Medyen, Akabe korfezinden Humus vĂ‚dîsine kadar uzanan bolgedir. Medyen adını, burada yaşayan bir kabîleden almıştır.
Medyenliler, sapıklık ve isyan yollarına duşmuşler, AllĂ‚h ’a ibĂ‚det ve itĂ‚ati terk etmişlerdi. Putlara ve heykellere tapıyorlardı. Medyen ’in kervan yolları uzerinde bulunması sebebiyle halk, ticĂ‚retle meşguldu. Ancak hîle yaygınlaşmış, bir sanat ve mĂ‚rifet hĂ‚line gelmişti. Halk, kendileri icin bir alışverişte bulunduğunda tartıyı fazla tutarlar, aldıklarını az gosterirler; başkalarına bir şey satarken ise, fazla ucret alıp eksik mal verir, hîle ile azı cok olarak gosterirlerdi. HattĂ‚ alış icin ayrı, satış icin ayrı terĂ‚zi kullanırlardı.

Yine bu azgın kavim, insanların yollarını keser, onların mallarından bir kısmına el koyarlardı. Ozellikle yabancı ve gariplerin mallarını ceşitli entrikalarla ellerinden alırlardı. Beşerî munĂ‚sebetleri, tamamen hîle, eziyet ve zulum uzerineydi. Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın verdiği bol nîmetlerin kıymetini bilip şukurlerini edĂ‚ etmezler, AllĂ‚h ’a isyan etmek ve putlara tapmak sûretiyle son derece nankorluk ederlerdi. Kısaca Medyenlilerin inancı putculuk; alışveriş esasları hîlekĂ‚rlık ve en gozde meslekleri de vurgunculuktu.

Butun ulvî esasların yıkıldığı Medyen ’de tam anlamıyla îtikĂ‚dî, siyĂ‚sî, iktisĂ‚dî ve ahlĂ‚kî bir cokuntu vardı.

MEDYEN HALKINA GONDERİLEN PEYGAMBER

Medyenliler, boyle sefîh bir hayat icinde gĂ‚filĂ‚ne yaşarken AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ onlara Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ı gonderdi. Hazret-i Şuayb, kendilerine guzel nasîhatlerde bulundu. AllĂ‚h ’ın emir ve nehiylerini anlattı. CenĂ‚b-ı Hakk ’a şirk koşmamalarını ve yalnız O ’na ibĂ‚det etmelerini; alışverişte, olcu ve tartıda haksızlık yapmamalarını; Ă‚hiret gunune îmĂ‚n etmelerini ve yeryuzunde bozgunculuk cıkarmamalarını soyledi. Yuce AllĂ‚h ’ın azĂ‚bının cetin, nîmetinin sayısız olduğunu bildirdi.

Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

“Medyen ’e de kardeşleri Şuayb ’ı gonderdik. Dedi ki:

«Ey kavmim! AllĂ‚h ’a kulluk edin! Sizin icin O ’ndan başka ilĂ‚h yoktur. Olcuyu ve tartıyı eksik yapmayın. ZîrĂ‚ ben sizi hayır (refĂ‚h ve bolluk) icinde goruyorum. Ve ben, gercekten sizin icin kuşatıcı bir gunun azĂ‚bından korkuyorum.»” (Hûd, 84)

“…Dedi ki:

«Ey kavmim! AllĂ‚h ’a kulluk edin, sizin O ’ndan başka ilĂ‚hınız yoktur. Size Rabbinizden acık bir mûcize gelmiştir; artık olcuyu, tartıyı tam yapın! İnsanların eşyĂ‚larını eksik vermeyin! IslĂ‚hından sonra yeryuzunde bozgunculuk yapmayın! Eğer inananlar iseniz, bunlar sizin icin daha hayırlıdır.»” (el-A ’rĂ‚f, 85)

“…Ey kavmim! AllĂ‚h ’a kulluk edin ve Ă‚hiret gununu bekleyin!..” (el-Ankebût, 36)

Hazret-i Şuayb -aleyhisselĂ‚m- bu şekilde Medyen halkına hakîkatleri tebliğ ediyordu. Onları kıyĂ‚met gununu ve ilĂ‚hî hesĂ‚bı tasdîk etmeye dĂ‚vet ediyor ve orada fayda verecek ameller işlemeye teşvik ediyordu.

HİLE İLE İŞ YAPMAKTAN GERİ DURMADILAR

Hazret-i Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, bilhassa alışveriş ve olcup tartmada yapılan hîleler husûsunda halkını dĂ‚imĂ‚ îkĂ‚z etmekteydi. Ayrıca eğer bu davranışlarından vazgecip tevbe etmezlerse, kendilerine verilen butun nîmetlerin geri alınacağına dĂ‚ir ihtarda bulunuyordu. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, bu kavme pekcok mal ve nîmet ihsĂ‚n etmişti. Onlar ise tevbe edip şukredecekleri yerde hîle yapıp haddi aşmaya devĂ‚m ediyorlardı.

Şuayb -aleyhisselĂ‚m- nasîhatlerine devamla şoyle dedi:

“Ve ey kavmim! Olcuyu ve tartıyı adĂ‚letle yapın; insanlara malları husûsunda haksızlık etmeyin; yeryuzunde fesatcılık cıkararak fenĂ‚lık yapmayın!” (Hûd, 85)

Bundan sonra Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, ticĂ‚retin esaslarını belirledi. Bu, olcu ve tartıyı tam tutmak ve normal kĂ‚ra rĂ‚zı olmaktı. Normal kĂ‚rda, iş ve ticĂ‚ret emniyeti, AllĂ‚h katında da kul hakkına riĂ‚yetin yuz aklığı vardı. Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, oğutlerine devĂ‚m etti:

“Eğer mu ’min iseniz, AllĂ‚h ’ın (helĂ‚linden) bıraktığı (kĂ‚r) sizin icin daha hayırlıdır. Bununla birlikte ben uzerinize bir bekci de değilim.” (Hûd, 86)

“YĂ‚ni yaptığınız kotu işlerden dolayı size cezĂ‚ veremem ve sĂ‚hip bulunduğunuz nîmetlerin, nankorluğunuz sebebiyle elinizden cıkmasına da mĂ‚nî olamam! Ben ancak bana bildirileni tebliğ ederim!”

ŞUAYB PEYGAMBER ’İN KAVMİNE YAPTIĞI 5 DAVET

Âyet-i kerîmelerde Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, kavmini şu beş husûsa dĂ‚vet etmekteydi:

1-) Tevhîd ve yalnızca AllĂ‚h ’a ibĂ‚det.

2-) Kendisinin peygamberliğini tasdîk.

3-) TerĂ‚ziyi tam tutmak, doğru olcmek; hîle yapmamak.

4-) İnsanların butun haklarına riĂ‚yet. Gasb, hırsızlık, ruşvet, yol kesme vb. acık ve gizli butun kotu fiilleri terk etmek.

5-) Din ve dunyĂ‚ işlerinde fesat cıkarmamak.

Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ın dĂ‚vet ettiği bu beş esas, hulĂ‚sa olarak «HĂ‚lık ’a tĂ‚zîm, mahlûkĂ‚ta şefkat ve merhamet» şeklinde de ifĂ‚de edilebilir. ZîrĂ‚ bu olcu, tevhîd ve peygamberleri tasdîk ile butun kul hakları ve yeryuzunde fesat cıkarmamak gibi hususları da icine almaktadır.

Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ın dĂ‚veti hayli etkili oldu. Cevrede buyuk tesir uyandırdı. İnsanlar gruplar hĂ‚linde ziyĂ‚retine geliyor, kendisine îmĂ‚n ediyor ve bildirdiklerini yerine getiriyorlardı. AllĂ‚h ’a ibĂ‚det ederek, ticĂ‚rette doğruluktan ayrılmıyorlardı. Ancak inanmayanlar da coktu.

İnanmayanlar, bu hĂ‚le ofkeleniyor, normal kĂ‚rı az goruyorlardı. Birbirlerini: «Normal kĂ‚rla kimse zengin olamaz!» diyerek haksızlığa ve bĂ‚tıla teşvîk ediyorlardı.

Azgın kavim, peygamberlerine:

“Dediler ki:

«Ey Şuayb! Babalarımızın taptıkları (putları), yĂ‚hut mallarımız husûsunda dilediğimizi yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor? Oysa sen yumuşak huylu ve cok akıllısın!»” (Hûd, 87)

Burada “namaz”dan maksad, dindir. Cunku namaz, dînin en şumûllu ve en buyuk ibĂ‚deti olarak Ă‚deta dîni temsîl eder. Bu bakımdan namaz son derece muhim bir ibĂ‚dettir.

“SİZİ BİR ŞEYDEN MEN EDİYORSAM, İLK TERKEDEN KİŞİ BENİM”

(Şuayb) dedi ki:

«Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apacık bir delîlim varsa ve O, bana tarafından guzel bir rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sĂ‚dece gucumun yettiği kadar ıslĂ‚h etmek istiyorum. Fakat muvaffakıyyetim ancak AllĂ‚h ’ın yardımı iledir. Yalnız O ’na dayandım ve yalnız O ’na yonelirim.»” (Hûd, 88)

Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, bu Ă‚yet-i kerîmedeki:

Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı davranmak istemiyorum.” ifĂ‚desiyle: “Size ancak yaptığım şeyleri emrediyorum. Eğer sizi bir şeyden men ediyorsam, onu ilk terk eden kişi ben olurum.” demiş olmaktadır.

