
Bizler, ecdÂdımızın inşÃ‚ ettiği fazîletler medeniyetinin ve rahmet toplumunun bugunku devamı ve temsilcileriyiz. Her medeniyet, kendi insan tipini meydana getirir. Bizim vazifemiz de, ecdÂdımız gibi; elinden, dilinden, hÂlinden, kālinden butun mahlûkÂtın istifÂde ettiği bir “rahmet insanı” olmaktır.
Zarif, nÂzik, guzel ve duygu derinliğine sahip insanlar yetiştirmek sûretiyle huzurlu bir toplum ortamı meydana getirmek, yuce dînimiz İslÂm ’ın aslî gÂyelerinden biridir. Bu olgunlaşma ise, ancak emsalsiz ornek şahsiyet Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in rûhÂnî dokusundan nasip alabilmekle mumkundur.
Tarihte bilhassa ecdÂdımızın, Peygamber Efendimiz ’in rûhÂnî dokusundan feyizyÂb olarak zarÂfet ve nezÂket husûsunda kaydettikleri seviye, hicbir millete nasîb olmamış derecede yucedir. Onların muÂşeret ÂdÂbı, misli gorulmemiş bir mukemmellik ve incelik arz eder.
OSMANLI TOPLUMUNUN DEVAMI
Bu toplum, hicbir millet ve mezhep ayrımı yapmaksızın mu ’minleri kardeşi, gayr-i muslimleri ise insanlıktaki bir eşi olarak kabul etmiştir. Butun insanlığa karşı mustesn bir nezÂket ve zarÂfet guzelliğiyle davranmış, İslÂm ’ın guler yuzunu sergilemiştir. Onların bu nezÂket ve ince davranışları pek cok hidÂyetlere vesile olmuştur. Nitekim Boşnaklar ’ın ve Arnavutlar ’ın hidayet bulmaları, mubÂrek ecdÂdımızın gonullerine nakşolmuş olan İslÂm ’ın rûhÂnî dokusunu, hÂl ve davranışlarına da guzelce aksettirmelerinin bir bereketidir. Bundan dolayı “Osmanlı” demek, “imrenilecek derecede yuksek bir edep, nezÂket ve zarÂfet timsÂli kimse” demektir.
Bu vesîleyle şunu da ifÂde etmeliyiz ki, İslÂm ’ın guzel bir sûrette anlaşılıp tatbik edildiği Osmanlı cemiyetinde, insanların olgunluğunu ve birbirlerine hayal otesi bir nezÂket, zarÂfet, merhamet ve tesÂnud (dayanışma) hissiyle nasıl kenetlendiklerini anlayabilmek icin, vakfiyelerin muhtevÂlarına goz atmak bile kÂfîdir. Onların derin duşunce ve hassÂsiyetlerinin tezÂhuru olan vakfiye muhtevÂları ve buna dÂir tatbikÂt, medeniyetimizin yuz akı keyfiyetleridir.
Duşununuz ki, bir evde hasta bulunduğu takdirde o evin penceresine kırmızı bir cicek konur, satıcılar ve hatt mahallenin cocukları bile oradan sukûnetle gecmek gerektiğini bu şekilde anlar ve hastayı rahatsız edecek davranışlardan kacınırlardı.
NezÂket ve zarÂfet bir muslumanın tabiat-ı asliyesi ve guzelliğidir. Bundan dolayı İslÂm, en guzel nezÂket ve zarÂfetle yaşanır.
ECDADIMIZDAN ZERAFET VE NEZAKET MİSALLERİ
EcdÂdımız omurleri boyunca bu hÂlin idrÂkiyle yaşamış ve gunumuze pek cok zarÂfet ve nezÂket misalleri bırakmışlardır. Kısaca ifÂde etmek gerekirse onlardan birkacı şoyledir:
EcdÂdımızın yaptıkları imÂret, kervansaray ve misÂfirhÂnelerde, gelen yolcuların onune, onun kim olduğuna bakılmaksızın yemek konulur, butun yolcular, buralarda uc gun kalabilirdi. Giderken de şayet ayakkabıları eskiyse yenisi verilirdi.
Zenginler, hapishÂneleri dolaşıp borcunu odeyemediği icin hapsedilmiş olanları kurtarırlardı.
Yine varlıklı mu ’minler, bilhassa RamazÂn-ı şeriflerde bakkalları gezip borc defterinden herhangi bir yaprağı actırır, borcun sahibini bilmeksizin hesÂbı oder, tıpkı sadaka taşlarında olduğu gibi, veren alanı, alan vereni gormeden, sırf rızÂ-yı ilÂhî icin hÂrikulÂde bir din kardeşliği yaşanırdı.
VAKIF MEDENİYETİ TOPLUMU
EcdÂdımız, yuksek hay ve vakÂrından dolayı başkalarına ihtiyacını arz edemeyen yaşlı ve kimsesiz hanımların onurunu korumak icin de vakıflar kurmuştur. Bu ihtiyar hanımlara, temizlenmiş, yıkanmış, taranmış yun temin etmiş, onların eğirip iplik hÂline getirdikleri bu yunleri, dolgun ucretlerle onlardan geri alarak bu yaşlı hanımlara ellerinin emeğiyle gecinme imkÂnı sağlamışlardır. Boylece onları bu şekilde onure ederek izzet ve haysiyetlerini korumuşlardır.
Yine ecdÂdımız, akıl hastalarına bile nÂzik bir ifÂde kullanarak “muhterem Âcizler” diye hitÂb etmiş, toplumdan dışlanan cuzzamlılara merhamet elini uzatarak onlara “miskinler tekkesi” adı altında barınacakları husûsî mekÂnlar hazırlamışlardır.
Muhtaclara dağıtılacak yemekleri, onların gonullerini incitmemek icin kapalı kaplarla gece karanlığında tevzî etmişlerdir.
BîcÂreleri, fakirleri, dulları ve yetimleri bir ibÂdet vecdiyle muhÂfaza etmiş ve onların izzet ve haysiyetlerini korumak icin Âzamî bir dikkat, nezÂket ve gayret gostermişlerdir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Genc Dergisi, 35. Sayı, Ağustos 2009
İslam ve İhsan