
Ebû Hanife Hazretlerinin İmÂm-ı Âzam (en buyuk imam) unvanıyla anılması, onun fıkıhtaki derinliği, keskin zekası, ikna kabiliyeti yanında yuce bir karakter ve onur sahibi olduğunu da gostermektedir.İmÂm-ı Âzam, fıkıhtaki derinliği, keskin zekası ve ikna kabiliyetinin yanında yuce bir karakter ve onur sahibi olarak on plana cıkar. Pek cok kişi devlette makam kapmak icin yarışırken İmÂm-ı Âzam yanlış tasarruflara alet edilirim korkusuyla halife Ebû Cafer Mansur tarafından kendisine teklif edilen baş kadılığı kabul etmemiş, bu yuzden hapsedilmiş ve işkencelere maruz kalmıştır.
İMAM-I AZAM ’IN CEVABI Kadılığı kibarca nasıl reddettiğini kendi ağzından dinleyelim:
– Halife beni kadılık icin davet etti. Ben de ona bu işe lÂyık olmadığımı bildirdim. Dedim ki; delil davacıya yemin ise davalıya duşer. Fakat bunu bilmek kadı olmak icin yeterli değildir. Kadı olacak kimse senin aleyhine, oğlunun aleyhine ve kumandanlarının aleyhine de hukum verebilecek cesarette biri olmalıdır. Bende ise bu cesaret yok. Gonlum kadılık teklifine razı değil.
Başka bir rivayete gore İmÂm-ı Âzam, Ebû Cafer ’e:
– Ben bu hususta kendime guvenemiyorum. Eğer beni Fırat ’ta boğulmakla bu teklifi kabul etmek arasında muhayyer bıraksan ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında ikram bekleyen bir suru kimse var. Ben kadılığa lÂyık değilim, deyince Ebû Cafer ’in canı sıkıldı ve:
– Yalan soyluyorsun. Sen bu işe lÂyıksın dedi. Ebû Hanife de hemen cevabı verdi:
– İşte hukmunu kendin verdin, yalan soylediğini iddia ettiğin birine nasıl kadılık verirsin?
İmÂm-ı Âzam halifenin gonderdiği hediyeleri kabul etmemiş, geri gondermişti. Bunun uzerine Ebû Cafer:
– Sen benim hediyelerimi neden kabul etmiyorsun? dedi.
O da cevaben:
– Mu ’minlerin emiri bana sırf kendi malından bir şey gondermedi ki: Eğer kendi malından bir şey gonderseydin onu kabul ederdim: Sizin gonderdikleriniz ise Muslumanların malından, hazinedendir. Benim ise hazinede ozel hic bir hakkım yoktur. Zira ben cepheye gidip savaşanlardan değilim. Mucahitler gibi beytu ’l-malden hisse alayım. Mucahitlerin cocuklarından da değilim, yetim yavrular gibi hisse alayım. Ayrıca fakir değilim, yoksullar gibi pay alayım.
İMAM-I AZAM ’IN KADILIĞI KABUL ETMEMESİNİN SEBEBİ İmÂm-ı Âzam ’ın kadılığı kabul etmemekte direnmesinin sebebi başta soylediğimiz gibi; guvenmediği otoritenin kendisini yanlış uygulamalara alet edeceği endişesiydi. Ebû Cafer Mansur, Omer bin Abdul Aziz gibi adil bir halife olsaydı Ebû Hanife elbette kadılık teklifini reddetmezdi.
AHLAK ABİDESİ İmÂm-ı Âzam tam bir ahlÂk Âbidesiydi. Kendini asla on plana cıkarmak istemezdi. Zaman zaman muhalifleriyle munazaraya tutuşurdu. Fakat yakınlarını ve talebelerini munakaşalardan menederdi. Oğlu Hammad ’ı kelami konularda munakaşa yaparken gordu ve onu munakaşadan menetti. Kendisine:
– Seni munakaşa yaparken goruyoruz. Peki bizi neden menediyorsun dediklerinde şu cevabı verdi.
– Biz munazara yaparken karşımızdaki arkadaşın yanılmasından, kaybetmesinden korkarak sanki başımızın ustunde kuş varmış gibi hassasiyet gosteririz. Siz ise munakaşayı arkadaşınızın yenilmesi esasına gore yapıyorsunuz.
İMAM-I AZAM ’IN TİCARET AHLAKI İmÂm-ı Âzam varlıklı bir ailenin cocuğuydu. Babası ticaretle uğraşıyordu. Kumaş ticareti kÂrlı bir işti. O da babasının mesleğini surdurdu. Tabiinin onde gelenlerinden Şa ’bî ’nin tavsiyesi uzerine ilim meclislerine devam etmeye başladı. Doneminde yaygın olan butun ilimlerle ilgilenmiş, hayatın her alanını ilgilendirdiği icin fıkıh ilmini on plana almış ve bu sahada mutehassıs olmuş. Carşı Pazarı da iyi bildiği icin ticareti hukumlerde objektiflik kazanmıştır. Ticaretle busbutun ilişkisini kesmemiş, ticareti genellikle ortakları vasıtasıyla yurutmuştur.
Onun ticari ahlÂkına dair bir kac anekdot aktaralım: Bir kadın, satmak uzere kendisine ipek kumaş getirdi. Ebû Hanife kumaşın fiyatını sordu. Kadın da yuz dirhem dedi. Ebû Hanife: bunun değeri yuzden fazladır, deyince; kadın yuz dirhem daha artırdı. Ebû Hanife: Daha fazla eder deyince kadın dort yuz dirheme kadar cıktı. Ebû Hanife: “daha fazla yapar” deyince kadın: Benimle eğleniyor musun? deyince İmÂm-ı Âzam: Ne munasebet, bir adam getirin de fiyatı takdir ettirelim, dedi. Kadın, bir bilirkişi getirdi ve fiyatı takdir etti ve Ebû Hanife ipek kumaşı beş yuz dirheme satın aldı. Genellikle fakir muşterilerden hic kÂr almaz, bazen de karşılıksız verirdi. Muşteriyi aldatma esasına dayalı gunumuz ticareti ve İmÂm-ı Âzam ’ın muşteriyi kayırma esasına dayanan ticareti. Boyle davranışlar gunumuz insanına masal veya utopya gibi geliyor.
İMAMI AZAM ’IN İNFAKI Ebû Hanife senelik kazancını hesaplar ilimle uğraşan ustad ve talebelerinin ihtiyaclarını karşılar, artan parayı da onlara dağıtırdı ve: “Bunları ihtiyacınız olan yerlere sarf edin ve Mevla ’ya hamdedin; size verdiğim bu mallar esasında benim değildir. Sizin nasibiniz olarak Allah ’ın fazl ve kereminden benim vasıtamla size gonderdiği mallardır.” Bu tavır, ihtiyac sahiplerini mahcup etmemek icin gosterilen ne guzel bir tavırdır.
FETVA KESİN BİR HAKİKAT MIDIR? Ebû Hanife hayatının 52 senesini Emevîler, 18 senesini de Abbasiler devrinde gecirdi. Her iki donemin de eksiklerini ve artılarını gordu. Şahsen yanlışlara alet olmadı, bunun icin hapsi ve işkenceyi goze aldı. Fakat kılıca sarılarak fiilen isyana katılmadı. Bu, korkudan değil, boyle bir kalkışmanın başarıyla sonuclanmayacağına inanmadığından, boşuna kan dokulmesine yol acacağından dolayıdır. Zeyd b. Zeynel Abidin ’in hicri 121 yılında Hişam b. Abdul Melike karşı ayaklanmasını haklı gormuş ve neticeyi başarılı gormediği icin fiilen ayaklanmaya katılmamıştı. Nitekim bu ayaklanma başarılı olmadı ve İmam Zeyd bin Zeynel Abidin hicri 122 ’de şehit edildi. Sonucu kesinlikle yenilgi olacak bir savaşa katılmak akıl kÂrı değildir. Ebû Hanife daima hakkın ortaya cıkması icin calışmış, taassuptan uzak olarak her şeyin objektif şekilde tartışılmasını istemiştir. Kendisine:
– Bu verdiğin fetva kesin bir hakikat mıdır? dediklerinde:
– Vallahi bilmem. Belki de kesin bir batıl olabilir, demiştir. Soylediklerini not eden Ebû Yusuf ’a:
– Ne yapıyorsun oyle! Benden her duyduğunu yazma. Cunku ben bugun bir goruşte, yarın başka bir goruşte olabilirim, demişti. Hakkı aramada son derce ihlas sahibi olduğundan kendisine sahih ve sağlam bir hadis veya sahabe kavli soylendiğinde hemen onu kabul eder, kendi goruşunden donerdi. Talebeleriyle arkadaş gibi munakaşa eder, kimseyi kendi fikrini kabule zorlamazdı. Talebelerinin itirazlarını olgunlukla karşılardı.
İMAMI AZAM ’IN MEZİYETLERİ Mezhebi İslam Âleminde en yaygın olan İmÂm-ı Âzam Ebû Hanife ilmi, ahlÂkı, dik duruşu, tevazuu, ihsanı, hoşgorusu vs. ustun meziyetleriyle bizler icin ideal bir ornektir. Hanefi mezhebine mensup olduğunu soyleyenler İmÂm-ı Âzam ’a sadece ibadetlerdeki “caizdir-caiz değildir” fetvaları yanında yukarıda belirttiğimiz ustun meziyetlerini de goz onune alarak butunuyle uymaya calışmalıdırlar. Asıl mensubiyet boyle olur.
İmÂm-ı Âzam tavrı ozellikle gunumuz alimlerinin ve hakimlerinin takınacağı tavır olmalıdır. Makam-mevki şohret ve servet hırsıyla yanıp tutuşanlar haksız icraatlara alet oldukları takdirde cehennem ateşiyle yanıp tutuşacaklarını unutmasınlar. Hakkın hatırı, ilmin vakar ve izzeti butun izzetlerden ustundur. Ebû Hanife Hakkın hatırını, ilmin izzet ve vakarını ustun tutmasaydı “İmÂm-ı Âzam” olamaz, asırlarca rahmetle ve şerefle anılmayı hak edemezdi. Umer ’nın hata ve zulum yapmaması oncelikle ulema ’nın hasbî ve hakşinas olmalarına bağlıdır. Satırlarımızı Rasulullah efendimizin şu hadis-i şerifiyle noktalayalım:
“Cihadın en faziletlisi, zalim yonetici karşısında hakkı soylemektir.” (Keşfu ’l-hafa, hadis no: 4577)
Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, Sayı: 380
İslam ve İhsan