
Hilim (hilm) ne demek? Peygamberimizin hilmi ile ilgili ornekler nelerdir? Musamaha ve hilim (hilm) ile ilgili ornekler.Hilim, kendi şahsına karşı hatĂ‚ işleyen kimseler icin bile kalbinde bir soğukluk beslememek, sabır ve tahammul sĂ‚hibi olmaktır.
HİLİM (HİLM) NEDİR? Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın sevdiği husûsiyetlerden biri olan hilim (yumuşak huyluluk), gazap sıfatının zıddıdır. Hilmin zıddı olan sertlik ve katılık, insanları inciten, korkup nefret etmelerine ve dağılıp gitmelerine yol acan kotu bir huydur. Bu sebeple hilim, peygamberlerin sıfatlarından biridir. Halîm, yĂ‚ni yumuşak huylu olmayan bir kimse peygamberlik gibi muhim bir vazîfeyi îfĂ‚ edemez. Nitekim bu husûsu kitaplarından oğrenen bĂ‚zı yahûdî Ă‚limler, Efendimiz ’in hilim sıfatını tecrube etmişler, O ’ndaki engin hilim okyanusunu gorunce de îmĂ‚na gelmişlerdir. Allah TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“(Rasûlum!) O vakit, Allah ’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! ŞĂ‚yet Sen kaba ve katı yurekli olsaydın, hic şuphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu hĂ‚lde onları affet; bağışlanmaları icin duĂ‚ et; (yapacağın bir) iş hakkında onlarla istişĂ‚re et! Kararını verdiğin zaman da artık AllĂ‚h ’a tevekkul et! Muhakkak ki AllĂ‚h, kendisine tevekkul edenleri sever.” (Âl-i İmrĂ‚n, 159)
İslĂ‚m, ifrat ve tefrite duşmeden îtidĂ‚le dayalı bir uslûp gozetmeyi, bilhassa insan eğitimi ve tebliğ gibi hizmetlerde aslî bir dustur olarak kabûl etmiştir. Bu dustur da hic şuphesiz, “hilim” ile gercekleşebilir.
CenĂ‚b-ı Hak, “el-Halîm”, yĂ‚ni hilm sĂ‚hibi olduğunu bildirir. İnsan neslinin en mulĂ‚yimi olan Allah Rasûlu ’nun[1] butun meclisleri de; hilim, ilim, hayĂ‚, sabır, tevekkul ve emĂ‚net gibi fazîletlerin cĂ‚rî ve hĂ‚kim olduğu bir mahal idi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hilm ve musĂ‚maha uslûbunun, hayĂ‚tın her safhasında yaşanmasını arzu ederdi. Nitekim bu guzel ahlĂ‚kın ticĂ‚ret hayĂ‚tında da yaşanmasının fazîletine dĂ‚ir şoyle buyurmuştur:
“Satışta, alışta ve borcunu istemekte kolaylık gosteren kimseye, Allah TeĂ‚lĂ‚ rahmet etsin.” (BuhĂ‚rî, Buyû‘, 16; İbn-i MĂ‚ce, TicĂ‚rĂ‚t, 28)
Yine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“İnsanlara borc para veren bir adam vardı. Hizmetcisine şoyle derdi:
«–Darda kalmış bir fakire vardığında onu affediver; umulur ki AllĂ‚h da bizim gunahlarımızı affeder.»
NihĂ‚yet o kişi AllĂ‚h ’a kavuştu ve Allah TeĂ‚lĂ‚ onu affetti.” (BuhĂ‚rî, EnbiyĂ‚, 54; Muslim, MusĂ‚kĂ‚t, 31; BuhĂ‚rî, Buyû‘ 18)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulur:
“Sıkıntıda olanlara ve borclulara vĂ‚de veren (veya alacağından vazgecen) kişiyi, Allah TeĂ‚lĂ‚, hicbir golgenin olmadığı gunde kendi golgesinde golgelendirir (onu korur).” (Muslim, Zuhd, 74)
Fakat borc verenlerin bu fazîletli hĂ‚line mukĂ‚bil, borc alanların da bu musĂ‚mahakĂ‚r davranışı istismĂ‚r etmemesi îcĂ‚b eder. ZîrĂ‚ borc husûsu o kadar muhimdir ki, Allah Rasûlu, namazı kılınmak uzere bir cenĂ‚ze getirildiği zaman ilk olarak; “Borcu var mıydı?” diye sorardı. Varsa borcunu odettirir, sonra namazını kılar, şĂ‚yet borcu odenmez ise namazını kılmaz idi.
Diğer taraftan, Peygamber Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, yeni musluman olan, dini yeterince oğrenme fırsatı bulamayan kimselere karşı da dĂ‚imĂ‚ musĂ‚mahalı davranmıştır. Bu bakımdan hilim ve musĂ‚maha, nebevî ahlĂ‚k ile ahlĂ‚klanmış olan evliyĂ‚ullĂ‚hın ve sĂ‚lih mu ’minlerin en muhim vasıflarındandır.
ALLAH ’IN SEVDİĞİ İKİ OZELLİK RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Abdulkaysoğulları ’ndan Eşecc ’e:
“Sende AllĂ‚h ’ın sevdiği iki husûsiyet vardır: Hilim (yumuşak huyluluk) ve teennî (ihtiyatkĂ‚rlık.)” buyurmuştur. (Muslim, ÎmĂ‚n, 25, 26)
LokmĂ‚n Hakîm şoyle der:
“EvlĂ‚dım! Uc şey, uc şeyle bilinir: Hilim, gazap Ă‚nında; şecaat, harp meydanında; kardeşlik ise, ihtiyac Ă‚nında.”
Butun hasletler gibi hilim ve musĂ‚mahanın da bir olcusu vardır. Yumuşak huylu olmak icin zulme boyun eğmek veya ilĂ‚hî kanunların ihlĂ‚line musĂ‚maha ile yaklaşmak aslĂ‚ doğru bir tavır değildir. Hilm-i himĂ‚rî (merkep uysallığı) denilen boylesi bir davranış, kotu kimselerin kotuluk yapma arzusunu ve cesĂ‚retini artıracağından, son derece yanlış bir tavırdır.
MUSAMAHA VE HİLİM (HİLM) ORNEKLERİ İnsanların hayırlıları Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Bir bedevî, RasûlullĂ‚h -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’a gelerek alacağını istedi ve bunu yaparken sert davrandı. HattĂ‚:
“–Borcunu odeyinceye kadar Sen ’i rahat bırakmayacağım.” dedi. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, bedevîyi azarlayıp:
“–Yazıklar olsun sana! Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın!” dediler. Adam:
“–Ben hakkımı talep ediyorum.” dedi. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, ashĂ‚bına:
“–Sizler nicin hak sĂ‚hibinden yana değilsiniz?” buyurdu ve Havle bint-i Kays -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’ya adam gondererek:
“–Sende kuru hurma varsa borcumu odeyiver. Hurmamız gelince borcumuzu sana oderiz.” dedi. Havle:
“–Hay hay! Babam Sana kurban olsun ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu!” dedi.
Kadın, RasûlullĂ‚h ’a borc verdi, O da bedevîye olan borcunu odedi ve bir de yemek ikrĂ‚m etti. Bedevî:
“–Borcunu guzelce odedin. AllĂ‚h da Sana mukĂ‚fĂ‚tını tam olarak versin!” diye memnûniyetini ifĂ‚de etti. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–İşte bunlar (borcunu hakkıyla odeyenler), insanların hayırlılarıdır. İcindeki zayıfların, incitilmeden haklarını alamadıkları bir cemiyet, iflĂ‚h olmaz.” buyurdu. (İbn-i MĂ‚ce, SadakĂ‚t, 17)
Gorulduğu uzere, Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’ın hayĂ‚tı, insanoğlunun başına gelebilecek hemen hemen her hĂ‚dise icin ornek alınabilecek davranış guzellikleriyle doludur. Yeter ki, O ’nu yakından tanıyıp, Sunnet-i Seniyyesi muhtezĂ‚sınca yaşama gayreti icinde olalım…
Musamaha ve hilim (hilm) orneği Cubeyr bin Mut ’im -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
Huneyn Gazvesi ’nden donuşte Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ile birlikte yururken, bedevî Araplar ganimetin taksîmini ısrarla istemeye başladılar. Neticede Allah Rasûlu ’nu Semure ağacının altında durdurdular. Cubbesi ağaca takılıp kaldı. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- devesini durdurup:
“–Cubbemi verin bana! ŞĂ‚yet şu gorduğunuz ağaclar kadar hayvanım olsaydı, onların tamamını size paylaştırırdım. Siz de benim cimri, yalancı ve korkak biri olmadığımı gorurdunuz!” buyurdu. (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d 24, Humus 19)
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, yeni Musluman olmuş ve bu dînin zarĂ‚fet ve inceliklerini henuz rûhuna sindirememiş olanlara bile hilim ve musĂ‚maha ile muĂ‚mele etmiştir.
Peygamberimizin hilmi ile ilgili ornekler Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle der:
“Ben RasûlullĂ‚h ’ın ellerinden daha yumuşak olan ne bir atlasa ne de bir ipeğe dokundum. Allah Rasûlu ’nun kokusundan daha hoş bir rĂ‚yiha da koklamadım. Efendimiz ’e tam on yıl hizmet ettim. Bana bir defa bile «Uf!» demedi. Yaptığım bir şey sebebiyle; «Nicin boyle yaptın?» demediği gibi, yapmadığım bir iş sebebiyle de bir kez bile; «Şoyle yapsan olmaz mıydı?» demedi. (BuhĂ‚rî, Savm 53, MenĂ‚kıb 23; Muslim, FedĂ‚il 82)
İşte Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kendisine on yaşında emĂ‚net edilen Hazret-i Enes ’i, hĂ‚l ve davranışlarıyla boyle terbiye ediyordu. Tasavvuftaki terbiye metodu da bu şekildedir. İnsan, şahsiyet ve karaktere hayranlık duyar ve hayran olduğu kimseyi taklîd eder. Cunku “taklid meyli”, insanoğlunun yaratılışındaki en koklu temĂ‚yullerden biridir. Bu yuzden insan, musbette de menfîde de maddî ve mĂ‚nevî tekĂ‚mulunu hep hayran olup taklîd ettiği kimselerin tesiri altında gercekleştirir.
MuĂ‚viye bin Hakem -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in arkasında namaz kılarken cemaatten biri aksırdı. Ben de hemen “yerhamukellĂ‚h” dedim. Cemaat bana dik dik bakmaya başladı. Bunun uzerine:
“–Vay başıma gelenler! YĂ‚hu bana niye oyle bakıyorsunuz?” dedim. Bu sefer ellerini dizlerine vurmaya başladılar. Onların beni susturmaya calıştıklarını anlayınca kızdım; ama yine de sustum.[2]
Anam-babam Rasûl-i Ekrem ’e fedĂ‚ olsun. Ne O ’ndan once ne de O ’ndan sonra kendisinden daha guzel bir muallim gormedim. VallĂ‚hi beni ne azarladı ne de dovdu. Namazı kıldırıp bitirince yumuşak bir lisanla bana:
“–Bu ibĂ‚detin adı namazdır. Namaz kılarken dunyĂ‚ kelĂ‚mı konuşulmaz. Cunku namaz; tesbîh, tekbîr ve Kur ’Ă‚n okumaktan ibĂ‚rettir.” buyurdu. Yahut buna benzer ifĂ‚deler kullandı. Ben de:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ben yeni Musluman oldum…” dedim… (Muslim, MesĂ‚cid, 33)
Peygamberlik alĂ‚metlerinden iki tanesi Yahûdî Ă‚limlerinden Zeyd bin Sa ’ne, bekledikleri son peygambere dĂ‚ir Tevrat ’ta yazılı husûsiyetlerin, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’de bulunup bulunmadığını araştırıyordu. Bir gun, Hazret-i Peygamber ’i, yanında Hazret-i Ali olduğu hĂ‚lde evinden cıkarken gordu ve peşine takıldı. O sırada bedevî giyimli bir adam RasûlullĂ‚h ’a yaklaşarak:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ben falan kabîle halkına, şĂ‚yet musluman olurlarsa, kendilerine Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın bol rızık vereceğini soylemiştim. Onlar da musluman oldular. Fakat ne yazık ki kabîlelerinde kıtlık başgosterdi. İnsanlar cok zor durumda. DunyĂ‚lık umîdiyle musluman olan bu adamların, umduklarını bulamayınca tekrar eski dinlerine donmelerinden korkuyorum. ŞĂ‚yet onlara yardım etmek icin bir şeyler gondermek istersen, ben goturebilirim.” dedi.
Bu konuşmayı dinleyen Zeyd bin Sa ’ne, Allah Rasûlu ’nu denemek icin uygun bir fırsat yakaladığını duşunerek soze girdi:
“–YĂ‚ Muhammed! ŞĂ‚yet o adamlara yardım etmeyi duşunuyorsan, yapacağımız bir mukĂ‚vele ile Sana borc verebilirim.” dedi.
Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de, ondan seksen dinar borc aldı, goturmesi icin o sahĂ‚bîye verdi ve:
“–Onların yanına cabucak git ve imdatlarına yetiş!” buyurdu.
Bir başka gun Fahr-i KĂ‚inat Efendimiz, yanında Hazret-i Ebûbekir, Hazret-i Omer ve bĂ‚zı sahĂ‚bîlerle Cennetu ’l-Bakî[3] Mezarlığı ’na bir cenĂ‚ze goturuyorlardı. Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, cenĂ‚ze namazını kıldırdıktan sonra Zeyd O ’na yaklaştı ve mubĂ‚rek sırtındaki cubbesini var gucuyle cekti. Onun neden boyle yaptığını henuz anlayamayan Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, bir yere duşen cubbeye, bir Zeyd ’in asık suratına hayretle bakarken, Zeyd, onceden tasarladığı şekilde konuşmaya başladı:
“–Borcunu odemeyecek misin yĂ‚ Muhammed? Siz Abdulmuttaliboğulları zĂ‚ten borclarınızı hep geciktirirsiniz!” dedi.
HĂ‚lbuki RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Zeyd ’den aldığı borcun vĂ‚desi henuz dolmamıştı.
HÂdiseyi anlatan Zeyd diyor ki:
Bu sırada donup Omer ’e baktım. Ofkesinden sadrının koruk gibi kabarıp indiğini gorunce yureğim ağzıma geldi. Omer yuzume sertce bakarak:
“–Ey AllĂ‚h ’ın duşmanı! Sen bu sozleri RasûlullĂ‚h ’a mı soyluyorsun? O ’na hem saygısız davranıyor, hem de edepsizce konuşuyorsun ha! O ’nu peygamber olarak gonderene yemin ederim ki, şĂ‚yet RasûlullĂ‚h sana borclu olmasaydı, kelleni ucururdum!..” diye haykırdı.
Bir yahûdînin, AllĂ‚h ’ın Rasûlu ’ne hakĂ‚ret etmesine dayanamayan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın nasıl gazaplandığını goren Efendimiz, ona gulumseyerek:
“–SĂ‚kin ol ey Omer! Şu anda hem ben, hem de bu şahıs, senden daha farklı bir davranış beklemekteyiz. Sen bana, borcumu guzel bir şekilde odememi, ona da alacağını daha uygun bir dille istemesini tavsiye etmeliydin. Gerci borcun vĂ‚desinin dolmasına daha uc gun var ama, haydi sen kalk, ona borcumu ode! Kendisini korkuttuğun icin de bir miktar fazla ver!” buyurdu.
Zeyd, alacağını fazlasıyla tahsîl ettikten sonra, Hazret-i Omer ’e şu îtirafta bulundu:
“–Bak yĂ‚ Omer! RasûlullĂ‚h ’ın yuzune her baktığımda, peygamberlik alĂ‚metlerinin tamamını O ’nda goruyordum. Fakat O ’nda bulunması gereken iki husûsiyete sĂ‚hip olup olmadığını bugune kadar anlayamamıştım. AcabĂ‚ kendisine karşı kaba-saba davrananları affediyor mu? Kendisine yapılan kabalıklar arttıkca O ’nun hilmi ve musĂ‚mahası da o nisbette artıyor mu? İşte ben bugun O ’nu denedim ve kendisinin beklenen peygamber olduğuna iyice kanaat getirdim. AllĂ‚h ’ı Rab, İslĂ‚m ’ı dîn, Muhammed -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’ı da peygamber olarak kabûl ettiğime, malımın yarısını da ummet-i Muhammed ’e sadaka olarak bağışladığıma şĂ‚hid ol!”
Zeyd ’in Musluman olmasına son derece sevinen Omer -radıyallĂ‚hu anh-, onu şoyle îkĂ‚z etti:
“–Malını butun Muslumanlara yetiremezsin. BĂ‚ri bĂ‚zılarına bağışladığını soyle.” dedi.
Zeyd:
“–Haklısın, malımın yarısını bĂ‚zı Muslumanlara bağışlıyorum.” diyerek sozunu duzeltti. (HĂ‚kim, III, 700/6547)
Peygamberimizin hilim ve musamahası Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, hilim, musĂ‚maha ve sabır gibi guzel hasletlerle insanları yuksek karakter ve şahsiyetine meftûn etmiş ve Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın lûtfu ile İslĂ‚m ’ı kısa surede butun Arap Yarımadası ’na yaymıştır.
AbdullĂ‚h bin Cahş -radıyallĂ‚hu anh- ’ın Batn-ı Nahle Seferi ’nde aldığı esirler arasında, Hakem bin KeysĂ‚n da vardı. Fahr-i Âlem Efendimiz, Hakem ’i İslĂ‚m ’a dĂ‚vet etti. İslĂ‚m ’ı butun tafsîlĂ‚tıyla uzun uzadıya anlattı. Şuphelerini yok etmek icin defĂ‚larca tekrar etti. Allah Rasûlu ’nun bu kadar gayret sarf etmesine rağmen Hakem ’in hĂ‚lĂ‚ musluman olmamasına ofkelenen Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Bununla ne diye konuşup durursun. VallĂ‚hi o hicbir zaman musluman olmaz! MusĂ‚ade et, boynunu vurayım da varacağı yere, yĂ‚ni cehenneme bir an once varsın!” dediyse de Peygamber Efendimiz, Hakem ’e İslĂ‚m ’ı anlatmaya devĂ‚m etti. Hakem dikkatini toplayarak:
“–İslĂ‚m nedir?” diye sordu. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–AllĂ‚h ’a hicbir şeyi ortak koşmaksızın kulluk etmen ve Muhammed ’in de O ’nun kulu ve Rasûlu olduğuna şehĂ‚det getirmendir!” buyurdu.
Hakem:
“–Musluman oldum.” dedi.
Bunun uzerine Peygamber Efendimiz ashĂ‚bına donerek:
“–Eğer ben, biraz once size uysaydım, o şimdi cehenneme gitmiş olacaktı!” buyurdu.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- der ki:
“Hakem ’in Musluman olduğunu gorunce, sanki butun gecmiş ve gelecek şeyler beni sıktı! Kendi kendime; «Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- benden daha iyi bilirken, ben nasıl O ’na karşı bir şey istemeye kalkarım?!» dedim. Sonra da; «Benim maksadım ancak AllĂ‚h ve Rasûlu ’nun rızĂ‚sını kazanmaktı.» diyerek kendimi tesellî ettim. Hakem, musluman oldu. VallĂ‚hi guzel de bir musluman oldu. AllĂ‚h yolunda cihĂ‚d etti ve Bi ’r-i Maûne ’de şehîd edildi.” (İbn-i Sa ’d, IV, 137-138; VĂ‚kıdî, I, 15-16)
Kolaylık gosterin Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- şoyle bir hĂ‚dise nakleder:
Bedevînin biri, Mescid-i Nebevî ’de kucuk abdestini bozmuştu. SahĂ‚bîler hemen onu azarlamaya başladılar. Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Adamı kendi hĂ‚line bırakın. Abdest bozduğu yere bir kova su dokun. Siz kolaylık gostermek icin gonderildiniz, zorluk cıkarmak icin değil.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Vudû ’ 58, Edeb 80)
Hilim ve musĂ‚maha orneği Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle der:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte yuruyordum. Uzerinde Necran kumaşından yapılmış, kenarları sert ve kalın bir hırka vardı. Bir bedevî, Rasûl-i Ekrem ’e yetişerek hırkasını sertce cekti. Bedevînin bu hareketinden dolayı hırkanın kenarı Efendimiz ’in boynunda iz bırakmıştı. Daha sonra bedevî:
“–Ey Muhammed! Elinde bulunan AllĂ‚h ’a Ă‚it mallardan bana da verilmesini emret.” dedi.
Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, bedevîye donup tebessum etti. Sonra da ona bir şeyler verilmesini emretti. (BuhĂ‚rî, Humus 19, LibĂ‚s 18, Edeb 68; Muslim, ZekĂ‚t 128)
Ne muazzam bir hilim ve musĂ‚maha numûnesi!..
Gunahı terk ettiğinde Ebu ’d-DerdĂ‚ Hazretleri bir gun şehri dolaşırken, halkın, bir gunahkĂ‚ra ağır sozlerle hakĂ‚ret ettiklerine şĂ‚hid oldu. Onlara sordu:
“–Siz kuyuya duşmuş bir adam gorseniz, onu oradan cıkarmaz mısınız?”
Oradakiler:
“–Evet, cıkarırız!” dediler. Bunun uzerine Ebu ’d-DerdĂ‚ Hazretleri:
“–O hĂ‚lde kardeşinize ağır sozler soylemeyin, size Ă‚fiyet veren AllĂ‚h ’a hamd edin!” dedi.
Bunun uzerine onlar:
“–Siz bu gunahkĂ‚ra kızmıyor musunuz?” dediler.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in terbiyesinde yetişmiş bulunan guzîde sahĂ‚bî, bu suĂ‚le şoyle cevap verdi:
“–Ben onun kendisine ve şahsiyetine değil gunĂ‚hına kızıyorum, gunĂ‚hı terk ettiğinde, o yine benim din kardeşimdir.” (AbdurrazzĂ‚k, XI, 180; Ebû Nuaym, Hilye, I, 225)
Hilm ve musĂ‚maha uslûbu Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- zamanında AbdullĂ‚h adında biri vardı. “HimĂ‚r” lĂ‚kabıyla anılan bu zĂ‚t, yaptığı şakalarla Hazret-i Peygamber ’i guldururdu. İcki icmesi sebebiyle de Rasûl-i Ekrem, onu zaman zaman cezĂ‚landırırdı…
Bir gun yine boyle bir cezĂ‚ faslı bitip AbdullĂ‚h da gittikten sonra, oradakilerden biri, “AllĂ‚h ’ım, ona lĂ‚net et!” diye bedduĂ‚ etti. Bunun uzerine Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Boyle demeyiniz, kardeşinizin aleyhinde şeytana yardım etmeyiniz. VallĂ‚hi ben onun, AllĂ‚h ’ı ve Rasûlu ’nu sevdiğini biliyorum. Ona bedduĂ‚ edeceğinize; «AllĂ‚h ’ım! Onu bağışla. AllĂ‚h ’ım! Ona merhamet et!» diye duĂ‚ ediniz.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Hudûd, 4, 5; Ebû DĂ‚vûd, Hudûd, 35)
İşte bu manzara da, Allah Rasûlu ’nun ummetine olan şefkat, merhamet ve muhabbetinden kaynaklanan hilm ve musĂ‚maha uslûbunun bĂ‚riz bir tezĂ‚hurudur.
