
CenÂb-ı Hak, peygamberlerini nubuvvetin feyzini almaya orucla hazırlamıştır. Onlar mÂnevî kemÂlÂtın zirvesine ulaşınca bir sure insanlık Âleminden uzaklaşmış ve kendilerinde melekî vasıflar tecellî etmiştir. Boylece kalpleri ve dimağları, ilÂhî vahyin feyziyle dolup taşmıştır.
MeselÂ; Sina Dağı ’nın pek kıymetli peygamberi Hazret-i Mûs -aleyhisselam- Tevrat nÂzil oluncaya kadar kırk gun kırk gece oruc tutmuştur.
Sair Dağı ’nın mukaddes peygamberi Hazret-i Îs -aleyhisselam- da, İncil ’den ilk kelÂmı duyuncaya kadar, kırk gun kırk gece oruc tutmuştur.
Hazret-i Muhammed –sallallahu aleyhi ve sellem- de, Kur ’Ân-ı Kerîm nÂzil olmaya başlamadan once, uzun sure Mekke yakınındaki Hira Mağarası ’nda yalnız başına kalmış ve gunlerini muhtelif ibÂdetlerle gecirmiştir. Sonunda Cibrîl ’in sesinden mujdesini almış ve ilÂhî feyizlerin nûru, gonlune doğmaya başlamıştır.
Yine MîrÂc ’a cıkıp CenÂb-ı Hak ile keyfiyeti bizce mechul olan husûsî bir goruşmeye nÂil olmadan evvel, muşriklerin uc sene devam ettirdikleri ambargo boyunca şiddetli aclığa ve muhtelif sıkıntılara sabrederek rûhî kemÂlÂtın zirvesine yukselmiştir.
ORUCUN ASIL GÂYESİ
Bu hakîkatler de gosteriyor ki, orucun asıl gÂyesi ve faydası mÂnevîdir. Dolayısıyla oruc, bir ibÂdet olduğundan, sırf o gÂye ile tutulmalıdır. Onun yalnız zÂhirî faydaları gÂye hÂline getirilirse, oruc, ibÂdet olmaktan cıkar. Yani oruclarımızda mide dolgunluklarını onlemek, kilo vermek gibi gÂyeler olmamalıdır. Boyle oruclarda rızÂyı ilÂhî duşunulemez. Allah icin tutulan oruclarda ise bu gibi faydalar zÂten kendiliğinden zuhûr eder.
Bu sebeple oruc tutan musluman, kalbî hayatını, nefsÂnî arzu, meyil ve duşuncelerden korumalıdır. Sadece yemek-icmek gibi bedenî temÂyullerden uzak durmakla kifÂyet etmeyip gonul Âlemini de gıybet, yalan, kin ve haset gibi her turlu suflî tavırlardan da muhafaza etmelidir.
Burada sayamadığımız daha pek cok fayda ve fazîleti sebebiyle CenÂb-ı Hak, kullarını oruca teşvik etmiştir. İnsanların oruca rağbet etmeleri icin de onun fazîletini kat kat artırmıştır. Her iyiliğe, on mislinden yedi yuz misline kadar sevap verilir. Ancak oruc bunun hÂricindedir. Onun karşılığını Allah TeÂl hesapsız olarak verecek ve oruc tutan kullarını gerek dunyada gerekse Âhirette sevindirip Cennet ’inde husûsî olarak ağırlayacaktır.
BİR KİMSE HAKARET EDER VEYA CATARSA…
Rasûlullah –sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Allah TeÂl şoyle buyurdu: «İnsanın oruc dışındaki her ameli kendisi icindir. Oruc ise Ben ’im icindir, onun mukÂfatını da Ben vereceğim.» Oruc kalkandır. Biriniz oruc tuttuğu gun kotu soz soylemesin ve kavga etmesin. Şayet biri kendisine hakaret eder ya da catarsa:
«–Ben orucluyum!» desin. Muhammed ’in canı kudret elinde olan AllÂh ’a yemin ederim ki, oruclunun ağız kokusu, Allah katında miskten daha hoştur. Oruclunun sevineceği iki Ân vardır: Biri, iftar ettiği Ândır, diğeri de Rabb ’ine kavuşup orucunun karşılığını gorduğu Ândır.” (BuhÂrî, Savm, 9; Muslim, SıyÂm, 163)
VelhÂsıl oruc, rûhun en guzel gıdÂlarından biridir. Kulu bedenen ve mÂnen riyÂzat hÂlinde yaşatır. HelÂlleri bile asgarîde kullanmaya alıştırarak rûhu inkişÃ‚f ettirir. HelÂlleri dahî riyÂzat hÂlinde kullanan bir mu ’min ise şupheli şeylerden daha fazla sakınır ve haramlara hic yaklaşmaz.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Din İSLAM, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan