12 İmam kimdir, kime denir? 12 imam inancı nedir? Sırasıyla 12 imam.12 İmam; Hz. Ali -kerremallahu veche- oğulları Hasan ve Huseyin -radıyallahu anh- ile birlikte Huseyin ’in -radıyallahu anh- neslinden gelen ve imam kabul edilen dokuz kişiye verilen isim.
On iki imam sistemini benimseyen Şiî fırkasına İsnÂaşeriyye mensupları deniyor. İsnÂaşeriyye mensupları, imamları benimsemeyi inanc konusu haline getirdikleri icin İmÂmiyye, fıkhî goruşlerini Ca‘fer es-SÂdık Hazretlerine nisbet ettiklerinden Ca‘feriyye, on ikinci imamın gelişini beklemeleri sebebiyle AshÂbu ’l-intizÂr ve on ikinci imam icin cokca kullanılan “kāim” (hayatta olan) unvanına nisbetle Kāimiyye diye de anılmaktadır.
Hz. Ali, Hasan ve Huseyin -radıyallahu anh- zamanında siyasî bir taraftarlık olarak ortaya cıkıp giderek Şîa adıyla ozel bir grup huviyeti kazanan, KeysÂniyye ve Zeydiyye ’nin ayrılmasıyla RÂfıza olarak da anılan fırka (BağdÂdî, s. 54-72) Ca‘fer es-SÂdık zamanında Şîatu Ali, TurÂbiyye ve Ca‘feriyye diye isimlendirilmiştir (Keşşî, s. 165). Mûs el-KÂzım ’ın vefatının ardından onun gercekten olmuş olduğunu kabul eden gruplar ise Kat‘iyye olarak şohret bulmuştur.
Bu arada I. (VII.) yuzyılda tedrîcî bir gelişme kaydeden Şiî imÂmet nazariyesi II. (VIII.) yuzyıl ortalarında HişÃ‚m b. Hakem ’le kesin şeklini almış, daha sonraki asırda onemli bir değişikliğe uğramadan on birinci imam Hasan el-Askerî ’nin vefatına (260/874) kadar devam etmiştir. Askerî ’nin olumuyle birlikte Şîa, onun kendisine halef olacak oğlu olup olmadığı ve imÂmetin kime intikal edeceği konusunda on dort veya on beş fırkaya ayrılmış, bunlardan Hasan el-Askerî ’den sonra onun neslinden gelen, ummetin hidayetini ustlenmiş bir oğlu bulunduğunu, bunun imam ve huccet olduğunu, tehlikeden dolayı gizlendiğini, zamanı gelince zuhur edeceğini benimseyen fırka Şîa tarihinde ilk defa İmÂmiyye diye adlandırılmıştır (Sa‘d b. Abdullah el-Kummî, s. 102-103; Nevbahtî, s. 90-93). İmÂmiyye, daha once KeysÂniyye ’de gorulen “el-imÂm el-mehdî” duşuncesini, “kaybolduktan sonra ortaya cıkacak imam” anlamındaki “el-kāim el-mehdî” şekline donuşturmuş ve bu duşunceyi Hasan el-Askerî ’nin halefi olan oğluna uygulayarak onun gizlendikten sonra zuhur edip imÂmet gorevini yerine getireceğini ileri surmuştur. Bu tez İmÂmiyye fırkasının temel duşuncesini teşkil eder.
On ikinci imamın 260 (874) yılında gizlenmesinin ardından yaklaşık bir asır icinde diğer muhalif fırkalar tedrîcen kaybolurken İmÂmiyye Şîası gelişme kaydederek varlığını surdurmuştur. IV. (X.) yuzyıl sonlarına doğru orijinal İmÂmiyye doktrini bunyesinde yapılan değişiklikle imamların sayısının on iki ile sınırlandırılması ve on ikinci imamın once kucuk gaybete, ardından kendisiyle irtibat kurulamayan ve halen devam eden buyuk gaybete girdiği duşuncesi hÂkim olmuştur. Bunu takiben fırka İsnÂaşeriyye (el-İmÂmiyyetu ’l-İsnÂaşeriyye) adıyla anılmaya başlanmıştır (Şerîf el-MurtazÂ, II, 111). Boylece eski İmÂmiyye doktriniyle İsnÂaşeriyye arasında en onemli farkın imamların sayısının sınırlandırılması ve birbirini takip eden iki gaybetin kabulu olduğu ortaya cıkar.
İSNAAŞERİYYE İSMİ İsnÂaşeriyye isminin ne zaman ortaya cıktığı kesin olarak bilinmemekle birlikte bu adın IV. (X.) yuzyıl sonlarına kadar gundeme gelmediği acıktır. Zira İmÂmiyye ’yi savunan Sa‘d b. Abdullah el-Kummî ve Nevbahtî ’nin eserlerinde bu isme rastlanmadığı gibi onlardan yaklaşık ceyrek asır sonra vefat eden Eş‘arî ’nin MaḳālÂt ’ında, ayrıca Şîa ’ya dair geniş bilgi veren İbnu ’n-Nedîm ’in el-Fihrist ’inde de isim yer almamaktadır. İsnÂaşeriyye adının elde mevcut kaynaklara gore ilk zikredildiği eser Abdulkāhir el-BağdÂdî ’nin el-Farḳ beyne ’l-fıraḳ ’ı olmalıdır (s. 53, 64). Daha sonra İsnÂaşeriyye ile İmÂmiyye eş anlamlı olarak kullanılmış, mezhebin fıkhî yonunu belirtmek icin de Ca‘feriyye adı benimsenmiştir.
İsnÂaşeriyye ’nin tarihini imamlar ve gaybet donemleri olmak uzere iki devreye ayırmak mumkundur. İmamlar donemi ilk imam Ali b. Ebû TÂlib ile başlar ve on ikinci imam Muhammed el-Mehdî ’nin 260 (874) yılında kucuk gaybete intikaline kadar devam eder.
SIRASIYLA 12 İMAM Şiîliğin tarihinde imamların sayısına ve isimlerine gore cok değişik fırkalar oluşmuşsa da İsnÂaşeriyye ’ye gore on iki imam şunlardır:
1. Hz. Ali -kerremallahu veche- (o. 40/661)

2. Hz. Hasan -radıyallahu anh- (o. 49/669)
3. Hz. Huseyin -radıyallahu anh- (o. 61/680)
4. Ali ZeynelÂbidîn Hazretleri (o. 94/713)
5. Muhammed el-BÂkır Hazretleri (o. 114/733)
6. Cafer es-SÂdık Hazretleri (o. 148/765)
7. Mûs el-KÂzım (o. 183/799)
8. Ali er-Rız (o. 203/818)
9. Muhammed et-Takī el-CevÂd (o. 220/835)
10. Ali en-Nakī el-HÂdî (o. 254/868)
11. Hasan b. Ali el-Askerî (o. 260/874)
12. Muhammed el-Mehdî el-Muntazar (el-Kāim, el-Hucce; doğumu, 15 ŞÃ‚ban 255 / 29 Temmuz 869).
Başta Hz. Ali olmak uzere on imama dair kaynaklarda bilgi bulunmakla birlikte İsnÂaşeriyye tarafından adı soylenmeden “sÂhibuzzaman, el-kāim, el-hucce, el-muntazar, el-mehdî” lakapları ile anıldıktan sonra “accelellāhu feraceh” (Allah zuhurunu cabuklaştırsın) duası eklenen Ebu ’l-Kāsım Muhammed b. Hasan hakkında yeterli bilgi yoktur.
İsnÂaşeriyye ’ye gore Muhammed b. Hasan, babası Hasan el-Askerî ’nin 8 Rebîulevvel 260 (1 Ocak 874) tarihinde vefatı uzerine evlerindeki mahzene girerek gozden kaybolmuştur. Nitekim bugun de SÂmerr ’da İmam Ali el-HÂdî ile Hasan el-Askerî ’nin turbelerinin yanındaki caminin altında bir mağara mevcut olup mağaradaki hucrelerin sonuncusu bir kapı ile ayrılmıştır.
“BÂbulgaybe” diye anılan bu kapı, AbbÂsî Halifesi NÂsır-LidînillÂh ’ın emriyle 606 (1209) yılında yapılmıştır. Kapının arkasında Hucretulgaybe denilen odanın koşesinde Bi ’rulgaybe isimli bir mahzen bulunmaktadır. Şiî geleneğine gore on ikinci imam buraya girerek gozden kaybolmuştur. Şiîler, onun halen sağ olduğuna ve kıyametten once mehdî sıfatıyla zuhur ederek zulumle dolmuş olan dunyada adaletle hukmedeceğine inandıklarından burada toplanıp donuşu icin dua ederler. On ikinci imamın kayboluşundan itibaren başlayan doneme “gaybet donemi” denir. Bu donemin 329 (941) yılına kadar suren ilk kısmına “el-gaybetu ’s-suğr” adı verilmektedir.
Kucuk gaybet doneminde on ikinci imamla Şiî toplumu arasındaki irtibatı bab, sefir, vekil veya nÂib denilen dort kişi sağlamıştır. Bunlar imamdan yazılı emir ve tavsiyeler yahut ortaya cıkan meselelere dair cozumler (tevkī‘) getirmiş, Şiî cemaatinin imama vermesi gereken humusu ve diğer vergileri toplamışlardır. Sefirlerin ilki Ebû Amr Osman b. Saîd ’dir. İsnÂaşeriyye Şiîleri ’ne gore Osman b. Saîd, onuncu imam Ali el-HÂdî ile on birinci imam Hasan el-Askerî ’nin ozel kÂtibi ve vekili idi. Aslında onun sefirliği on birinci imam Askerî tarafından belirlenmiş ve kendisinden sonraki imamın halifesi olduğu ifade edilerek taraftarlarının ona uymaları istenmiştir. İkinci sefir Ebû Ca‘fer Muhammed b. Osman ilk sefirin oğlu ve yardımcısıdır. Babasının cenaze hizmetleriyle ilgilenmesi ve gāib imamdan bir tÂziye mektubu alması onun sefirliğinin delili sayılmıştır. Ucuncu sefir İbn Rûh en-Nevbahtî ’dir. Bir onceki sefirin tayin ettiği Nevbahtî zamanında daha once kurulan ve ceşitli beldelere yayılan Şîa organizasyonu buyuk gelişme kaydetmiştir.
Dorduncu sefir, selefinin tayiniyle bu goreve gelen Ali b. Muhammed es-Semerrî ’dir. On birinci imamın vefatından Ali b. Muhammed es-Semerrî ’nin sefir olarak tayin edildiği 326 (938) yılına kadar uzun zaman gecmiş olmasına ve Şiî topluluğunun heyecan ve merakla bekleyişine rağmen gāib imam zuhur etmemiştir. Bu durumda Semerrî, kendisinden sonra kimin sefir olacağını soranlara herhangi bir isim bildirmemiş ve, “Allah emrini yerine getirir” (krş. et-TalÂk 65/3) diyerek gāib imamdan gelen tevkīi gostermiştir. Bu tevkī‘de gāib imam Semerrî ’ye olumune altı gun kaldığını, işini derleyip toparlamasını, olumunden sonra da yerine gecmek uzere birini tayin etmemesini, cunku ikinci ve tam gaybetin başlayacağını, bu donemde Allah izin vermedikce bir zuhurun olmayacağını ve gāib imamın bir sefiri bulunmayacağını, ortaya cıkan olaylarda Ehl-i beyt ’in hadislerini rivayet edenlere başvurulmasını, onların Şiî cemaati uzerinde kendisinin huccetleri olduğunu bildirmiştir (İbn BÂbeveyh, KemÂlu ’d-dîn, II, 503, 516). Ali b. Muhammed es-Semerrî ’nin imamın belirttiği tarih olan 15 ŞÃ‚ban 329 ’da (15 Mayıs 941) olumuyle (İbn BÂbeveyh ’e gore 15 ŞÃ‚ban 328 / 26 Mayıs 940, bk. a.g.e., II, 503) kucuk gaybet sona ermiş ve gāib imamla Şiî topluluğu arasındaki munasebeti yuruten sefirlerin bulunmadığı buyuk gaybet donemi başlamıştır. Bu donem halen devam etmektedir (ayrıca bk. GAYBET).
Gunumuzdeki İsnÂaşeriyye Şiîleri gaybet konusunu yukarıda belirtilen şekilde kabul etmekle birlikte gaybetin başlangıctan itibaren bazı yorumlara tÂbi tutulduğu anlaşılmaktadır. Gaybet telakkisinin ortaya cıkışı IV. (X.) yuzyılın başlarında olmuştur. Bir imamın tehlike zamanında insanlardan uzaklaşması mÂkul gorunmekteyse de gizlilik suresinin insana ait omur muddetini aşması halinde durumun ne olacağı hakkında başlangıcta acık bir hukum mevcut değildi ve cok daha sonra ortaya atılan “muammerûn” (Allah tarafından omurleri uzatılmışlar) tezi bu donemde soz konusu edilmemiştir. Buna benzer bir belirsizlik imamların sayısı icin de mevcuttu. Nitekim II. (VIII.) yuzyılın sonlarında İmÂmiyye Âlimlerince kaleme alınan eserlerde ne gaybetten ne de on iki imamdan bahsedilmiştir. Kuleynî (o. 329/941), imamların sayısı ile iki gaybet meselesini İsnÂaşeriyye ’nin temel inancı olarak ortaya koyarsa da (el-Uṣûl mine ’l-KÂfî, I, 328-343, 525-535) İsnÂaşeriyye Şiîleri arasında imamların sayısı, kimliği veya gaybet meselesine dair henuz tam bir mutabakat sağlanmış değildir. Aynı belirsizliğin yarım asra yaklaşan bir zaman icinde de surduğu anlaşılmaktadır (İbn BÂbeveyh, KemÂlu ’d-dîn, I, 2-3).
İsnÂaşeriyye, gaybet-i kubr doneminde ceşitli hÂnedanların yonetiminde gelişmeler kaydetmiştir. Buveyhîler Donemi (932-1062). IV. (X.) yuzyılın ortalarında muhtelif Şiî fırkalarının İslÂm dunyasının onemli yerlerinde oldukca canlı faaliyetler yuruttukleri gorulmektedir. Mesel Şiî HamdÂnî sulÂlesi Suriye ’yi, İsmÂilî fırkası Mısır ve Kuzey Afrika ’nın buyuk bir bolumunu, Alevî devletinin kurucusu olmak iddiasındaki İdrîsîler Kuzeybatı Afrika ’yı, Zeydîler Kuzey İran ve Yemen ’i, İsnÂaşeriyye inanışına bağlı Buveyhîler de Irak ve İran ’ı kontrolleri altına almışlardı. İsnÂaşeriyye Şiîliği, ilk defa Buveyhîler sayesinde akîdesini serbestce yayma ve yazma imkÂnına sahip olmuştur. Gunumuzde de İsnÂaşeriyye ’nin en muteber saydığı hadis kulliyatı, itikad ve muÂmelÂta dair eserler bu donemde telif edilmiştir. Donemin en onemli şahsiyetlerinden birinin Şeyh Mufîd, diğerinin de Şerîf el-Murtaz olduğu kabul edilir. Şeyh Mufîd daha cok Bağdat Mu‘tezilesi ’nin, Şerîf el-Murtaz ise Basra Mu‘tezilesi ’nin yontemini kullanmıştır. Hz. Ali ’ye ait olduğu ileri surulen hutbeler ve ozlu sozleri Nehcu ’l-belÂġa adı altında derleyen Şerîf er-Radî de donemin ileri gelen simalarından biridir.
Buveyhîler devrinde Şiîlik siyasî acıdan başarılı olmuşsa da musluman topluluklar tarafından aynı şekilde geniş kabul gorduğunu soylemek mumkun değildir. Kum, Necef, bir dereceye kadar KÂşÃ‚n, Rey, NîşÃ‚bur ve SebzevÂr istisna edilecek olursa İran, Horasan, Şîraz, İsfahan, Kuzey Irak ve Azerbaycan Sunnî idi. Bağdat ’ın yarısı Sunnîliği, yarısı Şiîliği benimsemişti; Mısır ise FÂtımî-İsmÂilî idareye rağmen Sunnî akîdeye bağlıydı. İsnÂaşeriyye Şiîliği ’nde bugun de canlı bir şekilde yaşatılan iki buyuk Âyin Buveyhî Hukumdarı Muizzuddevle tarafından 351 veya 352 (962, 963) yılında Bağdat ’ta başlatılmıştır. Muizzuddevle, muharrem ayının ilk onunu Hz. Huseyin ’in Kerbel ’daki şehÂdeti icin mÂtem gunleri olarak ilÂn etmiş ve Şiîler ’in bu gunlerde, ozellikle de 10 Muharrem ’de toplu şekilde ağlamalarını, yas tutmalarını, zincir ve bıcaklarla kendilerini dovup yaralamalarını istemiştir. Ayrıca Hz. Peygamber ’in Hz. Ali ’yi vasî ve halife ilÂn ettiğine inanılan Gadîr-i Hum olayının vuku bulduğu 18 Zilhicce ’yi bayram kabul etmiştir. Yine bu donemde imamlar icin turbeler yaptırılmış ve bunları ziyaret etme geleneği doğmuştur.
SELCUKLULAR DONEMİ (11-12. yuzyıl) V. (XI.) yuzyılın başlarında Orta Asya ’dan gelen Turk boyları Buveyhîler hÂnedanına son verdi. Bu Sunnî Turk boylarının ilki, 421 (1030) dolaylarında İran ’ın buyuk bir kısmını ele geciren Gaznelilerdir.
Daha sonra Gazneliler ’in buradaki hÂkimiyetine son veren Selcuklular 447 (1055) yılında Bağdat ’ı ele gecirdiler; Irak ’ta ve İran ’ın buyuk bir kısmında VI. (XII.) yuzyılın son yıllarına kadar iktidarda kaldılar. Bu donem, Şiîlik icin ozellikle Vezir NizÂmulmulk ’un oldurulmesine kadar (485/1092) bunaltıcı olmuştur. Zira Şiîlik Horasan camilerinde kotulenmiş, Sunnîlik yuceltilmiştir. Bağdat ’taki sert tutum yuzunden Ebû Ca‘fer et-Tûsî Necef ’e kacmak zorunda kalmıştır. Genelde bu donem Şiîlik icin takıyye donemi olarak gorulurse de Selcuklular ’ın hÂkimiyetinden uzak kalan bolgelerde bazı guclu şahsiyetler de yetişmiştir. Meşhed ’deki derslerini bırakıp SebzevÂr ’a cekilen, onemli Şiî tefsirlerinden biri olarak kabul edilen Mecmaʿu ’l-beyÂn ’ın yazarı Tabersî ile değerli eserler kaleme alan İbn ŞehrÂşûb bunlar arasında sayılabilir.
İLHANLILAR DONEMİ (1256-1336) 656 (1258) yılında Moğol istilÂsı ile Bağdat ’taki Sunnî hÂkimiyetinin sona ermesi uzerine İsnÂaşeriyye ’nin rahat nefes alabildiği yeni bir devir acılmıştır. Bu donemin en onemli ismi Moğol Hukumdarı HulÂgû ’ya muşavirlik yapan, astronomi Âlimi, matematikci, filozof ve kelÂmcı Nasîruddîn-i Tûsî ’dir.
İbn Sîn ve diğer filozofların eserlerinden aldığı felsefî kavramları Şiî kelÂmına sokarak sistematik Şiî kelÂmının oluşmasına onemli katkılarda bulunduğu Tecrîdu ’l-kelÂm, Şiî imÂmet nazariyesini acıkladığı RisÂle-yi İmÂmet ve AḫlÂḳ-ı NÂṣırî adlı eserleri onun calışmalarından bir kısmını teşkil eder. Bu yıllarda da Şiîliğin ana merkezi olma ozelliğini surduren Hille ’de bircok Âlim yetişmiştir. Şiî fıkhının değerli eserlerinden ŞerÂʾiʿu ’l-İslÂm ’ın muellifi Muhakkık el-Hillî ve ictihadı Şiî fıkhının temel esaslarından biri haline getiren İbnu ’l-Mutahhar el-Hillî donemin onde gelen simalarındandır.
İbnu ’l-Mutahhar ’ın pek cok eseri arasında Olcaytu Han icin kaleme aldığı MinhÂcu ’l-kerÂme Şiî itikadı icin onemli kabul edilmektedir. Ebû Said Bahadır Han ’ın olumu uzerine (736/1335) İlhanlı saltanatı CelÂyirli ve Coban aileleri arasındaki mucadeleler sonucu yıkılmış, ardından İran ve Irak ’ta 782 ’de (1380) başlayıp 795 ’te (1393) tamamlanan Timur istilÂsı İsnÂaşeriyye icin yeni bir devir başlatmıştır. Timur ’un, Şiîliğe duşman olmamakla beraber Sunnî oluşu İsnÂaşeriyye ’yi yine takıyye durumuna gecmeye mecbur etmiştir. Zeydî ve İsmÂilî Şiîleri ’nin cok erken donemlerden itibaren Hindistan ’a nufuz etmelerine rağmen İsnÂaşerî Şiîliği muhtemelen Fîrûz Şah Tuğluk zamanında (1351-1388) buraya gelebilmiştir.
SAFEVİLER DONEMİ (1501-1737) Bu hÂnedan adını, İlhanlılar devrinde Tebriz ’in doğusundaki Erdebil ’de Sunnî bir tarikatın kurucusu olan Şeyh Safiyyuddîn-i Erdebîlî ’den almıştır. Kendisinden sonra yerine oğlu Sadreddin MûsÂ, torunu HÂce Ali ve onun oğlu Şeyh İbrÂhim gecmiştir. Tarikat HÂce Ali ’nin şeyhliğine kadar (794/1392) Sunnî iken onun zamanında İsnÂaşeriyye Şiîliği ’ne meyletmiştir.
Ozellikle HÂce Ali ’nin torunu Şeyh Cuneyd-i Safevî zamanında tamamen siyasî emeller taşıyan bir teşekkul durumundaki Erdebil Tekkesi onun oğlu Şeyh Haydar doneminde, daha once başlatılan devlet haline gelme teşebbusunu destekleyen onemli bir unsur olmuştur. Şeyh Haydar muridlerine on iki dilimli kırmızı tac giydirmiş ve onlara “kızılbaş” adını vermiştir.
Erdebil Tekkesi ’ne mensup Şah İsmÂil ’in 907 (1501) yılında başa gecişiyle İran ’da siyasî birlik sağlanmış ve İsnÂaşeriyye ’nin devlete hÂkimiyeti başlamıştır. Şah İsmÂil, Tebriz ’de iktidara gecer gecmez İsnÂaşeriyye Şiîliği ’ni resmî mezhep olarak ilÂn etmenin otesinde ucte ikisi Sunnî olan şehir halkından Şiîliği kabul etmeyenleri ve ozellikle Sunnî ulemÂyı şiddetle takip etmiş, meşhur Sunnîler ’in kabirlerini actırıp kemiklerini yaktırmıştır (Momen, s. 109). Hutbe ve sikkelerde on iki imamın ismini zikretmekle yetinmeyerek camilerde ve diğer yerlerde Hz. Ali ’nin duşmanları olarak ilÂn edilen Hz. Ebû Bekir, Omer ve Osman ile MuÂviye b. Ebû SufyÂn ’a lÂnet edilmesini ve aksine hareket edenlerin oldurulmesini emretmiştir. Ayrıca ezana bugun de kullanılan, “Eşhedu enne Aliyyen veliyyullah” ve “Hayye al hayri ’l-amel” cumlelerini ekletmiştir.
Safevîler devrinde, daha once yazılan eserlerdeki konular tekrar edilmekle birlikte Şiî duşuncesinde bir gelişmenin kaydedildiği de muhakkaktır. Bu donemde yetişen Âlimler arasında, Muhakkık-ı SÂnî ve HÂtemu ’l-muctehidîn lakaplarıyla anılan Nûreddin el-Kerekî, DÂmÂd Muhammed BÂkır, kelÂmcı ve matematikci BahÂeddin Âmilî, İslÂm felsefesinde onemli bir yeri olan Sadreddîn-i ŞîrÂzî ve Şiî-İmÂmî rivayetlerinin tamamını iceren BiḥÂru ’l-envÂr adlı eserin muellifi Muhammed BÂkır el-Meclisî zikredilmesi gereken onemli simalardır. Bunlardan Meclisî Safevî doneminin en guclu ismidir, onun calışmaları daha sonraki İsnÂaşerî Şiîliği ’nin gelişmesini ciddi şekilde etkilemiştir. Sûfîliğin ve felsefenin yasaklanması, İsnÂaşerî Şiîliği ’nin kesin ve değişmez bir kuralcı yapı icinde propaganda edilmesi ve Sunnîlik ile diğer dinî zumrelerin ortadan kaldırılması Meclisî ’nin faaliyetlerinin odak noktasını teşkil etmiştir. Meclisî ’nin bu tutumu İsnÂaşeriyye icin bir donum noktası olmuştur; zira ondan once Şiîlik ile sûfîlik yakın ilgi icinde bulunmuş, sûfîlik, Sunnîler arasında Şiî duygularının uyandırılması icin bir vasıta olarak kullanılmıştı. Bircok Şiî Âlimi, bu arada İbn TÂvûs, İbnu ’l-Mutahhar el-Hillî ve Meclisî ’nin babası Muhammed Takī el-Meclisî ya sûfîliğe yakınlık duymuş ya da kendilerini bu mesleğe mensup saymışlardı. Muhammed BÂkır el-Meclisî ’den başka cağdaşı Hur el-Âmilî de bu konuya ağırlıklı olarak onem vermiştir.
Bu donemde İsnÂaşerî duşuncesinde değişiklik olmuş ve ulem AhbÂrî-Usûlî adı altında ikiye ayrılmıştır. Aslında bu bolunmenin izleri V ve VI. (XI-XII.) yuzyıllara kadar uzanır. AhbÂrî ekolu, Muhammed Emîn el-EsterÂbÂdî tarafından XI. (XVII.) yuzyılın başlarında sistemli bir yapıya kavuşturulmuştur. EsterÂbÂdî ’nin temel hedefi, İsnÂaşerî fıkhını ictihada dayalı aklî esaslar yerine Kur ’an ve Ehl-i beyt ’ten gelen hadislere dayandırmaktı. Ancak Safevîler ’in son donemiyle Kacar hÂnedanının ilk yıllarında Âlimler fıkhî pek cok meseleyi cozme zaruretiyle karşı karşıya kalınca ictihad konusunda kendilerini serbest hissetmiş, bu durum AhbÂrîler ’in tepkisini doğurmuştu. Boylece AhbÂrî ustunluğu hemen hemen Afşarlar ’a kadar devam etmekle birlikte Muhammed BÂkır BihbehÂnî ’nin akıl ve ictihada karşı cıkanları tekfir etmesiyle Usûlî ekolu guclenmiş, AhbÂrî ekolu ise sadece Bahreyn, Guney Irak, Basra, KerbelÂ, Necef ve İran ’ın Kirman gibi bazı bolgelerinde kısmen itibar goren bir telakki durumunda kalmıştır. BihbehÂnî ayrıca merci-i taklîd muessesesini de kurmuştur. Buna gore merci-i taklîd olan muctehidler halkın bağlanacağı ve ornek alacağı şahsiyetler haline geliyordu.
Artık dinî kurumlar ve dinî eğitim bunlar tarafından yurutuluyor, zekÂt, humus ve diğer vergi gelirlerini doğrudan merÂci-i taklîd topluyordu. XIX. yuzyılın ortalarından itibaren ceşitli merci-i taklîdler icinde sadece biri merci-i mutlak olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Safevîler doneminde muharrem Âyinlerine yenileri eklenmiştir. Aslında bir Sunnî olan Huseyin VÂiz-i KÂşifî ’nin Kerbel Vak‘ası ’nı anlattığı Farsca Ravżatu ’ş-şuhedÂʾ adlı eseri Safevîler devrinde ağlama ve zikir toplantıları sayesinde yaygın bir şohrete kavuşmuştur. Bu toplantılara RavzahÂnî (Ravżatu ’ş-şuhedÂʾ adlı eserin okunması) denmiş, bunu okuyanlar da Ravzahan diye anılmıştır. Safevîler doneminde İsnÂaşerî Şiîliği Hindistan ve Bahreyn ’de de yayılma istidadı gostermiştir.
AVŞAR VE KACAR HANEDANLARI DONEMİ (1736-1925) Turk asıllı Avşar aşiretinden NÂdir Şah ’ın 24 Şevval 1148 (8 Mart 1736) tarihinde Safevî iktidarına son vererek yonetimi ele gecirmesi İran ’da Şiîliğin tekrar sıkıntılı gunlere girmesine sebep olmuştur. Zira NÂdir Şah, İran ’da Sunnîliği yeniden tesis edip Şiîliği ortadan kaldırma faaliyetlerine girişmiştir. Onun bu tutumu Şiî ulemÂnın mukavemetiyle karşılaşmışsa da Şiî Âlimleriyle, sahÂbeye dil uzatma gibi davranışlardan vazgecilmesi konusunda bir karara varılmıştır (1156/1743). Ancak Şiî halk tabakası alışkanlıklarını surdurmuştur. NÂdir Şah ’ın 1160 ’ta (1747) oldurulmesi uzerine baş gosteren karışıklık sonunda Kacar aşiretinden Ağa Muhammed Şah 1200 (1786) yılında şahlığını ilÂn etti. 1344 ’e (1925) kadar devam eden Kacarlar devrinde İsnÂaşeriyye bir devlet desteği olmaksızın tabii seyri icinde gelişme kaydetmiştir. Safevîler, kendi donemlerinde “Allah ’ın yeryuzundeki golgesi” ve “gāib imamın nÂibi” olduklarını ileri surerken Kacarlar “Allah ’ın yeryuzundeki golgesi” iddiası ile yetinmiş, gāib imamın nÂibliğini ulemÂya bırakmışlardı. Bu anlayışın neticesinde Şiî Âlimleri XIX. yuzyıldan itibaren sadece devlet işlerinden uzaklaşmakla kalmamış, aynı zamanda Necef ’e cekilerek bazan devletten yana olmuş, bazan da ona karşı cıkacak şekilde mustakil hareket eder duruma gelmiştir. Bu arada İran ’da kalan ulem da Şiî dunyasının mÂnevî onderliği icin Necef ’le ciddi bir yarışa girmiştir. Nitekim XX. yuzyılın başlarında gercekleştirilen anayasa hareketleri sırasında İran ’da bulunan İsnÂaşerî ulemÂsı onemli rol oynamış ve buyuk coğunluğu bu hareketi desteklemiştir.
Şeyh Fazlullah-ı Nûrî gibi bazı Âlimler, anayasa taraftarlarınca savunulan reformların şeriatı zayıflatabileceği ve Batılılar ’ın İran ’a nufuzlarını guclendireceği gerekcesiyle bu harekete karşı cıkmışsa da halkın ve ulem coğunluğunun baskısı sonucu Muzafferuddin Şah 1906 ’da anayasayı kabul etmiş ve 1907 ’de yururluğe koymuştur. Buna gore beş kişilik bir muctehidler kurulu, millet meclisi tarafından kabul edilen kanunları inceleme ve İsnÂaşeriyye inancına uymayanları reddetme hakkına sahipti. Bu donemin Âlimlerini, genellikle Muhammed BÂkır el-Meclisî ’nin oğrencileri olan BahÂeddin Muhammed el-İsfahÂnî ve İsmÂil b. Muhammed b. Huseyin el-MÂzenderÂnî ile Muhammed BÂkır BihbehÂnî ’nin oğrencilerinden Bahrululûm-i TabÂtabÂî, Ca‘fer b. Hızır KÂşifulgıtÂ, Seyyid Muhammed BÂkır Şeftî, CevÂhiru ’l-kelÂm adlı fıkıh kitabının muellifi Muhammed Hasan b. BÂkır en-Necefî gibi isimler temsil eder. Kacarlar devrindeki onemli bir gelişme de Ahmed b. Zeynuddin el-AhsÃ‚î ’nin kurduğu Şeyhiyye hareketidir. Daha sonra 1845 ’te Mirza Ali Muhammed tarafından kurulan BÂbîlik de İsnÂaşeriyye ’den doğmuştur. Ote yandan Hintliler ve İranlılar İsnÂaşerî Şiîliği ’ni Nepal, Tibet, Burma, Tayland, Cava ve Doğu Afrika ’ya yaymaya calışmışlardır.
PEHLEVİLER DONEMİ (1925-1979) VE SONRASI Son Kacar sultanı Ahmed Şah ’ın 1925 ’te İran Meclisi tarafından hal‘edilmesi uzerine o sırada Harbiye nÂzırı olan Rız Han “Pehlevî” unvanı ile kendisini hukumdar ilÂn ederek Aralık 1925 ’te tac giydi. 25 Ağustos 1941 ’de İngiliz ve Rus askerî birlikleri İran ’ı işgal edip şahı tahttan indirdiler.
1944 ’te yerine oğlu Muhammed Rız Şah Pehlevî gecti. İran ’da koklu reform ve Batılılaşma faaliyetlerine girişen Rız Şah ve oğlu ulem sınıfının sert tepkileriyle karşılaştı. Ozellikle Muhammed Rız Şah ’ın 1960 yılında “Ak Devrim” adıyla giriştiği reformlara, o zamana kadar siyasetten uzak kalan merci-i mutlak Âyetullah Burûcirdî karşı cıktı.
Onun 31 Mart 1961 ’de olumu uzerine başlayan yeni donemde merci-i mutlak olarak yerini alacak bir muctehid yoktu. Bu gelişmeler cercevesinde ulem muhafazakÂr, merkezci ve radikaller olmak uzere uc gruba ayrıldı.
MuhafazakÂrlar siyaset dışı kalmayı, ulkede ulem sınıfının onculuğunde İsnÂaşerî ilkelerinin hÂkim kılınmasını istiyorlardı. Bu grubun onderleri Âyetullah Burûcirdî ’nin halefleri olan Muhammed Rız GulpÂyigÂnî, Ahmed HÂnsÂrî, HÂdî MîlÂnî, Muhammed Huseyin KÂşifulgıtÂ, Muhammed Huseyin TabÂtabÂî, Seyyid ŞehÂbeddin Mar‘aşî ve donemin guclu muctehidi Muhammed KÂzım ŞerîatmedÂrî gibi Âlimlerdi. Merkezcilerin sozculuğunu Âyetullah Murtaz Mutahharî ve Âyetullah Muhammed Huseynî Bihiştî yapıyordu. Bunlar, siyaset dışı kalmak yerine siyasetin Ca‘ferî fıkhına uygun reformlarını desteklemeyi tercih ediyorlardı.
Radikal grubun 1962 yılındaki en onemli temsilcisi Âyetullah Humeynî ’dir. Humeynî rejimi ve şahı sert dille eleştirmiş, İsnÂaşerî duşuncesine velÂyet-i fakīh inancını yerleştirmiş, ulemÂyı gāib imamın yetkileriyle donatılmış olarak kabul ettikten başka onların devlete meşrûluk kazandırmak icin siyasî guc ve fonksiyonlara da sahip olduklarını ileri surmuştu.
Bununla birlikte İsnÂaşeriyye ’ye bağlı Irak, Bahreyn, Suriye ve Hindistan Şiîleri ’nin buyuk coğunluğunun Humeynî ’nin velÂyet-i fakīh goruşleriyle ilgili ciddi tereddutlerinin bulunduğu bilinmektedir.
İSLAM TOPLUNUN EN BUYUK AZINLIĞI İslÂm toplumunda en buyuk azınlığı teşkil eden İsnÂaşeriyye Irak ’ta ortaya cıkmış olmakla birlikte zamanla diğer bolgelere de yayılmış, başta İran olmak uzere Azerbaycan, bazı korfez ulkeleri, Afganistan ve Hint alt kıtası gibi yerlere ulaşmıştır. Ancak diğer İslÂm fırkaları gibi İsnÂaşeriyye ’nin nufusuyla ilgili kesin rakamlardan soz etmek mumkun değildir. Fırkanın kendi mensupları ve Ehl-i sunnet Âlimleriyle Batılı araştırmacıların verdiği bilgiler birbirini tutmamaktadır. Esasen bazı İslÂm ulkelerinin mezhep farklılıklarını istatistiklere yansıtmak istememesi, bir kısım ulkelerde geliştirilmiş bir nufus sayımı sisteminin bulunmaması, ayrıca bazan Şîa genel adı altında fırkanın Zeydiyye, İsmÂiliyye gibi diğer Şiî gruplarla birlikte anılması sebebiyle nufusla ilgili olarak verilen rakamlar tahminî olmaktan oteye gecmemektedir.
İsnÂaşeriyye, toplam Musluman nufusun % 6,2 ’si ile (Mahmûd ŞÃ‚kir, s. 25) % 10 ’u (Momen, s. 282) arasında değişen oranlarda gosterilmektedir. En yoğun nufusu barındıran ulke İran olup kaynaklarda İran ’ın % 64-88 ’i İsnÂaşerî olarak kaydedilmektedir. Fırka nufusunun yoğun olduğu ikinci ulke ise Azerbaycan ’dır, bu ulke nufusunun yaklaşık % 70 ’i İsnÂaşerî ’dir (DİA, IV, 317).
İsnÂaşerî nufusu diğer ulkelerde tahminî olarak şoyle gosterilmektedir: Irak % 57,1; Bahreyn % 54,4; Lubnan % 29,8; Kuveyt % 18,8; Pakistan % 14,5; Afganistan % 5,9; Suudi Arabistan % 2,3; Hindistan % 1,8. Ayrıca buna Afrika ’da bulunan 40-50.000 dolayında mezhep mensubuyla Avrupa ve Amerika ’ya goc etmiş kesimi de eklemek gerekir (Momen, s. 282).
Turkiye ’de ise Kars ve Iğdır illerine bağlı bazı yerleşim merkezleriyle 1970 ’lerden sonra adı gecen illerden buyuk şehirlere goc etmiş 1 milyon dolayında İsnÂaşerî nufusu bulunmaktadır. Buna gore fırka İslÂm toplumunun en cok % 10 ’unu teşkil etmektedir.
Kaynak: DİA
İslam ve İhsan