HĂ‚lık ’ın nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış Rebî bin Haysem Hazretleri bir gun namaz kılarken, gozunun onunde yirmi bin dirhem kıymetindeki atı calındı. Fakat o, hırsızın peşine duşmek yerine huzurla edĂ‚ ettiği namazına devĂ‚m etmeyi tercih etti.
Onun bu buyuk kaybını duyan dostları koşarak kendisini tesellî etmeye geldiler. Hazret, dostlarına:
“–O adam atımı cozerken kendisini gordum. LĂ‚kin ben o vakit daha muhim ve cok sevdiğim bir işle meşguldum. Onun icin hırsızı kovalamadım.” dedi.
Bunun uzerine dostları, hırsıza bedduĂ‚ etmeye başladılar. Hazret onları susturarak:
“–SĂ‚kin olun, bana zulmeden falan yok! O adam kendi nefsine zulmetti. Zavallının kendine yaptığı yetmiyormuş gibi, bir de biz ona zulmetmeyelim!” dedi. (Bkz. BabanzĂ‚de Ahmed Naîm, İslĂ‚m AhlĂ‚kının Esasları, s. 85-86)
İşte, merhamet ve şefkatin zirvesinde yaşanan eşsiz bir numûne… Hak dostlarının sĂ‚hip olduğu mustesnĂ‚ bir hĂ‚l, yĂ‚ni HĂ‚lık ’ın nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzı…
İmĂ‚m Şabî ’nin fazileti TĂ‚biînin buyuklerinden İmĂ‚m Şa ’bî ’nin, kendisine hakĂ‚ret eden fĂ‚sık bir şahsa:
“–Dediklerin doğru ise, AllĂ‚h beni affetsin! Eğer yalancı isen, AllĂ‚h seni affetsin!” şeklindeki cevĂ‚bı, ne buyuk bir fazîletin yansımasıdır.
HİLM VE MUSAMAHA SAHİBİ OLMAK VelhĂ‚sıl, merhamet, şefkat ve muhabbet gibi guzel hasletlerin netîcesi olan hilim ve musĂ‚maha, insanlarla muĂ‚şerette muhim esaslardandır. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın emr-i ilĂ‚hîsi ve Peygamber Efendimiz ’in tabiat-ı asliyesidir. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Rıfktan (yumuşak huyluluktan, mulĂ‚yimlikten) nasîbi olana, hayırdan da nasip verilmiştir. Rıfktan nasîbi olmayan da hayırdan mahrum kılınmıştır.” (Tirmizî, Birr, 67/2013)
Dipnotlar:
[1] Bkz. Muslim, Hac, 137. [2] Namazda ibĂ‚det dışı bir fiilde bulunmak, elbette namazın rûhuna zıt bir keyfiyettir. LĂ‚kin bu misaldeki kızan ve kendisine kızılan sahĂ‚bîlerin namazda sergiledikleri bu tavırlarını da mĂ‚zur gormek îcĂ‚b etmektedir. ZîrĂ‚ o zamanlar toplum henuz yeni musluman olduğu icin, insanlar ibĂ‚det ve Ă‚dĂ‚bını yeni oğreniyorlardı. [3] Cennetu ’l-Bakî: Peygamber Efendimiz ’in mescidine yuz metre mesĂ‚fede bulunan meşhur Medîne kabristanı.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan