
Fanî Âlemdeki insÂn-ı kÂmil azlığında insan aramak, sonsuz ideale susamış insanın arayışıdır.
CenÂb-ı Hak buyuruyor:
“…Nefse ve ona birtakım kÂbiliyetler verip de iyilik ve kotuluklerini ilhÂm edene yemin ederim ki, nefsini kotuluklerden arındıran (tezkiye eden) kurtuluşa ermiş, onu kotuluklere gomen de ziyÂn etmiştir.” (Şems, 7-10)
Rasûlullah (sav) buyurdular:
“Allah TeÂlÂ, Âdem ’i yeryuzunun her tarafından aldığı bir tutam topraktan yaratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izÂfeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kotu huylu olarak (yÂni muhtelif istîdÂd, husûsiyet ve karakterde) dunyÂya gelmiştir.” (Ebû DÂvud, Sunnet, 16; Tirmizî, Tefsîr, 2/2955; Ahmed, IV, 400) Hazret-i MevlÂnÂ, bu fanî Âlemdeki insÂn-ı kÂmil azlığını şoyle bir hikÂye ile anlatmaktadır:
“Bir gece vakti evimden dışarı cıktım. Kırlarda geziyordum. Bir adamcağızın elinde fenerle dolaştığını gordum:
«–Bu gece karanlığında ne arıyorsun?» diye sordum. Adam;
«–İnsan arıyorum.» diye cevap verdi. Ona dedim ki:
«–Yazık! Boşuna yoruluyorsun… Ben yurdumu terk ettim de yine onu bulamadım. Git evine, yat, rahatına bak. Nafile arıyorsun, onu hicbir yerde bulamayacaksın!» Adamcağız acı acı baktı:
«–Bulamayacağımı ben de biliyorum. Ama yine de aramaktan zevk alıyorum.»” Bu cevap, sonsuz ideale susamış insanın arayışıdır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Temmuz-2005
İslam ve İhsan