
Sahibul vefa ne demektir? Vefanın anlamı nedir? Vefa sahibi olmanın gereklilikleri nelerdir? Musa Topbaş Efendi'ye "SĂ‚hibu ’l-vefĂ‚" denmesinin sebebi nedir? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi muhterem pederi Merhum SĂ‚hibu ’l-vefĂ‚ HĂ‚ce Musa Topbaş Efendi'yi anlatıyor...VefĂ‚; gonuldeki sadĂ‚kat, teslîmiyet ve itaat hĂ‚lini, ne pahasına olursa olsun kaybetmemek, ahdini unutmamak, bir mevsim değil omur boyu istikĂ‚meti muhafaza edebilmektir. SĂ‚hibu ’l-vefĂ‚, vefa sahibi anlamına gelmektedir.
Îman, ruhlar Ă‚leminde Rabbimiz ’le yaptığımız ezelî ahde bu dunyada sadĂ‚kat gostermemizdir. Yani ozu itibĂ‚riyle îman, bir nevî “ahde vefĂ‚” işidir.
Bu vefĂ‚ ise, sadece verilen sozde durmaktan ibĂ‚ret değildir. VefĂ‚; gonuldeki sadĂ‚kat, teslîmiyet ve itaat hĂ‚lini, ne pahasına olursa olsun kaybetmemek, ahdini unutmamak, bir mevsim değil omur boyu istikĂ‚meti muhafaza edebilmektir.
CenĂ‚b-ı Hakk ’a olan bu vefĂ‚, O ’na yakınlık derecelerine gore butun yaratılanları da şumûlune alır. Yani gercek bir vefĂ‚; CenĂ‚b-ı Hakk ’a olan şukran ve minnettarlık duygusunun bir neticesi olarak, en başta Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e, butun nebîler silsilesine, Peygamber Efendimiz ’in ehl-i beytine ve ashĂ‚bına, daha sonra ise îman nîmetinin bizlere kadar ulaşmasında hizmeti gecmiş olan butun sĂ‚lih mu ’minlere, gonullerimizi irşĂ‚d eden murşid-i kĂ‚millere, ana-babaya, hısım-akrabaya, din kardeşlerine karşı hurmet, muhabbet, duĂ‚ ve teşekkur hissiyĂ‚tı icinde yaşamaktır. Bu hĂ‚li de gecici bir donem icin değil, hayatın iyi-kotu her gununde devam ettirebilmektir.
MUSA TOPBAŞ EFENDİ'YE "SÂHİBU ’L-VEFÂ" DENMESİNİN SEBEBİ Muhterem pederim MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh-, sevenleri tarafından “sĂ‚hibu ’l-vefĂ‚” olarak adlandırılacak derecede mustesnĂ‚ bir “vefĂ‚” duygusuyla temĂ‚yuz etmiş, ornek bir şahsiyetti. Onun vefĂ‚sı; sağ olanlar kadar, vefat etmiş olanları da şumûlune alırdı. Nitekim kendilerindeki bu vasfın sayısız misallerinden biri sadedinde, bir gun Abdullah Sert Bey ’e demişler ki:
“–Karacaahmed Kabristanı ’nda, Yaman Dede ve Hattat HĂ‚mid Aytac Bey ’in kabirleri vardır. Yaman Dede, Allah ve Rasûl ’une olan engin muhabbetiyle; HĂ‚mid Aytac Bey de İslĂ‚m harflerinin sanata aksedişi olan husn-i hat sahasındaki guzel hizmetleriyle, cok kıymetli insanlardı. Onların kabirlerine gidip bir bakınız. Şayet ihtiyac varsa mezarlarının tanzimiyle alĂ‚kadar olalım.”
Abdullah Bey de gidip bakmış ve her iki kabrin de gayet muntazam olduğunu gorup MûsĂ‚ Efendi ’ye mĂ‚lumat vermiş.