Tebliğde bu hassĂ‚siyete sĂ‚hip olmak, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın medhettiği muhim bir haslettir. Aksi şekilde davranmak ise şiddetle yasaklanmış ve zemmedilmiştir. Nitekim son zamanlarında İsrĂ‚îloğulları ulemĂ‚sı bu kotu huya yakalanmışlardı. Bu sebeple AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ onlara hitĂ‚ben:

“KitĂ‚bı (TevrĂ‚t ’ı) okuduğunuz hĂ‚lde, kendinizi unutup insanlara iyiliği mi emrediyorsunuz? (Yaptığınız işin kotuluğunu) duşunmuyor musunuz?” (el-Bakara, 44) buyurmuştur.

“BEN EMREDERDİM, KENDİM YAPMAZDIM.”

RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de, bu hususta şoyle buyurmaktadır:

“KıyĂ‚met gunu bir adam getirilir ve cehenneme atılır. (Ateşin harĂ‚retiyle) karın bolgesinde bulunan butun muhteviyĂ‚t (bağırsaklar, bobrekler vs.) dışarı cıkar. Bu adam eşeğin değirmen etrafında donduğu gibi donmeye başlar. Cehennem ehli toplanarak:

«–Ey falan, sana ne oluyor? Sen bize iyilikleri emredip kotuluklerden sakındırmaz mıydın?» derler.

Adam şoyle cevap verir:

«–Evet, ben size iyiliği emrederdim, fakat kendim yapmazdım. Sizi kotuluklerden sakındırırdım, ancak onları kendim yapardım.»” (Muslim, Zuhd, 51/2989)

Şuayb -aleyhisselĂ‚m- bu olculer ışığında bıkmadan usanmadan tebliğine devĂ‚m ediyordu. Fakat azgın kavim, Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ın bu tavsiye ve nasîhatlerini dinlemediler. Gittikce azgınlıklarını daha da artırdılar. Hazret-i Şuayb ’a, guclu bir kabîleye mensûb olduğu icin herhangi bir kotuluk yapamasalar da, O ’na îmĂ‚n edenleri tehdîd etmekten geri kalmıyorlardı. Hazret-i Şuayb bu hususta da onları îkĂ‚z etti:

“Tehdîd ederek, inananları AllĂ‚h yolundan alıkoyarak ve o yolu eğip bukmek isteyerek oyle her yolun başında oturmayın! Duşunun ki siz sayıca az idiniz de O sizi coğalttı. Bakın ki, bozguncuların sonu nasıl olmuştur!” (el-A ’rĂ‚f, 86)

BUTUN SIKINTILARA RAĞMEN PES ETMEDİ

Şuayb -aleyhisselĂ‚m-, butun sıkıntılara rağmen, kavmini hidĂ‚yete dĂ‚vet etmekteydi. İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- ’a indirilen Hanîf dîninin hukumlerine gore amel ediyordu. Peygamberliği Şam ’a kadar yayılmıştı. AllĂ‚h aşkı ile yanan gonuller, O ’nu gormek icin Medyen ’e doğru sefer ediyorlardı. Medyen ahĂ‚lîsi de yollarda durup, Şuayb -aleyhisselĂ‚m- ’ın ziyĂ‚retiyle şereflenmek isteyen mu ’minlere mĂ‚nî olmaya calışıyorlardı. Bu ise şeytana tĂ‚bî olmanın acık bir tezĂ‚huruydu. Cunku şeytan, dergĂ‚h-ı ilĂ‚hîden kovulunca CenĂ‚b-ı Hakk ’a:

“«And olsun ki ben, onları (kullarını) saptırmak icin Sen ’in doğru yolunun ustune oturacağım. Sonra elbette onlara onlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve Sen, onların pek coğunu şukredenlerden bulmayacaksın!» dedi.” (el-A ’rĂ‚f, 16-17)

Nitekim Hazret-i Şuayb -aleyhisselĂ‚m- kavmini;

1-) Yollar uzerinde oturup insanları tehdîd ederek onlara eziyette bulunmaktan,

2-) İnsanların AllĂ‚h ’a îmĂ‚n etmelerine mĂ‚nî olmaktan,

3-) Mu ’minleri ve yeni îmĂ‚n edecek olanları ceşitli şuphelere ve tereddutlere sevk edip dalĂ‚let yoluna saptırmaktan men etmeye calışıyordu.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan