
Ya ’kûb -aleyhisselÂm- ’ın oğullarından Yehûda, Robil ve Şem ’un, babalarının Yûsuf ’a gosterdiği husûsî alÂka ve muhabbetin hikmetini kavrayamadılar ve kıskandılar.
“Dediler ki: «Yûsuf ile kardeşi (Bunyamin) babamıza bizden daha sevgilidir. HÂlbuki biz (birbirimizi destekleyen) kuvvetli (ve kalabalık) bir cemÂatiz. Babamız herhÂlde apacık bir yanlışlık icindedir. Yûsuf ’u oldurun, yahud onu (uzak) bir yere atın ki, babanızın teveccuhu yalnız size kalsın! Ondan sonra da (tevbe ederek) sÂlih kimseler olursunuz!»” (Yûsuf, 8-9)
Hazret-i Ya‘kûb, ruyÂdan sonra Yûsuf ’un peygamberliğe vÂris olacağını anlamış, bu yuzden de ona karşı muhabbeti ziyÂdeleşmişti. Ancak bu durumu sezen kardeşlerinin hasedi de gun gectikce arttı. Oyle ki bu hased, Yûsuf ’a tuzak kurmalarına sebep oldu. YÂni Ya ’kûb -aleyhisselÂm- sevgide ileri gitmiş, belÂlar da o nisbette ağırlık kazanmıştı. Cunku CenÂb-ı Hak, “cÂmiu ’l-ezdÂd”, yÂni zıt sıfatları kendisinde cem edendir. O ’nun yÂni devamlı murÂkabe altında tutan ve dÂim ustun olan mÂnÂsında bir ism-i ilÂhîsi vardır. Bunun icin fazla muhabbet firÂk getirir. Zîr AllÂh ’a muhabbet, ortak kabûl etmez.
HZ. YA ’KUB ’UN, YUSUF ’A MEYLİ VE MUHABBETİ
Gercekten Ya‘kûb -aleyhisselÂm-, oğlu Yûsuf ’un alnındaki nubuvvet nûrunu gormuş, bunun icin O ’na daha fazla ihtimam gostermişti. İşte babalarının bu meyil ve muhabbeti, Yûsuf ’un diğer kardeşlerinin hasedlerine sebep oldu. Gun geldi bu hased bardağı iyice taştı ve kardeşleri Yûsuf icin kotu plÂnlar yaptılar.
Âyetten ibret alınacak en muhim nokta, sevginin, kıskanclığa sebep olmaması icin gonulde saklı tutulmasının luzûmudur. Sevginin sessizlikte ve derûnda olması gerekir.
Kalb, AllÂh yoluna temÂyul ettirilmez ve zikir ile temizliğe tÂbî tutulmaz ise, kararır, kotuluğu emreder hÂle gelir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…İyi bilin ki gonuller ancak AllÂh ’ın zikri ile huzûr bulur.” (er-Ra ’d, 28)
Zikir, AllÂh ’ı idrÂk etmenin kalbde şuûr hÂline gelmesidir. Ancak boyle hakîkî zikir sÂyesinde kalb mÂsiyetten kurtulabilir. Kalb, beytullÂhtır ve muhabbetullÂhın mekÂnıdır. ŞÃ‚yet orada zikir yoksa, bir muddet sonra nefsin arzularına rÂm olarak kararır ve sonunda olur.
Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“Bir kulun kalbinde îmÂn ile hased bir araya gelmez.” (Muslim, İmÂret, 130, 131/1891) buyurur. Diğer bir rivÂyette ise hased edenlerin, hesÂba cekilmeden cehennem ateşine atılacaklar zumresinden olduğu bildirilir.
BUTUN GUNAHLARIN KAYNAĞI
Kibir, hırs ve hased, butun gunahların kaynağıdır. Hadîs-i şerîfte kıskanclığın vehÂmeti husûsunda şoyle buyrulur:
“Uc şey vardır ki, butun gunahların kaynağıdır; bunlardan muhakkak sakınınız!:
Kibir: İblîs ’i Âdem -aleyhisselÂm- ’a secde etmemeye sevk eden şey kibirdir.Hırs: Âdem -aleyhisselÂm- ’ı cennetteki yasak ağactan yemeye sevk eden şey de hırstır.Hased: Âdem -aleyhisselÂm- ’ın iki oğlunun birbiriyle kıtÂl edip (KÂbil ’in), kardeşi (HÂbil ’i) oldurmesine sebep de haseddir.” (Suyûtî, el-CÂmiu ’s-sağîr, I, 101)
Hased eden kimse, takdîr-i ilÂhîye îtirÂz etmiş olur. Cunku hased, AllÂh ’ın başkasına nasîb ettiği nîmetin, kendinde olmadığı gerekcesiyle o kişiden de izÂlesini istemektir. Fakat gıpta boyle değildir. Zîr gıptada maddî veya mÂnevî nîmete hem kendisinin hem de başkasının sÂhip olmasını istemek esastır. Bu sebeple İslÂm ’da gıpta medhedilmiş, fakat hased, şiddetle men edilmiştir.
Hased, kıskanılan kimseden ziyÂde hased edenin kendisine zarar verir. Bu, başkasını taşlayan, fakat attığı taşın geri donmesiyle kendi gozu kor olan kimsenin hÂli gibidir. Ofkeden başka faydası yoktur. Neticede kişiyi rezil ve rusvÂy eder. Nitekim kardeşlerinin Yûsuf -aleyhisselÂm- ’a hasedlerinden dolayı yaptıkları kotu fiiller, sonunda kendilerine donmuştur.
CenÂb-ı Hak şu Âyet-i kerîme ile mu ’minleri hasedden men etmiştir:
“Yoksa onlar, AllÂh ’ın lutfundan verdiği şeyler icin insanları kıskanıyorlar mı?..” (en-NisÂ, 54)
Rasûl-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de şoyle buyurmuştur:
“Hased etmekten sakının. Zîr hased, ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DÂvûd, Edeb, 44/4903; İbni MÂce, Zuhd, 22)
AŞIRI MUHABBET GAYRETULLAH ’A DOKUNDU
Ya ’kûb -aleyhisselÂm- ’ın Yûsuf ’a olan aşırı muhabbeti gayretullÂha dokundu. Bu sebeple AllÂh TeÂlÂ, ona bir iptil vermeyi murÂd etti ve Yûsuf ’u babasından ayırdı. Zîr evlÂd, bazı hÂllerde baba icin buyuk bir imtihandır. Mesel Nûh -aleyhisselÂm-, kÂfirlerin helÂki icin beddu ettiği hÂlde, muşrik olan oğlunun da suya gark olduğunu gorunce sabredemeyip:
“…Ey Rabbim! şuphesiz oğlum da Âilemdendir…” (Hûd, 45) demişti.
Nûh -aleyhisselÂm- ’ın bu niyÂzına CenÂb-ı Hak şu şekilde karşılık verdi:
“Ey Nûh! O kesinlikle senin ehlinden değildir. Cunku o, sÂlih olmayan (kotu, cirkin) bir amelin sÂhibidir…” (Hûd, 46)
SİNSİ PLÂN
Kardeşleri, Yûsuf hakkında belli bir kanaat birliğine varınca:
“İclerinden biri: «Yûsuf ’u oldurmeyin! Eğer mutlak (birşey) yapacaksanız, onu bir kuyunun dibine atın da (bari) gecen kervanlardan biri onu alsın (gotursun)!» dedi.” (Yûsuf, 10)
Bu teklifi yapan Yehûda idi ve bunu kardeşlerine kabûl ettirmişti. Şu kardeşlerin hÂli ne kadar ibretlidir ki; en merhametli olanı dahî hasedi sebebiyle Yûsuf ’un kuyuya atılmasını tavsiye etti. Bu da gosteriyor ki, hasedleri sebebiyle dost libÂsına burunmuş nice gizli duşmanlar vardır. Onlardan mumkun olduğu kadar sakınmak lÂzımdır.
Gercek istikamet sÂhibi olanlar, ancak kalbi diri olan kimselerdir. Bunun zıddı olarak zikirden uzak kalan bir kalb ise, nefsin tesiri altında kalır, şehvet ateşleriyle kurur, katılaşır, taşlaşır ve ÂzÂları ibÂdet edemez bir hÂle getirir. Bu hÂl uzere devam eden kalbler, kuru bir ağac veya bir taş parcası gibi ateşte yanmaktan başka bir işe yaramaz. Bu duruma duşmekten AllÂh ’a sığınırız.
CenÂb-ı Hak şoyle buyurur:
“...AllÂh ’ı zikretmek husûsunda kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apacık bir sapıklık icindedirler.” (ez-Zumer, 22)
NihÂyet Yûsuf ’un birÂderleri, yapmış oldukları sinsi plÂnla babalarına geldiler.
“Dediler ki: «Ey babamız! Sana ne oluyor da Yûsuf hakkında bize guvenmiyorsun! Oysa biz O ’nun koruyucularıyız (O ’nun iyiliğini istemekteyiz).»
«Yarın O ’nu bizimle beraber (kıra) gonder de bol bol yesin (icsin); oynasın! Biz O ’nu mutlak muhÂfaza ederiz.»” (Yûsuf, 11-12)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan