
Peygamber Efendimizin (s.a.v) gonderdiği mektuba Roma İmparatoru Heraklius'un tepkisi ne oluyor? Ebu Sufyan ve Heraklius'un arasında nasıl bir konuşma geciyor? Heraklius'un Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile ilgili sorularına karşı Musluman olmadan once İslam karşıtlığı doneminde Ebu Sufyan'nın cevapları...
AshÂb-ı kirÂmdan Hazret-i Dıhyetu ’l-Kelbî , Bizans imparatoru Herakliyus ’e AllÂh Resûlu ’nun mektubunu goturdu. Persleri mağlûb eden Bizans imparatoru Herakliyus, zafer donuşu Sûriye ’de bulunduğu sırada, Hazret-i Peygamber ’in İslÂm ’a dÂvet eden mektubu eline ulaştı. Bu mektuba kızmaktan ziyÂde, ona alÂka duyan ve bilhassa bu teblîğin mÂhiyetini merak eden Bizans imparatoru, bu ko­nuda suÂl sorabilmek icin Hazret-i Peygamber ’in hemşehrile­rinden bÂzılarının yanına getirilmesini emretti.
O sıralarda Hazret-i Peygamber ’in en azılı duşmanlarından biri olan Ebû SufyÂn da Mekkeli tÂcirlerin başında Şam ’a giden bir kÂfilede bulunuyordu. O zaman Hazret-i Peygamber ile Kureyş, mutÂreke hÂlindeydi. Herakliyus ’un adamları on­lara rastladılar ve kendilerini imparatorun huzûruna cıkardılar. Herakliyus ve adamları, İly ’da, yÂni Beytu ’l-Makdis ’te idi. Yanında Rumların ileri gelenlerinin bulun­duğu bir sırada, Herakliyus onları huzûruna kabûl etti ve bir tercuman getirilmesini emretti. Herakliyus ’un emri uzerine, tercuman:
“–Peygamberim diyen bu zÂta neseben en yakın olan hanginizdir?” diye sordu. Ebû SufyÂn:
“–En yakını benim!” dedi. Bunun uzerine Herakliyus:
“–Onu ve arkadaşlarını yanıma getirin! Yalnız, ben onunla konuşurken, arkadaşları yanında bulunsunlar!” dedi. Sonra tercumana donup dedi ki:
“–Bunlara soyle; ben O zÂt hakkında bu adama bÂzı şeyler soracağım. Bana yalan soylerse; «Yalan soyluyor!» desinler!”
Nitekim; “VallÂhî, arkadaşlarım yalan soylediğimi otede beride soylerler diye utan­masaydım, O ’nun hakkında yalan soylerdim!” diyen Ebû SufyÂn, sonraki konuşmaları şoyle nakleder:
Bundan sonra Herakliyus ’un bana sorduğu ilk suÂl şu oldu:
“–İcinizde O ’nun nesebi nasıldır?” Ben:
“–O ’nun icimizde nesebi pek buyuktur!” dedim.
“–Sizden, bu sozu (Peygamberlik iddiÂsını) ondan evvel soylemiş hic kimse var mıydı?” dedi.
“–Yoktu.” dedim.
“–Âb ve ecdÂdı icinde hic melik olan var mıydı?” dedi.
“–Hayır!” dedim.
“–O ’na tÂbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakası mıdır?” dedi.
“–Alt tabakasıdır.” dedim.
“–O ’na tÂbî olanlar artıyorlar mı, yoksa eksiliyorlar mı?” dedi.
“–Artıyorlar...” dedim.
“–İclerinde O ’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlik edip de dîninden donen var mı?” dedi.
“–Yoktur!” dedim.
“–Bu iddiÂda bulunmazdan evvel, O ’nu hic yalancılıkla ithÂm etmiş miydiniz?” dedi.
“–Hayır!” dedim.
“–Hic sozunde durmadığı olur muydu?” dedi.
“–Hayır! Verdiği sozu tutar, ancak biz şimdi O ’nunla bir muddet antlaşma hÂlinde­yiz. Bu muddet icerisinde ne yapacağını bilmiyoruz!” dedim. O ’nu kotulemek icin araya sokuşturacak bundan başka soz bulamadım!
“–O ’nunla hic savaştınız mı?” dedi.
“–Evet.” dedim.
“–Bu savaşlar nasıl sonuclandı?” dedi.
“–BÂzen O bizi mağlûb eder, bÂzen de biz O ’nu!” dedim.
“–Peki, size neler emrediyor?” dedi.
“–Bize; «Yalnız AllÂh ’a ibÂdet ediniz, hicbir şeyi O ’na ortak koşmayınız; atalarınızın ibÂdet ettiği putları terkediniz!» diyor. Namazı, doğruluğu, iffetli ve nÂmuslu olmayı ve sıla-i rahmi emrediyor.” dedim. Bunun uzerine Herakliyus, tercumana dedi ki:
“–Ona soyle; O ’nun nesebini sordum, icinizde soyunun pek yuce olduğunu soyledin. Peygamberler de zÂten boyle, kavimlerinin soyluları icinden gonderilir.
İcinizden, O ’ndan evvel bu iddiÂda bulunmuş başka kimse var mıydı, diye sordum. Hayır, dedin. O ’ndan once bu iddiÂda bulunmuş bir başka kimse olsaydı, onu ornek alı­yor, derdim.
Âb ve ecdÂdı icerisinde hic melik olan var mıydı, diye sordum; hayır dedin. Eğer ecdÂdından melik olan biri olsaydı, babasının mulkunu geri almaya calışıyor, derdim.
Bu iddiÂda bulunmadan once, hic O ’nun yalan soylediğini gordunuz mu, diye sor­dum; hayır dedin. Ben bilirim ki, insanlara karşı yalan soylemeyen bir kimse, AllÂh hakkında da yalan soylemez!
O ’na tÂbî olanlar, halkın ileri gelenleri mi, yoksa alt tabakası mıdır, diye sordum. Alt tabakası olduğunu soyledin. ZÂten başlangıcta peygamberlere tÂbî olanlar da bu tip kimselerdir.
O ’na tÂbî olanlar, artıyorlar mı, eksiliyorlar mı, diye sordum; artıyorlar dedin. Hak dinlerin bir husûsiyeti de tÂbîlerinin artmasıdır.
İclerinde O ’nun dînine girdikten sonra beğenmemezlik edip de dîninden donen var mı, diye sordum; hayır dedin. Îman sÂyesinde meydana gelen inşirÂh da kalbe girip kokleşince boyle olur.
Hic sozunde durmadığı oldu mu, diye sordum; hayır dedin. Peygamberler de boyledir, sozlerinden donmezler.
O ’nunla hic savaştınız mı, diye sordum. Savaştığınızı ve bÂzen O ’nun sizi yendiğini, bÂzen de sizin O ’nu mağlûb ettiğinizi soyledin. ZÂten peygamberler de boyledir: İbtilÂlara uğratılırlar, sonunda guzel Âkıbet onların olur.
Size ne emrediyor, diye sordum. Yalnız AllÂh ’a ibÂdet edip O ’na hicbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putlara tapmaktan nehyettiğini, kez namazı, doğruluğu, iffet ve nÂmusu emrettiğini soyledin.
Eğer bu dediklerin doğru ise O zÂt, cok yakın bir zamanda şu ayaklarımın bastığı yerlere bile hÂkim olacaktır. ZÂten ben bu Peygamber ’in zuhûr edeceğini bilirdim, fakat siz­den olacağını tahmîn etmezdim. O ’nun huzûruna varabileceğimi bilsem, kendisiyle goru­şebilmek icin her turlu zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan