
Hazret-i Yûsuf -aleyhisselÂm-, aynı zindanı paylaştığı iki gence tevhîd akîdesini tebliğ etmek istedi. Onların ruyÂlarını tÂbir etmeden evvel, kendisinin hak din uzere bulunduğunu, sÂhip olduğu ilmin CenÂb-ı Hak tarafından bahşedildiğini ve Mısırlıların yanlış yolda olduklarını bildirdi. Onları tevhîde hazırlayarak hak dîni kendilerine tebliğ etti.
Hazret-i Yûsuf -aleyhisselÂm-, kendisine ruyÂlarının tÂbirini soran iki zindan arkadaşını tevhîd inancına dÂvet ettikten sonra onlara dedi ki:
“Ey hapis arkadaşlarım, gelelim ruyÂlarınızın tÂbirine: İlk soran, efendisine yine şarap sunacak, oburu ise asılacak, kuşlar da başını gagalayacak. İşte tÂbirini istediğiniz iş boylece hÂlledilmiştir.” (Yûsuf, 41)
“Onlardan kurtulacağını zannettiği arkadaşına: «–Efendine benden bahset, (sucsuz olduğumu hatırlat).» dedi. Fakat şeytan ona, bunu efendisine soylemeyi unutturdu. Boylece Yûsuf bir kac yıl daha zindanda kaldı.” (Yûsuf, 42)
Netîce, aynen Yûsuf -aleyhisselÂm- ’ın tÂbir ettiği gibi oldu. Şerbetci, zindandan kurtulup eski vazîfesine dondu. Aşcı ise îdÂm edildi.
Bazı mufessirlere gore, Yûsuf -aleyhisselÂm- ’ın Rabbinden başka birinden yardım istemesi, gayretullÂha dokundu. Bu hÂl, peygamberler icin “zelle” olmaktadır. Bu zellesinden oturu Hazret-i Yûsuf, beş yıllık hapislikten sonra yedi yıl daha zindanda kaldı. Boylece hapis suresi oniki yıla cıkmış oldu.
“EY YUSUF! SENİ O KADAR COK SEVİYORUM Kİ…”
RivÂyete gore zindandan cıkanlar sık sık gelir Yûsuf -aleyhisselÂm- ’ı ziyÂret eder, onunla oturup uzun uzun sohbet ederlerdi. Birgun zindancıbaşı Yûsuf -aleyhisselÂm- ile sohbet ederken şoyle dedi:
“-Ey Yûsuf! Seni o kadar cok seviyorum ki, hicbir şeyi senin kadar sevmiyorum.”
Yûsuf -aleyhisselÂm- şoyle dedi:
“-Bana olan sevginden AllÂh ’a sığınırım!”
Zindancıbaşı:
“-Nicin?” diye sorunca Hazret-i Yûsuf -aleyhisselÂm-:
“-Babam beni cok sevdi, kardeşlerim kuyuya attılar; Zuleyh sevdi, zindana attılar, şimdi bir de sen seversen kim bilir nereye atarlar!?” dedi.
“BENİ EFENDİNİN YANINDA AN!”
MÂlik bin Dinar ’dan rivÂyet edilir ki:
Yûsuf -aleyhisselÂm- şarabdÂra:
“–Beni efendinin yanında an!” deyince AllÂh TeÂl şoyle buyurdu:
“–Ey Yûsuf! Benden gayri vekîl edindin. Ben de senin hapsini uzatacağım!”
Bunun uzerine Yûsuf -aleyhisselÂm- ağlamaya başladı ve dedi ki:
“–Ey Rabbim! Huzun ve belÂların cokluğundan kalbime kasvet gelmiş; artık bundan sonra benden boyle bir kelime sudûr etmez!”
Hasan-ı Basrî Hazretleri, bu rivÂyeti her okudukca ağlar ve şoyle derdi:
“Başımıza bir iş gelince insanlara koşuyoruz. Bu hÂlimizle Âkıbetimiz ne olacak?!”
Nebî -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyurmuşlardır:
“AllÂh, kardeşim Yûsuf ’a rahmet etsin! O şarabdÂra: «Beni efendinin yanında an!» demeseydi, zindanda beş seneden sonra yedi sene daha kalmayacaktı.” (Bursevî, Rûhu ’l-BeyÂn, IV, 264)
SIKINTI VE BELÂLAR CEZA DEĞİL HEDİYE
CenÂb-ı Hakk ’ın peygamberlere ve velîlere vermiş olduğu iptilÂ, sıkıntı ve ceşitli meşakkatler, onlara cez olarak değil, hediye olarak verilmiştir.
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“AllÂh bir kulunu sevdiği zaman, onun uzerine belÂlarını doker de doker!..” (Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-UmmÂl, III, 334/6811)
Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallÂhu anh-, RasûlullÂh -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-Efendimizi, hasta iken ziyÂret etmiş ve O ’nun katlandığı buyuk acılara bizzat şÃ‚hid olmuştu. O şoyle anlatır:
“Elimi uzerine koydum, harÂretini yorganın ustunden hissediyordum.
«-Ey AllÂh ’ın Rasûlu, harÂretiniz cok fazla!» dedim.
«-Biz (peygamberler) boyleyiz. BelÂlar bize kat kat gelir, buna mukÂbil mukÂfatları da kat kat verilir.» buyurdu.
«-Ey AllÂh ’ın Rasûlu! İnsanların en cok belÂya mÂruz kalanları kimlerdir?» diye sordum.
«-Peygamberler!» buyurdu.
«-Sonra kimlerdir?» dedim.
«-Sonra sÂlihler!» buyurdu ve şu îzÂhı ilÂve etti:
«Onlardan biri fakirliğe oylesine mubtel olur ki, kendini orten bir abÂdan başka bir şey bulamaz. Onlar, sizin bolluğa sevindiğiniz gibi belÂya sevinirler.»” (İbn-i MÂce, Fiten, 23)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan