
Hazret-i Yusuf ’un- aleyhisselĂ‚m- bulunduğu makam ve mevki itibariyle, kendisini kuyuya atan kardeşlerine af ve merhamet sergilemesi bizler icin “affede affede affolunma!” dusturunun muşahhas bir orneğidir.
“(Kardeşleri):
«–Yoksa sen, gercekten Yûsuf musun?» dediler.
O da:
«–(Evet) ben Yûsuf ’um, bu da kardeşim!.. AllĂ‚h bize lutuflarda bulundu. Cunku kim AllĂ‚h ’tan korkar ve (belĂ‚lara katlanıp) sabrederse, şuphesiz AllĂ‚h guzel davrananların mukĂ‚fĂ‚tını zĂ‚yî etmez!» dedi.
(Kardeşleri) dediler ki:
«AllĂ‚h ’a and olsun ki, hakîkaten AllĂ‚h Sen ’i bize ustun kılmıştır. Gercekten biz ise (size yaptıklarımızda) hatĂ‚ etmişiz.»
(Yûsuf) dedi ki:
«–Bugun size hic başa kakma ve ayıplama yok; AllĂ‚h sizi affetsin! O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 90-92)
Bu Ă‚yet-i kerîmeler, aynı zamanda terbiye metodlarının en guzellerinden birine işĂ‚ret etmektedir ki, o da, kotuluğe karşı iyilikle mukĂ‚bele etmektir. ZîrĂ‚ boylesine bir Ă‚licenaplık karşısında ekseriyetle duşman olanın duşmanlığı son bulur; ne dost ne de duşman olan ortadaki kimse dostluğa meyleder; dost olanın ise muhabbeti artıp daha da yakın bir hĂ‚le gelir.
Âyet-i kerîmede ne guzel buyrulur:
“İyilikle kotuluk bir olmaz. Sen (kotuluğu) en guzel bir şekilde (iyilikle) onle! O zaman seninle arasında duşmanlık bulunan kimse, bir de bakarsın ki, candan (samîmî

Bu hususta AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den ibretli bir misĂ‚l arz edelim:
Ebû SufyĂ‚n, nubuvvetten evvel Peygamberimiz ’in dostu idi. Nubuvvetten sonra ise, duşman kesilerek O ’na hicviyeler yazdı. Peygamber şĂ‚iri Hassan bin SĂ‚bit -radıyallĂ‚hu anh- da, bu hicviyelere cevap verirdi. Sonradan Ebû SufyĂ‚n, bu yaptıklarına pişmĂ‚n oldu. Medîne-i Munevvere ’ye doğru yola cıktı. Yolda AllĂ‚h Rasûlu ’ne rast geldi. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ebû SufyĂ‚n ’ın yuzune bakmadı. Ebû SufyĂ‚n, cok muteessir oldu. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’ın oğrettiği: “AllĂ‚h ’a and olsun ki, hakîkaten AllĂ‚h Sen ’i bize ustun kılmıştır. Gercekten biz ise (size yaptıklarımızda) hatĂ‚ya duşmuşuz.” Ă‚yeti ile ozur diledi.
Merhamet ve şefkat ummĂ‚nı olan AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de Yûsuf Sûresi ’nden:
“Bugun size karşı hicbir başa kakma ve ayıplama yoktur. AllĂ‚h sizi bağışlasın! O merhametlilerin en merhametlisidir.” meĂ‚lindeki Ă‚yet-i kerîmeyi okuyarak, onun ve diğerlerinin eski ayıplarını affetti.
Ebû SufyĂ‚n, Musluman olduktan sonra utancından başını kaldırıp Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’in yuzune bakamazdı. (VĂ‚kıdî, MeğĂ‚zî, II, 810-811; İbn-i HişĂ‚m, Sîret, IV, 20-24; İbn-i Abdilber, el-İstiĂ‚b, IV, 1674)
"BUGUN SİZE AYIPLAMA YOKTUR!"
Âlemlere rahmet olarak gonderilen Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Mekke ’yi fethedip KĂ‚be ’ye girince o sırada Kureyşliler Mescid-i HarĂ‚m ’a dolmuşlar, KĂ‚be ’nin cevresinde oturmuşlardı. Efendimiz ’in ne yapacağını merakla bekliyorlardı.
AllĂ‚h Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Kureyş cemaati! Ey Mekkeliler! Ne dersiniz? Şimdi, hakkınızda benim ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Biz, Sen ’in hayır ve iyilik yapacağını duşunur ve «Sen hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sĂ‚hibi bir kardeş; kerem ve iyilik sĂ‚hibi bir kardeşoğlusun! Guc ve kudrete kavuştun, bizlere iyi davran!” dediler.
Bunun uzerine Peygamber Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm-:
“–Benim hĂ‚limle sizin hĂ‚liniz, Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ile kardeşlerinin durumu gibi olacaktır. Yûsuf ’un kardeşlerine dediği gibi, ben de: «Bugun size hicbir başa kakma ve ayıplama yoktur! AllĂ‚h sizi bağışlasın! Cunku O merhamet edenlerin en merhametlisidir!» (Yûsuf, 92) diyorum. Gidiniz, sizler, Ă‚zĂ‚d ve serbestsiniz!” buyurdu.
Yuce AllĂ‚h o Kureyş muşriklerini eline duşurmuş, kendisine boyun eğdirmiş, yıllarca mu ’minlere cektirdikleri eziyetlerin intikĂ‚mını alabilecek kudret bahşetmiş iken O Rahmet Peygamberi onları bu şekilde affetmiş ve serbest bırakmıştır. Bunun icindir ki Mekkelilere «TulekĂ‚: ÂzĂ‚d edilmişler» ismi verilmiştir. (İbn-i HişĂ‚m, Sîret, IV, 32; VĂ‚kıdî, MegĂ‚zî, II, 835; İbn-i Sa ’d, TabakĂ‚t, II, 142-143)
Bu hĂ‚l, aynı zamanda CenĂ‚b-ı Hakk ’ın settĂ‚ru ’l-uyûb, yĂ‚ni ayıpları ortuculuk ve kusurları affedicilik sıfatının kulundaki kĂ‚mil bir tecellîsidir.
ŞĂ‚ir ZiyĂ‚ Paşa, Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ile kardeşleri arasındaki bu hĂ‚diseyi şu şekilde mısrĂ‚lara dokmuştur:
ZÂlimlere birgun dedirir kudret-i MevlÂ:
TallÂhi lekad ÂserakellÂhu aleyn [1]
"SİZİN SAYENİZDE ŞEREF KAZANDIM"
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- kardeşlerine sabah-akşam ziyĂ‚fet veriyordu. Kardeşleri ise daha once O ’na yaptıklarını hatırlayarak onun bu izzet u ikrĂ‚mı karşısında son derece mahcûb oluyorlardı. Hazret-i Yûsuf ’a bir adam gondererek dediler ki:
“–Sen, bizi sabah-akşam ziyĂ‚fete dĂ‚vet ediyorsun! Fakat biz, sana karşı yaptıklarımızdan dolayı Sen ’den utanıyoruz!”
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- da onlara şoyle cevap verdi:
“–Mısırlılar, şimdiye kadar bana hep ilk gordukleri gozlerle bakıyorlar ve «–Yirmi dirheme satılmış bir koleyi bu mertebeye yukselten AllĂ‚h ’ı tenzîh ederiz!» diyorlardı. Şimdi ise sizin sĂ‚yenizde şeref kazandım. Cunku benim, sizin kardeşiniz ve İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- gibi buyuk bir peygamberin torunu olduğumu anladılar.”
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- bu sozlerini fahretmek icin değil, kardeşlerinin gonlunu almak, onları rahatlatmak ve mahcûbiyetlerini hafifletmek icin soyluyordu. Bu hĂ‚l, O ’nun affedicilik ve kerem sıfatlarının enginliğini ortaya koymaktaydı.
HAZRET-İ YA ’KÛB ’UN GOZLERİNİN ACILMASI
Kardeşlerini boylesine engin bir merhametle affeden Hazret-i Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, babasının gozlerinin şifĂ‚ bulması icin ona gomleğini gonderirken kardeşlerine şoyle dedi:
“Benim şu gomleğimi goturun de babamın yuzune surun! O artık rahatlıkla gormeye başlar. Sonra da butun Ă‚ilenizi bana getirin!” (Yûsuf, 93)
“KĂ‚file (gomleği goturmek uzere Mısır ’dan) ayrılınca, babaları (yanındakilere: )
«–Eğer bana bunamış demezseniz, inanın ki şimdi Yûsuf ’un kokusunu alıyorum!» dedi.
(Onlar da):
«–VallĂ‚hi sen hĂ‚lĂ‚ eski şaşkınlığındasın!» dediler.” (Yûsuf, 94-95)
“(Fakat) mujdeci gelip de gomleği onun yuzune koyar koymaz derhal eskisi gibi gormeye başladı.
(O zaman Ya ’kûb):
«–Ben size, sizin bilemeyeceğiniz şeyleri AllĂ‚h tarafından (vahiy ile) muhakkak biliyorum, demedim mi?» dedi.” (Yûsuf, 96)
Gomleği getiren bu mujdeci Yehûda idi. Onun:
“–Kanlı gomleği babama ben goturmuş ve onu kedere boğmuştum. Şimdi de bu gomleği yine ben gotureyim de sevincine sebep olayım!” diyerek Mısır ’dan Kenan iline kadar buyuk bir heyecan icinde, başacık, yalınayak yuruduğu rivĂ‚yet edilir.
Bu gomlek, İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- ateşe atılacağı zaman CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- tarafından cennetten getirilmiş olan gomlekti.
HAZRET-İ MEVLÂNÂ'YA GORE HZ. YAKUB İLE HZ. YUSUF
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, yukarıdaki mevzû ile alĂ‚kalı olarak; şoyle buyurur:
“Ya ’kûb ’un, Yûsuf ’un yuzunde gorduğu fevkalĂ‚delik, kendine mahsûs idi. O nûru gormek Yûsuf ’un birĂ‚derlerine nasîb olmamıştı. Kardeşlerinin gonul Ă‚lemi Yûsuf ’u (hakîkî vechesiyle) gormekten ve anlamaktan uzak idi.”
“Ya ’kûb, kendi husûsiyetlerini Yûsuf ’ta gorunce gonlu O ’na kaymıştı.”
“Ya ’kûb ’da Yûsuf ’un bir cĂ‚zibesi vardı. Bundan dolayı Yûsuf ’un gomleğinin kokusu O ’na cok uzak bir yerden dahî ulaştı. Gomleği taşıyan kardeşi ise o kokuyu duymaktan mahrûm idi.”
“Cunku Yûsuf ’un gomleği, kardeşinin elinde bir emĂ‚net idi. Kardeşi, gomleği goturup Hazret-i Ya ’kûb ’a teslîm ile mukellefti. YĂ‚ni o gomlek, kardeşinin elinde, kole tuccarı elinde bulunan mûtenĂ‚ bir cĂ‚riye gibiydi. Kole tuccarının nefsi icin değildi. Satıcıdan başkasına Ă‚itti.”
“Cok Ă‚lim vardır ki, irfĂ‚ndan nasîbi yoktur. İlim hĂ‚fızı olmuştur da, AllĂ‚h ’ın habîbi olamamıştır.”
Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’ın gomleği ile Ya ’kûb -aleyhisselĂ‚m- ’ın gozlerinin acılması, eşyĂ‚ ile olan teberruk ve istiĂ‚neye bir misĂ‚l niteliğindedir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
Dipnot: [1] “Yemîn ederiz ki AllĂ‚h, Sen ’i hakîkaten bizden ustun kılmıştır.” (Yûsuf, 91)
İslam ve İhsan