vardır. Biz onları değerlendirecek değiliz. Ancak şu kadarını ifade edelim ki dort buyuk halife başta olmak uzere, ehl-i beyt-i resûlullahın, cennetle mujdelenenlerin, Bedir Gazvesi ’ne katılanların ve Hudeybiye ’de “Bey ’atu ’r-rıdvÂn”da Allah Resûlu ile bey ’atleşenlerin fazilet cihetinden diğerlerinden onde oldukları da Ehl-i Sunnet Âlimlerimizin onemli bir tespitidir.
ALLAH'IN BİZE OĞRETTİĞİ HAKİKAT VE DUA
Sahabe-i kiram –radıyallÂhu anhum ecmaîn- Efendilerimizden sonra onları takip eden tabiîn neslinin ve bu topluluğun peşinden gelen tebe-i tabiînin de ummet-i Muhammed icinde hayır ve bereket yonuyle ustun olduğu, Allah Resûlunun haber vermesi ile bilinmektedir. Bu itibarla onlara karşı da bizlerin saygı ve muhabbetle bir yaklaşım sergilememiz bir İslÂm edebidir. Haklarında goruş beyan ederken hakaret ve dışlayıcı bir usluptan ziyade, ibret alıcı, af ve mağfiret dileyici bir dil kullanma nezaketini ihmal etmemelidir. Elbette Cennet genclerinin efendisi olan ResûlullÂhın ciğer pÂresi Hazret-i Huseyin ve emsÂli nice muminleri şehid eden canilere rahmet okuyacak da değiliz. Fakat her konuda ve herkes hakkında kolayca hukum vermek de buyuk bir cur ’ettir. Son tahlilde gecmişlerimiz hakkında bize duşen Allah ’ın bize oğrettiği şu hakikat ve duadır:
“Onlar gelip gecmiş bir ummettir. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorumlu tutulacak değilsiniz.” (Bakara Sûresi, 134)
“Bunların arkasından gelenler (şoyle) derler: «Ey Rabbimiz, bizi ve îman ile daha onden bizi gecmiş olan (dîn) kardeşlerimizi bağışla! İman etmiş olanlar icin kalplerimizde bir kîn bırakma. Ey Rabbimiz, şuphesiz ki Sen cok esirgeyicisin, cok merhametlisin». (Haşr Sûresi, 10)
GUNUMUZDE ÂLİM VE ÂRİFLERE YAPILAN KOTULUK
Gunumuzde şahit olduğumuz bir diğer yanlış ve hatta haddini bilmeme kustahlığı da kendi donemlerinde ilim ve irfan adına samimi bir niyetle hizmetleri gecmiş Âlim ve Âriflerimizi itibarsızlaştırma ve kucuk gorme girişimidir. Bozuk bir zihniyetin ve bulanık bir gonul yapısının dışa vurumu diyebileceğimiz saygısız bir uslupla, mezhep imamlarımızı ve maneviyat erlerimizi, kibir ve gurur libası icinde hakaret iceren bir uslupla değerlendirmek, kelimenin tam anlamıyla edepsizlik ve nezaketsizlik orneğidir.
Her kişi ve goruş elbette değerlendirilebilir. Her goruşu kabul etmek durumunda da değiliz. Ancak katılmadığımız goruşu dile getirirken, goruş sahibine hakaret etmek ilim edebinden ve insÂnî nezaketten mahrumiyetin acık bir ilanıdır. Hele bir de bu ceşit hakarete maruz kalan kimse, artık kendini savunamayacak bir konumda ise yani vefat etmiş birisi ise durum cok daha buyuk bir curme donuşur.
Selef-i salihine yonelik tahkir edici uslubu kendisine huy edinmiş kimselerin Âkıbetleri coğu zaman zillet, itibarsızlık ve ummetin rahmet duasından mahrumiyettir. Zira bu guruh, Hakk ’ın gazabını uzerine cekmiş bir zumredir. Rabbimiz Kur ’Ân-ı Kerim ’de sÂlih kullarının velÂyetini (koruyuculuğunu) uzerine aldığını acıkca beyan eder[1]. MevlÂnın has kullarını uzen ve inciten kimseleri, Mevl da uzer. Hatta kudsî bir hadiste ifade edildiği uzere bu gibi kimselere karşı harp ilan eder. Bu itibarla denilebilir ki haksız yere bu nevi sataşmaları Âdet hÂline getirenlerin, son nefeste kotu bir Âkıbete ducar oldukları tarihin şehadetiyle inkÂr edilemez acı bir hakikattir.
1) Bkz. A ’rÂf Sûresi, 196.
Kaynak: Dr. Adem Ergul, Altınoluk Dergisi, 369. Sayı
İslam ve İhsan