Azerbaycan ’ın dert ve dÂv insanı Selim Efendi ’nin en buyuk derdi; millî ve manevî değerlerini bilen, vatanına, milletine, toprağına ve bayrağına sahip cıkan, yureği îman ile dolu genclerin yetişmesi idi.Bu yıl yaprak dokumu mevsimi cok erken geldi. Kafkaslarda uc donemi goren “aksakallar” bir bir toprağa duştuler… Zohrab Dayı, Abdussamed Baba ve nihayetinde kartal bakışlı Hacı Selim Efendi… Her biri cok kıymetli olan bu insanlar komunizmin en karanlık donemlerinde bile îman aşkını yureklerinde saklamayı başarmış kimselerdi.
Tarihî akış icerisinde Turk-İslÂm coğrafyası 20. yuzyılın başlarında elemli ve kederli gunler yaşadı. Hem Anadolu ’da, hem de Osmanlı coğrafyasından kopan topraklarda; derin huzunler ve hasretler oluştu. Anadolu o kadîm coğrafyamıza hasretle bakarken; SSCB ’nin hukum surduğu bu topraklarda da Turkiye icin kalbi hicranla dolu, can vermeye hazır binlerce yurek vardı.
CIRPINIRDIN KARADENİZ ŞİİRİ Azerbaycanın buyuk şairi Ahmet Cevad tarafından kaleme alınan ”Cırpınırdın Karadeniz” şiiri, ne buyuk bir yurek cırpınışının mahsulu olduğunu gostermektedir:
Cırpınırdın Karadeniz
Bakıp Turk ’un bayrağına.
Ah olmeden bir gorseydim
Duşebilsem toprağına.
Ayrı duşmuş dost elinden
Yıllar var ki carpar sinem
Vefalıdır geldi, giden
Kurban Turk ’un bayrağına.
HER GECENİN ARDINDAN BİR SABAH GELİR
Her zorluğun ardından bir kolaylığın, her gecenin ardından bir sabahın geldiği mutlaktı. İşte o gun geldi. Demirperdeler yıkıldı. Bu kardeş coğrafyamız ozgurluğune kavuştu. O yiğit yureklerdeki hasret vuslata donuştu.
Selim Efendi bu donemde soğuk bir kış gunu İstanbul ’a cıkagelmişti. Merhum Nevzat Yalcıntaş Hoca ’nın da işaretiyle bir sabah HudÂyî ’nin kapısını mahviyet ve tevazu ile calıverdi. İşte bu buyuk bir aşk yolcuğunun ilk adımıydı. Selim Efendi, yıllardır yureğinde taşıdığı dertleri, elemleri ve yangını, HudÂyî ’nin gul bahcesindeki gonul insanlarına dokuverdi. Bir yangın yerine donen yureğin cırpınışı, HudÂyî ’nin gul bahcesinde mÂkes buldu. Gul bahcesinin bahcıvanı, Muhterem Ustadımız o an buyuk bir aşkla Can Azerbaycan ’a ilk seferin işaretini verdi. Bu goruşmede; yılların dostluğu ve muhabbetinin temelleri atıldı. Kafkaslara, Balkanlara, Orta Asya ’ya daha sonralarda ise Afrika ’ya acılacak buyuk bir Aşk Yolcuğunun haritası cizildi…
“ONUN AVUCLARI İCİNDE HİSSETTİM” Bu ilk goruşme ile ilgili yıllar sonra yapılan bir roportajda Hacı Selim Efendi; “Osman Ağabey ile ilk kez musÂfaha yaptığımız zaman Âdeta kalbimi onun avucları icinde hissettim.” diyecektir.
Selim Efendi, “HudÂyî yolunun ışığı”nı ve “merkez yureğin gonul atışları”nı en derinden hissedebilen dert ve dÂv insanı idi.
Bu muhabbetin neticesinde kısa bir surede Can Azerbaycan ’a sefere cıkılıyor. Nasıl ki tarih boyunca Azerbaycan Turkiye arasında hicbir karşılık beklemeden sayısız kardeşlik orneği yaşanmış ise o gun de boyle guzel ve hayırlı bir işe vesîle olunuyor. Elde, gonulde ne var ise paylaşılıyor. Yılların hasreti ile yurekler birleşiyor. Sevinc de, keder de birlikte yaşanıyor. Karabağ ’dan cepheden gelen şehid cenazelerine birlikte gozyaşı dokuluyor, birlikte defnediliyor.
Kafkas Muslumanları İdaresinin Başkanı Allahşukur Paşazade ’nin gayret ve desteği ile de Şeki ’de Kur ’Ân bulbulleri, hafızlar yetişmeye başlıyor. Selim Efendi, vefatı oncesi gunlerinde, komunizm doneminde bir tane bile Kur ’Ân-ı Kerîm bulamazken 260 ’tan fazla canlı Kur ’Ân bulbulun yetiştiğini buyuk bir heyecanla dile getirirdi.
SELİM EFENDİ ’NİN EN BUYUK DERDİ Ulu bir cınar gibi duran Selim Efendi ’nin en buyuk derdi; millî ve manevî değerlerini bilen, vatanına, milletine, toprağına ve bayrağına sahip cıkan, yureği îman ile dolu genclerin yetişmesi idi.
Hacı Selim Efendi ’nin İstanbul ziyareti sonrası, Hazret-i HudÂyî ’nin; ilim, irfan, mÂrifet kandili artık bir başka yanıyor ve fazîlet ışığı her yeri aydınlatıyordu. HudÂyî ’nin aşk kandili artık sadece Anadolu ’yu değil, butun gonul coğrafyamızı aydınlatmaya başlamıştı. Yanık gonuller, ezelden ışığa hasret dolu pervÂneler gibi, gonul coğrafyamızın her yerinden buraya akıyordu.
Aşkla yaşamak, buyuk bir sevdayı kuşanmaktır. “Tahammul mu, sefer mi?” denildiğinde “Vakit, sefer vakti!” diyebilmektir. Hayatı aşkla yaşamak, seher vaktinde olumu hissetmek, buyuk ruhlarla buluşmak, yeni heyecanlar kuşanmak ve her gune yeni bir aşkla başlamaktır. Âşıklar sultanı Yunus gibi; “Kim usanası bizden, her dem yeniden doğarız” diyebilmektir.
Aşkla donanmak, aşk ateşini yakmaktır. Yesevî dervişlerini Anadolu ’ya gonderen Hoca Ahmed Yesevî Hazretleri; “Bir aşk odu (ateşi) yaktık, diyÂr-ı Rûm ’a attık…” derken buyuk bir coğrafyayı bir aşk kıvılcımıyla ateşe vermiştir. Aşk ehli olmak; bu manevî aşk heyecanını keşfetmek, bu coğrafyaya bugun de buyuk bir vefa hissiyle ve aynı aşkla karşılık verebilmektir. İşte Anadolu ’nun bağrı yanık, gonlu îman ile dolu, sahÂbe neşvesindeki gencleri de bu davete buyuk bir aşk ve muhabbetle koştular. Selim Efendi, bu genc muallimlere buyuk bir ihtimam ile yaklaşır, onlara kendi evlatları gibi davranır, her birini gonul bahcıvanının birer emaneti gibi gorurdu.
Muhterem Ustadımız ’ın gecen yılki Azerbaycan ziyaretinde, yapılan hizmetlerin kısa bir hulÂsası olarak, 26 yılı beş-altı dakikaya sığdıran kısa bir film takdim edilmişti. Filmin bitiminde odadaki herkes cok duygulanmıştı. Selim Efendi yaşlı gozlerle;
“–Osman Ağabey, iyi ki geldiniz… Ya gelmese idiniz!” deyiverdi.
Ustadımız da;
“–Selim Abi, biz Rabbimiz ’e ne kadar şukretsek az. Biz gelmese idik Allah başkasını gonderirdi. Rabbimiz bu guzel hayırlı işleri hepimize lûtfetti. O ’na ne kadar hamd etsek, ne kadar şukretsek az olur…” dedi.
GONUL COĞRAFYAMIZIN SULTANLARI Selim Efendi ’nin gonlu; hem yaşadığı topraklardan, hem de irfan coğrafyamızdaki gonul erlerinden beslenmiştir. Medeniyetimizin kandilleri olan Hak dostları, daima onun yolunu aydınlatmış ve onların ışığı ile yoluna devam etmiştir. Muhammed Fuzûlî, Yahya Şirvanî, MevlÂnÂ, NizÂmî, Yunus Emre gibi…
Aşk şairi NizÂmî, aşkı, hayatın merkezinde gormekte ve bunu ne guzel ifade etmektedir:
“Aşktır mihrabı yuce goklerin,
Aşksız ey dunya! Nedir değerin?”
Yureği bir omur boyu aşkla ve dertle dolu olan Hacı Selim Efendi ’ye Rabbimiz ’den rahmet diliyoruz. Onun vesilesi ile aşk ve muhabbetle atılan tohumlar, tomurcuk olsun, fidan olsun, kıyamete kadar ceşit ceşit meyveler veren ulu ağaclar gibi devam etsin inşÃ‚allah…
Kaynak: Ahmet Tecim, Altınoluk Dergisi, Sayı: 404
İslam ve İhsan