
Olumu bile ehlileştiren Osmanlıların dirilerle oluler arasındaki irtibatı sağlayan o gizli dilini anlamak icin sadece Osmanlı Turkcesi bilmenin yetmeyeceğini, Osmanlı kultur tarihine ve estetik dunyasına da vÂkıf olmak gerektiğini soyluyor bize mezar taşları…Mezar taşlarında gorunen, bizim okuduğumuz sadece taşa hakkedilmiş yazılardan ibaret değil. Muazzam bir atıf ve semboller hÂlesiyle orulu Osmanlı kultur dunyasının renkli yansımalarını temaşa edebileceğimiz en zengin aynalardan biridir mezar taşları.
Mezarların baş ve ayak taraflarına dikilen, uzerlerinde ait olduğu kişinin statu, meslek, aile bağları vs. belirten sembolleri taşıyan bu taşlardaki yazı stilleri ve başlıkları adeta birer şaheserdirler.
Yolu payitahttan gecen hemen her seyyahın dikkatini şehrin siluetine damgasını vuran camilerden sonra mezarlıklar ceker. O kadar ki, 19. yuzyılda İstanbul'u ziyaret eden bir seyyah, “İnsan, gozu mezarlıklara ilişmeden bir şehre ne girebilir, ne de cıkabilir” demekten kendisini alamaz.
İstanbul mezarlıklarındaki onlarca ceşit başlıkla irili ufaklı mezar taşları ve servilerle adeta bir orman goruntusu yaratan bu tabloyu eserlerine kaydetmeyi ihmal etmeyen gezginleri bu kadar etkileyen şey neydi?
Bugunun insanı icin bırakın kendisiyle yuzleşmeyi, telaffuzu bile garip, urpertici hatta korkunc geliyor olum, mezar, mezar taşı gibi kelimelerin… Olumu, Tanpınar'dan odunc alarak soylersem, ehlileştiren Osmanlıların dirilerle oluler arasındaki irtibatı sağlayan o gizli 'dil'ini anlamak icin sadece lisana aşina olmanın yetmeyeceğini, kulture de aşina olmak gerektiğini hatırlatıyor Mehmet Samsakcı'nın Olume Acılan Estetik Kapı: Turk Mezar Taşı Edebiyatı adlı kitabında.
Kitapta Turk kultur, sanat ve edebiyat tarihinde olum duşuncesine genel bir bakışın ardından 18. yuzyıldan Cumhuriyet devrine kadar derviş, kadın, cocuk, ust duzey devlet gorevlileri gibi toplumun pek cok kesiminden insanların mezar taşları incelenmiş. Şairlerin mezar taşları ve yeni Turk edebiyatındaki olum edebiyatı, “kitabe-i seng-i mezar” tarzı şiirlerden yola cıkarak ele alınmış.
KİTABELERİ DEŞİFRE ETMEK Mezar taşlarındaki edebî geleneği merkeze alarak buradan yansıyan zihniyet, hassasiyet ve kabulleri ortaya koyan ve sahasında bir ilk olan bu metinler Zeytinburnu, Fatih Camiî Haziresi, Edirnekapı Şehitliği, Zeynep Sultan Camiî Haziresi gibi İstanbul mezarlıklarından secilen mezar taşı kitabelerinin, tabiri caizse, deşifrelerinden oluşuyor.
Şimdi gelin, taşlardaki “Gel efendim nazar eyle şu mezarım taşına” cağrısına kulak verelim ve yaklaşık 60 mezar taşı metninden rastgele birini secip okumaya başlayalım:
Saîd-i Mevlevî done done azm etti ukbÂya
Bulunmazdı nazîriÂh kim dergÂh-ı dunyÂda
Nedîm olmuştu evvel sÂnîsi yok yektÂ-ed cok yıl
LiyÂkatle ucuncu Şeh Selim-i dÂd-mu'tÂda
Hele cennet-mekÂn MahmûdHÂn'a bulduğu mazmun
LÂtîfe soylerim zanneyleme gelmezdi ta'dada
UsûleÂşina neyzendi tebdîl-i makÂmetdi
Sez hicriyle nÂy-ı ehl-i mutrıb gelse feryÂda
Azîzmu'tekid hem muntesib bir pîr idi merhum
Şefî-i curmu olsun Hak erenler rûz-ı ferdÂda
Guher-pÂşmunÂcÂt evvel yazıp tÂrîhiniSafvet
Saîd olsun musÂhib Hazret-i Molla'ya Me'vÂ'da
1272 fî 27 Ca (Cemaziyelevvel) 4 Şubat 1856
18-19. yuzyıllarda yaşayan Hayalî Said Efendi'ye dair başta devrin kaynakları ve arşiv vesikaları olmak uzere pek cok bilgiye sahibiz. Ancak bugun icin elimizde sadece Eyup Bahariye'deki mezar taşı kitabesi olsaydı acaba meşrebine, mesleğine, tabiatına ve becerilerine dair neler oğrenebilirdik?
Mezarda ilk dikkatimizi ceken husus, baş taşının ustundeki festir. II. Mahmud devrinde resmî başlık olarak kabul edilen bu serpuş bize Said Efendi'nin bir devlet memuru olduğu bilgisini daha ilk bakışta veriyor.Govdesindeki kabartma Mevlevî sikkesiyle Said Efendi'nin mensup olduğu tarikat hakkında da malumat sahibi oluyoruz. Bir imparatorluk tarikatı olarak II. Bayezid doneminde tam anlamıyla şehrin gundelik hayatına dahil olan Mevlevîlik Osmanlı estetik dunyasının şekillenmesine buyuk katkı sağlamış. Merhum da Beşiktaş Mevlevihanesi'ne intisaplı olup Şeyh Yusuf Dede'den sikke de giymiştir.
Bir olum ayeti ve “Ya Hazret-i MevlÂn CelÂleddîn-i Rûmî”den sonra başlayan manzum kitabenin ilk beytinde Mevlevî Said'in “done done” ahirete goctuğunu oğreniyoruz. “Done done” ikilemesiyle Mevlevî ayin-i şerifi olan sema'a atıf yapan şair, merhumun tarikatını vurguluyor. Ayrıca “yukselen” manasına gelen “Saîd”ile, “yola cıkmak, yola koyulmak” anlamlarına gelen “azm etmek” fiilini birlikte duşunduğumuzde merhumunukbaya “uctuğu” imajı derhal zihnimizde uyanıyor. Semada bir nevi uruc, yani manevî bir yukselmedir.
MISRALARDA GİZLENEN ANLAMLAR III. Selim'in nedimi şeklinde zikredilen Said Efendi'nin yaptığı işi de oğreniyoruz. Şiir ve şarkı soyleyerek padişahın hoşca vakit gecirmesini sağlayan sohbet arkadaşı şekline tanımlayabileceğimiz nedimlikte “evvel sanisi” yoktur, eşsiz bir konuma sahiptir. Burada “evvel” ve “sani” ile saraydaki hiyerarşik yapıya da işaret ediliyor. “Yekta-eda” ile yine merhumun “tekliği” vurgulanırken edanın Said Efendi'nin de ilgilendiği hat ve musikîdeuslûp anlamına geldiğini hatırlatalım.
Ucuncu beyitte II. Mahmud'a da musahiblik yaptığını oğreniyoruz. Nuktedanlığı ve hazırcevaplığıyla padişah meclislerinin vazgecilmez adamı olan Said Efendi'den 19. yuzyıl Osmanlı saray hayatının onemli kaynaklarından LetÂif-i VekÂyi-i Enderûniyye'de “musahibÂn-ı hoş sohbet” diye bahsediliyor. Bu arada III. Selim'in Mevlevî olduğunu, II. Mahmud'un da bu tarikati desteklediğini soyleyelim.
Mazmun kelimesi aslen “ince soz, espri” manasına geldiğinden sayısız latifesiyle Sultan'ı memnun ettiğini oğrendiğimiz merhumun bu “latife-gû” vasfını “Latife soylerim zannetme”, yani şaka değil, gercek, diyerek vurguluyor.
Merhumu, bir musiki terimi olarak “olculerin belli amaclarla kalıplaştırılmış şekli” demek olan usûl'e aşina, yani bu işte usta, bir neyzen olarak vasıflandıran şair, “tebdil-i makam” tamlamasıyla da şairin hem bu dunyadan ahirete goctuğunu, yani mekÂn değiştirdiğini, hem de musikîdeki makam değişikliğini işaret eder. Zira bir sonra mısrada ondan ayrılığın acısıyla mutrıb ehlinin neyinin feryadu figÂn etmesini layık bulur.
Usûl, neyzen, tebdil-i makam, nÂy, mutrib gibi musiki terimlerinin bir beytin icinde ustaca kullanılması, bizedevrin kaynaklarında onemli neyzenler arasında adı gecen Efendi'nin bir hususiyetini haber verir.
Beşinci beytin başındaki “Aziz” hitabı hem ziyaretciler hem de merhumun kendisi icin kullanılmış. Mu'tekid(bağlanmış) ve muntesib (mensup, intisaplı) kelimeleriyle yine Mevlevîliğine atıf yapılmış. İkinci mısrada başta Mevlana olmak uzere Mevlevî buyuklerinden merhuma şefaatci olması istenirken ilk mısradaki “pîr” kelimesi yaşlı manasına gelmesinin yanında Hz. Mevlana'nın unvanlarından biri olan “Hz. Pîr”i cağrıştıracak şekilde kullanılmış. Rûz-ı ferd (yarınki gun) ile de mahşer gununun kastedildiği acık.
Şair(Safvet), adını zikrettiği ve merhumun vefat tarihini ebced hesabıyla verdiği son beyitte Said Efendi'nin Me'va cennetinde Hazret-i Mevlana'ya musahib olması icin dua etmektedir.
CENNET Mİ CEHENNEM Mİ? Osmanlı sosyal tarihiyle ilgili kıymetli calışmalara imza atan Ekrem Işın, Osmanlı kulturundeki semboller dunyasını deşifre ettiği bir yazısını şoyle noktalıyordu:
“Osmanlı kulturu, sembollerin diliyle konuşur. Bu dili cozup layıkıyla anlayanlar icin bu medeniyetin insan ruhuna nakşettiği hazine tam bir cennet; kulakları sağır, gozleri kor ve dilleri kekeme olanlar icin ise tam bir cehennemdir.”
Biz kendi cehennemimizi hazırladığımız yetmezmiş gibi, bir de ona kendi ellerimizle odun taşımışız. Umidimiz o ki, bir mezar taşı kitabesinde yer alan şu dua makbul ola:
“Bize bir Fatiha ihsan eden bulur cenneti.”
Kaynak: Yeni Şafak
İslam ve İhsan