AFYON'DAN BİR HATIRA Yine MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh-, bir Anadolu seyahatlerinde, Afyon ’un Cay ilcesinden gecerken yanındakiler:
“–Efendim, burada Emir BuhĂ‚rî Hazretleri ’nin hulefĂ‚sından ÎsĂ‚ Dede medfundur.” deyince Hazret ’in kabrini ziyarete gitmişler. Fakat orayı, etrafında birtakım mahlûkĂ‚tın dolaştığı, yıkık-dokuk, perişan bir vaziyette bulmuşlar. Bunun uzerine MûsĂ‚ Efendi Hazretleri mahzun bir şekilde:
“–EvlĂ‚dım, bakınız; bu zĂ‚tların, ummete buyuk hizmetleri olmuştur. Onlara hurmet gostermek, hĂ‚tıralarına sahip cıkmak lĂ‚zım.” buyurmuşlar. Konya ’ya vĂ‚sıl olduklarında, mimar Mehmet Dolular Bey ’e bu husustan bahsederek:
“–Mehmet Bey, siz mimarsınız; oraya gidin, bir bakın. Orayı bir elden gecirelim. Boyle muhim bir yerin şehrin icinde perişan hĂ‚lde kalması uygun olmaz, hem de o insanlara bir vefĂ‚sızlık olur bu.” demişler.
Mehmet Dolular Bey de, muhtemelen vakıfların uhdesinde bulunan bu yer icin ilgili makamlardan resmî izinleri de alarak, cok guzel bir proje yapmış. Yıkık yerlerini, kapısını-penceresini tamir ettirerek bahcesini cimlendirmiş, cevre duvarlarını guzelce yaptırmış. Hem şehre bir guzellik verilmiş, hem de o mĂ‚nevî buyuklere bir vefĂ‚ orneği sergilenmiş. MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- daha sonra gittiklerinde, orayı bir gul bahcesi gibi bulup, huzurla ziyaret etmişler.
EcdĂ‚dımız da gecmişlere vefĂ‚ hissinin devam etmesi icin, kabristanları ekseriyetle şehir iclerinde ve cĂ‚mi onlerinde yapmışlardır ki oradan gelip gecenler, hem mevtĂ‚lara bir FĂ‚tiha okusunlar, hem de kendi istikballerini gorerek tefekkur-i mevt imkĂ‚nı bulsunlar.
“YIKIK, BAKIMSIZ VEYA İNŞAATI YARIM KALMIŞ BİR CÂMİ, KUR ’ÂN KURSU VS. GORSELER…” Yine MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- bir yere giderlerken, yol ustunde; yıkık, bakımsız veya inşaatı yarım kalmış bir cĂ‚mi, Kur ’Ă‚n kursu vs. gorseler; “Aman buralara bir el uzatalım!” derler, az veya cok, mutlaka bir katkıda bulunmaya gayret ederlerdi. Yani bir yerde eksik, noksan, yapılması gereken bir hizmet gorseler; “Nasıl olsa ilgilenen birileri vardır.” demeyip muhakkak oraya yardımcı olmaya calışırlardı.
DOKTORLARI ONDAN NASIL BAHSEDİYOR? MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- ’in mustesnĂ‚ nezĂ‚ket, zarĂ‚fet, kadirşinaslık ve vefĂ‚sını gosteren bir başka misĂ‚l de, kendisinin tedavisiyle meşgul olan butun doktorlara, ayrı ayrı ve her sene bir hediye veya mektup gondermeleri idi. Bunu Medîne-i Munevvereʼde bulundukları zaman bile aslĂ‚ ihmĂ‚l etmez, gerekirse bizlere telefon ederek bu vazifeyi kendileri nĂ‚mına yapmamızı isterlerdi.
Nitekim doktorlarından biri, kendisini cok duygulandıran bu vefĂ‚kĂ‚rlığı şoyle ifade etmişti:
“Ben bu kadar hasta tedĂ‚vi ettim. Hastalarımın bana tedĂ‚viden sonra teşekkur edip hediye verdikleri olurdu ama, bir sene sonra ve devam eden yıllarda bunu hatırlayıp da teşekkur eden insan, ilk defa gordum.”
Yine merhum pederim MûsĂ‚ Efendi, ben daha kundaktayken hizmetimi gormuş olan hemşireyi, elli beş sene sonra aratarak buldurmuş ve ona ikram ve ihsanlarda bulunmuştur.
SÂMİ EFENDİ HAZRETLERİ ’NE OLAN VEFÂSI Hele onun, muhterem ustĂ‚dı SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’ne olan vefĂ‚sı, dillere destandı. Bayram gunlerinde ilk ziyaret ettiği yer, Efendi Baba ’nın hĂ‚ne-i saĂ‚detleriydi. Yine ilk olarak onun kurbanlarını kestirirdi. SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’ne o kadar muhabbetliydi ki, Efendi Baba ’nın sağlığında onun Ă‚ile fertlerine nasıl buyuk bir hurmetle hizmet ve ikramda bulunmuşsa, Efendi Baba ’nın vefĂ‚tından sonra da buyuk bir vefĂ‚ hissiyle aynı şekilde hurmet ve ikrama devam etmiştir.
Ondaki bu nevî hĂ‚ller, Ă‚deta Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ve selef-i sĂ‚lihîn ’in eşsiz sadĂ‚kat ve vefĂ‚sından birer akisti.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in hayatı, vefĂ‚nın zirve misalleriyle doluydu. Nitekim Mekke ’de zulum goren muslumanların Habeşistan ’a hicretinden yıllar sonra NecĂ‚şi ’nin elcileri, Efendimiz ’in huzûruna gelmişlerdi. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, onlarla yakından ilgilendi, hattĂ‚ bizzat hizmet etti. AshĂ‚b, bu hizmeti kendilerine bırakmasını istediklerinde de, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şu mĂ‚nidar cevabı verdi:
“–Bunlar Habeşistan ’a hicret etmiş olan ashĂ‚bıma yer gostermiş, ikram etmişlerdir. Buna karşılık şimdi ben de onlara hizmet etmek isterim.” (Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, VI, 518, VII, 436)
Yine Mescid-i Nebevî ’yi temizleyen bir siyĂ‚hî vardı. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onu bir ara goremedi. Merak ederek nerede olduğunu sordu. VefĂ‚t ettiğini soylediler. Bunun uzerine vefĂ‚ Ă‚bidesi olan Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” buyurdu. Daha sonra; “Bana kabrini gosterin!” diyerek kabrine gitti, cenĂ‚ze namazı kıldı ve onun icin duĂ‚ etti. (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 67)
Peygamber Efendimiz ’in ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klanarak O ’nun gercek vĂ‚risleri olan evliyĂ‚ullah da; hayat şartları, makam-mevkîleri, sosyal statuleri değişse bile, gonullerindeki vefĂ‚ hisleri hicbir zaman değişmeyen, istikĂ‚metleri aslĂ‚ sarsılmayan ornek şahsiyetlerdir.
SĂ‚mi Efendi Hazretleri ’nin buyurduğu gibi:
“İstikĂ‚met sahibi, dağ gibi mustakîm olmalıdır. Cunku dağın dort alĂ‚meti vardır:
1) Sıcaktan erimez,
2) Soğuktan donmaz,
3) RuzgÂrdan devrilmez,
4) Sel alıp goturmez.”[1]
Yani hayatın değişen şartları; onların yuksek karakterini bozamaz, gonullerindeki vefĂ‚ hislerini yok edemez.
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-, Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh- ’ı gıyĂ‚bında medhederek şoyle buyurmuştur:
“Sen, şiddetli kasırgaların bile yerinden hareket ettiremediği, kuvvetli sarsıntıların bile yok edemediği yuce bir dağ gibiydin!”[2]
Merhum ustĂ‚dımız MûsĂ‚ Efendi de omru boyunca sergilediği ornek davranışlarıyla bizlere, “sevenlerin vefĂ‚sının nasıl olması gerektiği” hususunda Ă‚deta Hazret-i Ebû Bekir Sıddîk misĂ‚li bir muhabbet ve sadĂ‚kat muallimliği yaptı.
Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-, halîfe olmadan evvel buyuk bir tevĂ‚zu ve mahviyet icinde, yetim kızların koyunlarını sağar, onlara yardımcı olurdu. Halîfe olup butun ummetin yuku omuzlarına bindiği vakit, artık yetimlerin koyunlarını sağamaz diye duşunulurken, o mubĂ‚rek sahĂ‚bî, aynı şekilde bu hizmetine devam etmiştir.
Yine Hazret-i Ebû Bekir -radıyallĂ‚hu anh-, AllĂ‚h ’ın affına nĂ‚il olmak umidiyle; kendi oz kızına, Allah Rasûlu ’nun mubĂ‚rek zevcesine, ummetin annesine iftirĂ‚ eden kimseyi affedip ona ihsanda bulunmaya devam etmiştir.
Sevenlerini de bu vefĂ‚ ufkuyla irşĂ‚d eden MûsĂ‚ Efendi ’nin uzerinde en cok durduğu hususlardan biri de, bir mu ’minin ferdîleşme yerine ictimĂ‚îleşmesinin zarûrî olduğuydu. Zira insanlık cevherini ortaya koyan vefĂ‚, kardeşliğin mĂ‚şerî vicdanda yaşanmasıdır. Bu sebeple Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma sık sık sorduğu:
“Bugun Allah icin bir yetim başı okşadınız mı?
Bir hasta ziyaretine gittiniz mi?
Bir cenĂ‚ze teşyîinde bulundunuz mu?
Bir yoksulu doyurdunuz mu?”[3] suĂ‚llerini, muhterem pederim de sohbetlerinde sık sık dile getirirlerdi. Boylece bizleri ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın ictimĂ‚î kulluk gayretlerine ne kadar yaklaşabildiğimize dĂ‚ir nefis muhĂ‚sebesine sevk ederlerdi. Bu hususta da bizlere ornek teşkil ederlerdi.
Nitekim MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh-, bir din kardeşinin hasta olduğunu duysa ilk fırsatta onu ziyaret eder, gidemeyecek durumda olursa, bir vekil gondererek şifĂ‚ dileklerini iletirdi.
Fıtratı, Ă‚deta merhamet mayasıyla yoğrulmuştu. Fakir-fukarĂ‚nın hasta olanları icin acılmasına vesîle olduğu HudĂ‚yî Kliniği ’nde tĂ‚kati yerinde olup da fiilen hizmet edemediğine uzulur ve bu hasret icinde:
“–Gucum yerinde olsa, gider hastalara bil-fiil hizmet ederdim.” derdi.
Aynı merhamet duygusuyla:
“–Kimsesizleri barındırmamız ve onlara hizmet etmemiz îcĂ‚b eder. Aksi hĂ‚lde Hak katında mes ’ûluz.” diyerek yakınlarıyla beraber kurduğu HudĂ‚yî Huzur Evi de, onun engin şefkatinin diğer bir orneğiydi.
Her sene bir gelenek hĂ‚line getirerek koşkunun bahcesinde yapmış olduğu toplu duğunlerle nice genci, Kur ’Ă‚n ve Sunnet ikliminde birleştirmiş, onların huzurlu bir Ă‚ile yuvasına adım atmalarına yardımcı olmuştu. Yeni evlenenlere de şu muhim tavsiyede bulunurdu:
“Zevc ve zevce, birbirine karşı merhametli olmalıdır. Gercek şefkat ve merhametiniz, Allah yolunda birbirinize destek olmanızla anlaşılır. Teheccud ve sabah namazına birbirinizi uyandırmanız, hakikî merhametin bir işareti sayılır.”
VelhĂ‚sıl toplumda yardıma muhtac kimler varsa, onların hepsi MûsĂ‚ Efendi ’nin rahmet dergĂ‚hı olan gonlunde idi. Rahmetli pederim onları duşunur ve gucu nisbetinde dertlerine dermĂ‚n olmaya gayret ederdi. Fakirler, talebeler, dullar, yetimler, kimsesizler, garipler, caresizler, mazlumlar, hastalar… Bunların hepsi icin -imkĂ‚nı olcusunde- ayrı ayrı butce tahsis ederdi.
Kendisinin zekĂ‚t, hayır ve hasenat notlarını tuttuğu bir defterini hĂ‚len saklarım. Muhterem pederim, ara sıra o defteri bana gosterir ve:
“–Bak oğlum, şu sayfa zekĂ‚tım, şu sayfa da hayrĂ‚tımdır. Nefis dĂ‚imĂ‚ insanı aldatır. Az bir hayrı cok gibi gosterir. Bunun icin muhakkak zekĂ‚t ve hayrĂ‚tınızı ayrı ayrı yazın. HayrĂ‚tınız da -bilhassa zor zamanlarda- zekĂ‚tınızın cok cok otesine gecsin!” tavsiyesinde bulunurdu.
