Peygamber Efendimiz muhtelif hadis-i şeriflerinde soyleyeceğimiz sozlere dikkat etmemizi ikaz buyuruyor. Bu yazımızda Hz. Ya ’kub ve Hz. Yusuf –aleyhisselam-‘ın soyledikleri sozler sebebiyle nasıl imtihan olduklarını anlatıyoruz. İbret almamız temennisiyle…
“Babaları: «Onu goturmeniz beni hakîkaten uzer ve siz farkında olmadan, onu bir kurdun yemesinden korkarım.» dedi.” (Yûsuf, 13)

RivĂ‚yet olunur ki Hazret-i Ya ’kûb -aleyhisselĂ‚m-, bir ruyĂ‚ gormuştu. Kendisi bir dağın başında, oğlu Yûsuf da sahrĂ‚da idi. Birden on kurt peydĂ‚ olup Yûsuf ’a hucûm ettiler. Yûsuf aralarında kayboldu. Ya ’kûb -aleyhisselĂ‚m- bu sebeple oğullarına Yûsuf icin «O ’nu kurt yemesinden korkarım!» diyerek tedirginliğini ifĂ‚de etmişti. Fakat boylece farkında olmadan, kardeşlerinin Yûsuf ’a yapacağı hîle husûsunda onlara -Ă‚deta- bir usûl telkîn etmiş oldu.

BAŞA BELA GETİREN SEBEP

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“BelĂ‚ ağızdan cıkan soze bağlıdır!” (Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 110)

“Nefsim bana oyle şeyler soyluyor ki, onları soylerim de, soylediklerimle muptelĂ‚ kılınırım korkusuyla soylemiyorum...” (Bursevî, Ruhu ’l-BeyĂ‚n, IV, 222)

İnsan hasmına, aleyhine olacak hususlarda ipucu vermemelidir.

Yûsuf ’un kardeşleri o Ă‚na kadar boyle bir plĂ‚n kurmamışlardı. Babalarının verdiği ipucu uzerine yine gizlice bir plĂ‚n yaptılar.

DİLİN MUSİBETİ AYAĞIN MUSİBETİNDEN BUYUK OLABİLİR!

Dili kesilerek oldurulen İbnu ’s-Sikkît şoyle demiştir:

“İnsanın, dilinin surcmesiyle uğrayacağı musîbet, ayağının surcmesi ile uğrayacağı musîbetten cok daha buyuk olabilir! ZîrĂ‚ insanın ayağının surcmesinden hĂ‚sıl olan yara zamanla iyileşir. HĂ‚lbuki ağızdan cıkan soz, insanın başını bile goturebilir.”

Ya ’kûb -aleyhisselĂ‚m- gorduğu ruyĂ‚ya rağmen acz icinde kalarak Yûsuf ’u birĂ‚derlerine teslîm etti. Şu ifĂ‚de bu hĂ‚li ne guzel anlatır:
“KazĂ‚ ve takdîr gelince, basîret gormez olur!”

ASLA YAPMAM DEME!

“Şu yanlışı asla yapmam!” diyen bir kul, şeytana acık bir kapı bırakmış olur ki, şeytan her işini bırakarak ona MûsĂ‚llat olur ve yapmam dediği şeyi kendisine yaptırıncaya kadar onun peşini bırakmaz. (Suyûtî, el-CĂ‚miu ’s-Sağîr, I, 110)

Bu bakımdan asla buyuk konuşmamak ve dĂ‚imĂ‚ Hakk ’a sığınmak lĂ‚zımdır.

Yûsuf ’un birĂ‚derleri, babalarına ve kardeşlerine hurmette kusûr eden kimselerdi. Dolayısıyla, kurdukları hîleyi gercekleştirebilmek icin babalarının îkaz ve ihtĂ‚rını geciştiriverdiler:

“Onlar! «VallĂ‚hi biz boylesine guclu bir grup iken onu kurt kapar da yerse, o zaman biz husrĂ‚na uğrayanlardan oluruz (yazıklar olsun bize!)» dediler.” (Yûsuf, 14)

KARDEŞLERİNİN İHÂNETİ

“Derken kardeşleri onu alıp goturunce ve kuyunun dibine bırakma konusunda goruş birliğine vardıklarında, Biz de Yûsuf ’a şoyle vahyettik: «Zamanı gelecek, onların hic hatırlarına gelmediği bir sırada, yaptıkları bu işi kendilerine hatırlatacaksın.»” (Yûsuf, 15)

Âyette gecen «Biz de Yûsuf ’a şoyle vahyettik» ifĂ‚desinden hareketle mufessirlerin bir coğu, Hazret-i Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’a, daha o zaman peygamberlik verildiğini beyĂ‚n ederler.[1]

Ya ’kûb -aleyhisselĂ‚m-, oğullarının kardeşleri Yûsuf ’u sahrĂ‚ya goturmek uzere ısrar etmeleri ve Yûsuf ’un da buna istekli olması uzerine kazĂ‚ya rızĂ‚ gostererek izin verdi. Kardeşleri, babalarının musterih olması icin gozden kayboluncaya kadar Yûsuf ’u omuzlarında goturduler. Babalarının gozunden kaybolduklarında ise, verdikleri sozu terk ettiler. Yûsuf ’u yere attılar ve dediler ki:

“–Ey yalancı ruyĂ‚ sĂ‚hibi! Hani nerede sana secde ettiğini gorduğun yıldızlar? Haydi gelip de seni bizim elimizden kurtarsınlar!”

Ardından da Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’ı dovmeye ve eziyet etmeye başladılar. Yûsuf hangi kardeşine ilticĂ‚ etse, daha fazla eziyet goruyor, azarlanıyor ve dovuluyordu. Bu durum karşısında cĂ‚resiz ağlamaya başladı ve:

“–Ey babacığım! Sana verdikleri sozu ve senin onlara verdiğin nasihati ne cabuk unuttular! Yaptıklarını bir gorsen; oğluna edilen eziyetler bir kole evlĂ‚dına dahî revĂ‚ gorulmez!” dedi.

HAZRET-İ YÛSUF ’UN KUYUYA ATILMASI

RivĂ‚yete gore Robil, Yûsuf ’u kaldırıp yere carptı. Sonra da goğsune hızlıca oturarak O ’nu oldurmeye teşebbus etti. Kardeşi Levi de boynunu kırmak istedi. Yûsuf, kardeşlerinin en merhametlisi olan Yehûda ’ya yalvardı:

“–Ey Yehûda! AllĂ‚h ’tan kork da beni oldurmek isteyenlere mĂ‚nî ol!” dedi. Yehûda merhamete gelip:

“–O ’nu oldurmeyiniz! Bu hususta bana soz vermemiş miydiniz?” dedi.

Onlar da:

“–Evet!” dediler.

Bunun uzerine Yehûda:

“–Oldurmekten daha hayırlısını size soyleyeyim mi? Onu kuyuya atın!” dedi.

Diğerleri de Yehûda ’nın teklifine «Pek iyi!» deyince, el birliği edip O ’nu kuyuya atmak uzere sozleştiler.

Bu kuyu, Urdun civĂ‚rında olup, Âd kavminin zĂ‚lim hukumdarlarından ŞeddĂ‚d, onu Urdun ’un îmĂ‚rı sırasında kazdırmıştı. Kuyunun ağzı dar, dibi genişti.

NihĂ‚yet kuyunun başına geldiler. Yûsuf, kardeşlerinin elbiselerine yapışıp ağlıyor, fakat itilip kakılıyordu. Yûsuf ’u kuyunun yarısına kadar sarkıttılar. Bir de hicbir yere tutunamasın diye ellerini bağladılar, gomleğini soydular. Babalarını iknĂ‚ etmek icin de bir koyun kesip kanını gomleğe bulaştırmaya karar verdiler.

Gomleğini soyan kardeşlerine Yûsuf:

“–Ey kardeşlerim! Gomleğimi verin; olursem bana kefen olur, sağ kalırsam libĂ‚sım olur!” dediyse de onu geri vermediler.

OLMEDİĞİ İCİN TAŞLAMAK İSTEDİLER

NihĂ‚yet Yûsuf ’u kuyunun yarısına kadar sarkıttıktan sonra, duşup olsun diye ipi kestiler. Kuyuda su vardı. Yûsuf, kuyunun kenarındaki bir taşın uzerine cıktı. Ayağa kalkarak belki kardeşlerim merhamete gelip beni buradan cıkarırlar umîdiyle nidĂ‚ etti. Ancak kardeşleri, “Olmemiş!” diye taş atmak istediler. Yine Yehûda mĂ‚nî oldu.

Bu esnĂ‚da AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚, Cibrîl ’e nidĂ‚ etti:

"Kuluma yetiş!"

CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m-, derhal emri yerine getirerek Yûsuf ’u tutup kuyuda bir taşın uzerine oturttu. O ’na cennet yemeğinden yedirip icirdi. Ardından İbrĂ‚hîm -aleyhisselĂ‚m- ’ın gomleğini giydirdi.

Hasan-ı Basrî der ki:

“Yûsuf kuyuya atıldığında oniki yaşında idi. Babası Ya ’kûb O ’na kırk sene sonra kavuştu.”

Kuyu, cok korkunctu. İcinde yılanlar, akrepler ve sĂ‚ir haşerĂ‚t vardı. Hepsine de yerlerinden dışarı cıkmamaları emredildi.

Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, kuyuya atılınca AllĂ‚h ’a şoyle ilticĂ‚ etti:

“–Ey gĂ‚ib olmayan şĂ‚hid! Ey uzak olmayan yakın! Ey mağlûb olmayan gĂ‚lib! İcinde bulunduğum sıkıntıdan beni ferahlığa cıkar! Bana bir kurtuluş kapısı ac!”

RivĂ‚yete gore Hazret-i Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- kuyuda uc gun kaldı. Bir saat kaldığı rivĂ‚yeti de vardır.

CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- da kuyuda Yûsuf ’a şu duĂ‚yı oğretmişti:

“Ey her turlu sıkıntıyı kaldıran! Ey her duĂ‚ya icĂ‚bet eden! Ey her turlu kırıkları saran! Ey her turlu zorluğu kolaylaştıran! Ey her kimsesizin sĂ‚hibi ve her yalnızın mûnisi olan AllĂ‚h ’ım! Ey kendinden başka ilĂ‚h olmayan Rabbim! Sen ’i tenzîh ederim! İcinde bulunduğum şu sıkıntıdan bir ferahlık, bu belĂ‚dan bir kurtuluş kapısı acmanı Sen ’den dilerim! İlĂ‚hî, muhabbetini kalbime oyle bir yerleştir ki, ondan sonra hicbir tasam kalmasın, orada Sen ’den gayrısının zikri bulunmasın. Ey Rabbim beni muhĂ‚faza et! YĂ‚ Erhame ’r-RĂ‚himîn!”

Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- kuyuya atılınca AllĂ‚h ’ı zikretmeye başladı. Melekler O ’nun sesini işitince, AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ ’dan bu guzel sesi dinlemek uzere izin istediler. AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- da meleklere:

“–Siz daha once;

«…(YĂ‚ Rabbî!) Biz seni hamdinle tesbîh edip dururken, bir de yeryuzunde kan dokerek fesat cıkaracak kimseleri mi yaratacaksın?» (el-Bakara, 30) dememiş miydiniz.” buyurdu. Meleklerin daha once soylediklerini hatırlattıktan sonra onlara izin verdi.





[1] AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ YahyĂ‚ ve ÎsĂ‚ -aleyhimesselĂ‚m- ’a vahyi bulûğ cağlarından itibĂ‚ren gondermiştir. Bunun gibi bazı kullarını onceden hazırlayıp dilediği vakit kendilerine nubuvvet kapılarını acmıştır. AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû- bazı kullarına da, daha kucuk yaşlarındayken velĂ‚yet kapısını acar. Velîlerden Sehl bin AbdullĂ‚h et-Tusterî bunlardandır. Bu da gosteriyor ki velĂ‚yet ve nubuvvet icin bulûğ cağına veya kırk yaşına gelme şartı yoktur. Ancak enbiyĂ‚nın ekserîsine sunnetullĂ‚h îcĂ‚bı kemĂ‚l devresi olan kırk yaşından sonra nubuvvet verilmiştir. Boylece tebliğ vazifesi umûmiyetle kırk yaşından sonra başlamıştır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan