
Teravih ile sahur arası, Ramazan ’ı ozel bir zaman dilimi haline getiren sayısız Âdete ev sahipliği yapardı. Gunduz az calışıldığı icin teravihten sonra uyumak coğunlukla tercih edilmez; aile sohbetleri, oyunlar, dinî-ilmî meclisler, bazı mekÂnlarda şiir ve edebiyat sohbetleri gibi geleneklerle Ramazan, kultur ve medeniyetin kurucu unsurlarından biri haline gelirdi.'Osmanlı İstanbulu'nda Ramazan'ın ilk karşılandığı yerler uc aylarla hummalı bir hazırlığın başladığı evlerdi. Ama Berat Kandili birlikte hukumet tenbihnÂmeler neşreder ve bunlar mahalle imamları vasıtasıyla halka tebliğ edilirdi. Mubarek gunlere hurmeten evlerin, sokakların ve dukkÂnların temizliğine azami itina gosterilmesi, padişahın şehri ziyareti esnasında uyulması gereken kurallar, seyir yerlerine kadın ve erkeklerin gidebileceği gunler, bu esnada dikkat edilecek hususlar, Ramazan hayatına mugayir olan ve sosyal duzeni bozacak kacınılması gereken hareketler tenbihnÂmelerin ana konusuydu.
Şaban ayının yirmi dokuzuncu gunu akşamı, yuksek bir yerden ayın ilk hilalini goren bir gozcu bunu iki şahitle İstanbul kadısının onunde ispatlar ise Ramazan'ın başlamış olduğu Suleymaniye Camiî minarelerinin kandillerinden gorulurdu. Akabinde mahalle bekcisi gumburdettiği davuluyla sokak sokak dolaşıp arkasına taktığı, bu heyecandan nasiplenmek isteyen bir cocuk ordusuyla Ramazan'ı cumle Âleme ilan ederdi. Ruyet-i hilÂl gercekleşmezse Şaban otuz gun olarak kabul edilir, otuzuncu gune bu sebeple “yevm-i şekk", şuphe gunu denilirdi.
MİNARELER IŞIKLI, SOFRALAR ŞEN
Ramazan'da mahyacıların minareler arasına gerdikleri yazılar kadar ve belki ondan daha cok gul, lale, cami, minber, hilal, kayık, Kız Kulesi gibi kurdukları ışıklı mahyalar dikkat cekerdi. Kadir ve Arife geceleri minareler kulÂhından şerefelerinin alt kısmına kadar aydınlatılır, buna da minarelere kaftan giydirmek denirdi.
Evler, kapıyı “selamun aleykum" diyerek calan herkese acıktı. İftara kac misafir geleceği bilinemediği icin fazladan pişen aş, eğer kalırsa ertesi gun fukaranın azığı demekti. EkÂbir konaklarında ise her iftar Tanrıkulu misafirler ağırlandıktan sonra onlara diş kirası namıyla kadife keseler icerisinde bir miktar atıyye vermek Âdettendi. Ramazan'ın ilk gunu butun resmî daireler tatil edilir, memurlar gorevlerine Ramazan boyunca munavebe ile devam ederdi.
PADİŞAHIN RAMAZAN'I
Ramazan'ın on dordu, Topkapı Sarayı'nda Kutsal Emanetler'in bulunduğu dairede temizlik merasiminin yapıldığı gundu. Bizzat padişahın katılımıyla gercekleşen bu merasimde gul suyu dolu kÂselere batırılan bezlerle Hırka-i Saadet Dairesi temizlenirdi. Ertesi gun padişah sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesi'nde cemaatle kılar; oğle namazını muteakiben Hırka-i Şerif ziyaretini gercekleştirirdi. Aynı gun ikindi vakti ise Şehzadebaşı'nda toplanan kalabalık, birazdan onlerinden gececek saray ahalisini gormek icin yol boyunca dizilirdi. Padişahın Ramazan'da bir de gorunmez yuzu vardı ki bu, tebdil-i kıyafetle halka karışan hunkÂrın, kenar mahallelere kadar koşe bucak dolaşıp işlerin yolunda gidip gitmediğini gormesi icin en iyi yoldu. TenbihnÂmelere uyulup uyulmadığı, et, ekmek, yağ ve diğer ihtiyacların belirlenen fiyatta satılıp satılmadığı bizzat Padişah tarafından boylelikle kontrol edilirdi.
1759'dan 1924'e kadar devam eden Ramazanlarda, padişahın huzurunda yapıldığı icin “Huzur Dersleri" ismiyle anılan tefsir sohbetleri ise ayrıca zikre değer. Donem donem değişen sayıda Âlimin katıldığı bu sohbetlerde, ders veren Âlime mukarrir, muzakere edenlere ise muhatap denilirdi. Her padişahın tercihine gore bazen Cuma dışındaki butun gunler, bazen haftada birkac gun, bazen de Ramazan'ın ilk on gunu şeklinde icra edilen bu dersler genelde Kadı BeyzÂvi'nin tefsirinden yapılır, derse iştirak edenler ilmî serbestiyet icinde goruşlerini belirtirlerdi.
Teravih ile sahur arası, Ramazan'ı mahsus bir zaman dilimi haline getiren sayısız Âdete ev sahipliği yapardı. Gunduz az calışıldığı icin teravihten sonra uyumak coğunlukla tercih edilmez; aile sohbetleri, oyunlar, dinî-ilmî meclisler, bazı mekÂnlarda şiir ve edebiyat sohbetleri gibi geleneklerle Ramazan, kultur ve medeniyetin kurucu unsurlarından biri haline gelirdi. Şehzadebaşı'nda Damat İbrahim Paşa'nın 18. yuzyılda sutunlu bir carşı olarak yaptırdığı Direklerarası ise 19. yuzyılda Ramazan eğlencelerinin mekÂnı olmuş; buyuk kahvehanelerinde oynanan ortaoyunu, meddah ve karagoz oyunları ile bunlara sonradan eklenen pehlivan gureşleri, tuluat, tiyatro ve at cambazı kumpanyaları burayı ozellikle genclerin uğrak yeri haline getirmişti.
İSTANBUL GECELERİNDE TEMAŞA
Her sene Ramazan'ın yirmisini izleyen gunlerde Beyazıt Kulesi civarında iftar yapmak Âdettendi. Ay karanlığına tesaduf eden bu gunler İstanbullu icin Adalar'dan Fenerbahce ve Uskudar'a kadar seyrine doyumsuz bir grup manzarasının ardından loş karanlıkta karşı kıyılardan yukselen minarelerin kandil ve mahyalarının, gokteki parlak yıldızlara ve denizde ilerleyen vapurların ışıklarına karıştığı bir temaşa vadetmekteydi.
Kadir Gecesi akşamlarında Topkapı Sarayı'nda duzenlenen Kadir Alayı ile padişah, maiyeti eşliğinde saraydan cıkar; iftarlarını orada acıp akabinde Kadir Gecesi namazlarına katılmak uzere toplaşan kalabalık ile Ayasofya'ya gecerdi. Sultanların Kadir gecelerinde bazen Sultanahmet veya Yıldız Hamidiye gibi camilere gittiği de vÂki idi. Kadir Alayı'nın guzergÂhı boyunca meşaleler yakıldığı gibi onden giden yirmi meşale ve kırk fener de yolu aydınlatırdı. Padişah ve maiyeti gorevli imama uyup namazlarını kıldıktan sonra alay aynı merasimle geri donerdi.
Osmanlı'da Ramazan demek, hayır ve hasenatın bol olduğu; imaretler, aşevleri, daru'z-ziyafeler ve bîmarhanelerinde fakirlerin cokca kollanıp gozetildiği bir ay demekti. 18. ve 19. yuzyılda İstanbul'u ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, Avrupa'da adım başı rastladıkları dilencileri, dilenciliğin hoş gorulmediği Osmanlı toplumunda neredeyse hic gormedikleri icin şaşkınlıklarını ifade etmişlerdir. İhtiyac sahibi olup da dilenemeyenler icin duşunulmuş bir uygulama olan sadaka taşları, yerleştirildikleri cami veya turbelerin kuytu koşelerinde, veren el ile alan elin hicbir goze ilişmediği mustesna bir yardımlaşmanın sembolu idi.
Kaynak: Yeni Şafak
İslam ve İhsan