Merhum ustĂ‚dımızın hayır ve hasenĂ‚tı, her zaman zekĂ‚tından kat kat fazlaydı. Bunu benimle paylaşmasının maksadı ise, ihvĂ‚nı da aynı olculerde infĂ‚ka teşvik etmekti.
MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh-, israftan sakınıp iktisatlı olmaya titizlik gosterirdi. Bunu bize de aşılamak icin, henuz cocuk yaşlarımızda iken satın aldığımız bir portakal veya elmayı kaca aldığımızı sorar ve;
“–Carşıdaki butun fiyatlara baktınız mı?” derdi.
Turfanda sebze-meyveleri satın aldırmazdı. “Biz bir ay sonra, bollaşıp ucuzlayınca yeriz.” derdi. Bu hususta sadece SĂ‚mi Efendimiz ’e ikramı istisnĂ‚ tutardı. Bir sebze-meyve cıkar cıkmaz onu alıp guzelce paket yapar, Efendi Baba ’nın hĂ‚nesine gonderirdi.
İki liraya alınabilecek aynı kalitede bir şeyi, iki bucuk liraya almamızı israf sayardı. Bizlere, ne kadar imkĂ‚n icinde olursak olalım, muhakkak iktisatlı davranıp paramızın artanını infĂ‚k etmemizi tembih ederdi. Kendine harcarken Ă‚deta kılı kırk yarar, fakat Allah yolunda, alabildiğine comert davranmaktan haz duyardı.
Benim, iyice eskiyip yıpranmış bir arabam vardı. Tamponları curumeye başlayan bu arabayı, bir gun, uzerine bir miktar fark vererek değiştirdim. Bunun uzerine babamın yuzu asıldı ve bana;
“–Oğlum! O arabayı daha kullanabilirdin, niye erken davrandın?” diye sitem etti.
Yine muhterem pederim, kendini dĂ‚imĂ‚ toplumdan mes ’ûl gorur, muhtacları kendisine zimmetli addederdi. Bizlere de bu şuur ve hassĂ‚siyeti telkin eder, yalnız kavlî duĂ‚ ile iktifĂ‚ etmeyip fiilî duĂ‚ demek olan yardım seferberliğine de sevk ederdi.
Ustelik onun bu hassĂ‚siyeti, sadece yaşadığı toplumla sınırlı kalmazdı. Merhamet, diğergĂ‚mlık, fedakĂ‚rlık ve comertlik zirvelerinde gezen gonlu, butun İslĂ‚m Ă‚leminin ıztırapları ile muzdaripti. Ulaşılması imkĂ‚nsız mekĂ‚nlarda muslumanların başına gelen her felĂ‚ketin sıkıntılarını kalben onlarla birlikte yaşardı. Bosna ’dan, Kosova ’dan, Azerbaycan ’dan, Afganistan ’dan, Filistin ’den gelen imdat cığlıkları, ilk onun yureğini kanatırdı.
El uzatma imkĂ‚nı olduğu takdirde bunu coğu kez kimseye hissettirmeden buyuk bir ihlĂ‚s ile gercekleştirirdi.
Nitekim bir sohbet meclisinden sonra, Bosna-Hersek ’teki yaraların sarılması icin yardım toplanmıştı. Herkesin kendi adına belli bir yardımda bulunduğu mecliste, o, buyuk bir meblĂ‚ğ uzatmış ve:
“–Bir Dost ’un buraya verilmek uzere fakire emaneti!” diyerek takdim etmişti.
Basîret ehlinin dışında, orada bulunanlara bu ifade, verilen paranın meclise gelemeyen bir şahsın gonderdiği yardım intibĂ‚ını uyandırmıştı. HĂ‚lbuki onun emanet dediği -Allah bilir ama herhĂ‚lde- kendi malı, dost dediği de CenĂ‚b-ı Hak ’tı…
İşte MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh- yuksek fazîletlerine rağmen, dĂ‚imĂ‚ tevĂ‚zu, mahviyet ve hiclik hĂ‚line burunurdu. Her guzelliğin Hak ’tan olduğunu bilir, maddî ve mĂ‚nevî hicbir nîmeti nefsine izĂ‚fe etmez ve her dĂ‚im hamd ve şukur hĂ‚linde bulunurdu.
Şunu aslĂ‚ unutmamak îcĂ‚b eder ki, CenĂ‚b-ı Hakk ’a kulluk vazifelerimiz, sadece namaz, oruc ve hac gibi ibadetlerden, zĂ‚hirî, bedenî ve maddî vecîbelerden ibaret değildir. İslĂ‚m, hayatın her safhasını en guzel olculerle tanzim eder. İbadetlere ilĂ‚veten; akāid, ahlĂ‚k, muĂ‚melĂ‚t, ukûbat ve muĂ‚şerete de hassas olculer getirir. Bu sebeple hayatın ilĂ‚hî tanzîme uygun olması icin, onun hicbir safhasının ihmal edilmemesi gerekir. Cunku şeytan ve nefis; bulduğu tek bir zaaf gediğinden girerek her şeyi mahvedebilir.
Bu itibarla kĂ‚mil bir mu ’min, hayatının hicbir safhasında İslĂ‚m ’ın olculerine bîgĂ‚ne kalmamalıdır. Bilhassa da mĂ‚nevî terbiye yolculuğu olan tasavvufî hayatta…
Nitekim merhum pederim MûsĂ‚ Efendi, mĂ‚nevî ders almak icin gelenlerin Hakk ’a yakınlık durumunu yoklamak uzere, onlara evvelĂ‚ şu minvalde sualler sorardı:
‒Maddî ve mĂ‚nevî ahvĂ‚lin ne durumda?
‒Gecimini nasıl temin ediyorsun? Kazancın helĂ‚l mi? Haram veya şupheli bir vaziyetin var mı?
–Memursan, maaş aldığın vazifeni tam ve duzgun yapıyor musun? MesĂ‚ine dikkat ediyor musun? İhmalkĂ‚rlık, iltimas, ruşvet vb. musîbetlerden kendini muhafaza ediyor musun?
–Esnaf isen, ticaretin nasıl? Alışverişinde bir yanlışlık var mı? Yalan, kandırma, gabn-i fĂ‚hiş, karaborsacılık ve benzeri haramlardan titizlikle sakınıyor musun?
–Alıp sattığın şeyler helĂ‚l mi, yoksa AllĂ‚h ’ın yasak ettiği şeylerden mi?
–FĂ‚izle iştigĂ‚lin var mı?
–Kirada mulkun varsa, ne tur işlerde kullanılmak uzere kiraya verdin? Kazancına buradan haram veya şupheli bir şey bulaşıyor mu?
–İşveren isen, hak-hukuka riĂ‚yetin nasıl? Kul hakkına dikkat ediyor musun? Calışanlarının haklarını, daha onların alın teri kurumadan, vaktinde veriyor musun?
–Calışanlarını, bir kardeş olarak gorup onlara mûnis davranıyor musun? Onların sadece karınlarını doyurmakla yetinmeyip, mĂ‚nen de doyurmaya gayret ediyor musun? Kendin bizzat ornek olarak; calışanlarını ibadete, kulluğa, takvĂ‚ya teşvik edebiliyor musun?
–İmkĂ‚nın varsa; zekĂ‚t, oşur, hayrat, sadaka, infak hususundaki fedakĂ‚rlık durumun nasıl?
‒Aile hayatın nasıl? İlĂ‚hî tĂ‚limatları aile fertlerine tĂ‚lim ve telkin edebiliyor musun? Bu hususta onlara guzel bir ornek teşkil ediyor musun?
–Anne-babanın durumu nasıl? Onların haklarına riĂ‚yet ediyor musun? Zira CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Uf!» bile deme; onları azarlama; ikisine de guzel soz soyle.” (el-İsrĂ‚, 23)
Şayet anne-baban bakıma muhtac hĂ‚lde iseler, onlarla yeterince alĂ‚kadar oluyor musun?
‒Sana AllĂ‚h ’ın emĂ‚neti olan evlĂ‚tlarının eğitimi hususunda ne yapıyorsun? Onlara ne oğretiyorsun? Hangi kulturu veriyorsun? Cocuklarının ebedî istikballerine, dunyevî istikballerinden daha cok ehemmiyet veriyor musun? EvlĂ‚tlarına; nicin dunyada bulunduklarını, nereden gelip nereye gideceklerini, kimin mulkunde yaşadıklarını, bu cihĂ‚nın bir imtihan mektebi olduğunu îzah edebiliyor musun?
–EvlĂ‚tlarının Kur ’Ă‚n-ı Kerîm eğitimine ihtimam gosteriyor musun? Onları kucuk yaşlarından itibaren namaza, cĂ‚miye, cemaate alıştırıyor musun?..
VelhĂ‚sıl MûsĂ‚ Efendi -rahmetullĂ‚hi aleyh-, mĂ‚nevî ders almak isteyenlere, evvelĂ‚ Kur ’Ă‚n ve Sunnet olculeri icinde bir hayat yaşamalarını şart koşardı. Bu ahvĂ‚l duzgun olmadan, ders vermezdi. Bir misafire lokum ikram eder gibi, sadece ders kĂ‚ğıdı verilip gecilmesini uygun bulmazdı.
Zira tasavvufun gayesi, kulluk hayatımızda şerîati kemĂ‚le erdirmektir. Boylece ilĂ‚hî emir ve nehiylere lĂ‚yıkıyla riĂ‚yeti temin etmektir.
Şerîat, İslĂ‚m binasının temelidir. Bir binanın temeli curukse, istediğin kadar kat cık, bir depremde yıkılır gider. Zayıf bir temelin uzerine sağlam bir binĂ‚ inşĂ‚ edilemez. Bunun gibi, mĂ‚nevî terakkî icin de, muhakkak ki şerîat temelleri uzerinde bir kulluk hayatı yaşamamız elzemdir.
Bu hakîkate zıt bir şekilde, bilhassa gunumuzde tasavvufî neşveye sahiplik iddiasıyla arz-ı endĂ‚m eden bazı cevrelerde, her şeyi kalbî ve bĂ‚tınî hukumlerden ibĂ‚ret gorup, dînin zĂ‚hirî hukumleri diyebileceğimiz şerîati ihmĂ‚l etme gafletine, sıkca rastlanmaktadır. Şuphesiz ki bu hĂ‚l, tasavvufun ozunden uzaklığın acık bir gostergesidir.
Bu gibi kimselerin; “Kalbin temiz olsun da, amelin az olsa da olur(!)” şeklinde, nefsĂ‚nî tĂ‚vizlere kapı acan anlayışıyla, şerîatin hĂ‚dimi olan gercek tasavvufun, hicbir alĂ‚kası yoktur.
Tasavvuf; şer ’î hukumleri hayatın her safhasında en makbul kıvamda yaşayabilmenin kalbî eğitiminden ibĂ‚rettir.
Rabbimiz, gonullerimize sevdiklerinin guzel hĂ‚llerinden hisseler ihsĂ‚n eylesin. Sevip rĂ‚zı olduğu sĂ‚lih kullarının, Allah yolundaki kıymetli hizmetlerini devam ettirmeye bizleri muvaffak kılsın. Cumlemizi takvĂ‚ uzere bir hayat yaşayıp son nefeste îmĂ‚n selĂ‚metiyle gocerek sĂ‚lihler zumresine katılan bahtiyar kullarından eylesin. Âmîn!..
Bu vesîleyle, merhum ustĂ‚dımız MûsĂ‚ Efendi ’nin azîz rûhu icin bir FĂ‚tiha-i Şerîfe, uc İhlĂ‚s-ı Şerîf ikram etmenizi, siz kıymetli kardeşlerimden istirhĂ‚m ederim.
Dipnotlar: [1] M. SĂ‚mi Efendi, Yûnus ve Hûd Sûreleri Tefsîri, s. 145. [2] Ebû Nuaym, MĂ‚rifetu ’s-SahĂ‚be, RiyĂ‚d, 1419, I, 264. [3] Bkz. Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 12.
İslam ve İhsan