
KÂmil mu ’minler, kendilerini inciten bir hÂdise karşısında, oncelikle o muÂmeleye mustehak olup olmadıkları yolunda bir nefis muhÂsebesine yonelirler. Boylece, mÂruz kaldıkları cefÂlardan da mÂnen istifÂde imkÂnı elde ederler.Şu kıssa, bu hakîkati ne guzel îzah eder:
Vaktiyle serserilikten vazgecip sÂlih bir hayÂta donen biri, dukkÂnında calışmakta iken, oraya gelen ofkeli bir adam, kendisini sorgu-sual etmeden fecî bir sûrette dovup yaralamış. Bu eski serseri, ne bir karşılık vermiş ne de bir îtiraz sesi yukseltmiş. Ofkeli adam dukkÂndan cıkıp gittikten bir saat sonra geri gelerek bu adamı yanlışlıkla, başkası zannederek dovduğunu soyleyip ozurler dilemiş. Adam:
“–Hayır, bu işte bir yanlışlık yok. Ben bu dayağı hak etmiştim. Cunku vaktiyle boyle senin yaptığın gibi bircok gunahsız insanı sudan bahÂnelerle dovmuştum. Senin bu muÂmelen, benim hak ettiğim bir işti. Âhirette senden alacağım hakkı, o haksız yere dovduğum insanlara vereceğim.” demiş.
İşin bir başka yonu daha vardır: Her musîbet, ona mustehak olma sebebiyle başa gelmez. BÂzen de bir fert, mazlûmiyetle taclanmak, sabır neticesinde derece elde etmek ve mukÂfatlandırılmak uzere bir musîbete mÂruz kalır. Eğer musîbetler hep hak etme neticesinde olsaydı, insanlar mecbûren iyi olurlar ve peygamberler uzerine hicbir musîbet gelmezdi. HÂlbuki insanlık tarihinde en buyuk musîbetlere mÂruz kalanlar, enbiy silsilesidir. Ustelik onların mÂsumiyet sıfatı vardır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek Ahlakından 2, Erkam Yayınları, 2012
İslam ve İhsan