İslam duşunce tarihinde Hz. Peygamberin (a.s) anne ve babasının Âhiretteki durumuyla ilgili olarak bircok risale yazılmıştır. Bu meselenin arkaplanında Kur ’an ’da “muşriklerin necis”2 olduğuna dair bilgi ile Hz. Peygamberin anne-babasının bu bağlamdaki durumunun nereye oturduğu meselesine acıklık getirme duşuncesi vardır.Hicbir Muslumanın zihin ve gonul dunyasında mulevves bir bedenin Muhammedî nurun mecrÂsı olabileceğini kabul etme inancı yoktur. Bundan dolayı, Kelam tarihinde Hz. Peygamberin ebeveyninin dini durumunu temize cıkaran cok sayıda calışma yapılmıştır.

İslam kelam Âlimleri bu meseleye “ehl-i fetret” acısından yaklaşmışlardır. Fetret kelimesi sozlukte, “bir şeyin şiddetini kaybedip gevşemesi ve zayıflaması” anlamındaki futûr mastarından isim olup, “zaaf, gevşeme, gucunu ve tesirini kaybetme” manasına gelir. Fetret daha cok, Hz. İsa ile Hz. Muhammed (a.s) arasında gecen tebliğsiz donem icin kullanılır. Bu donemde yaşayan topluluklara da “fetret ehli” denir.3 Şu Âyette acıkca fetret kelimesinin hem sozluk ve hem de geleneksel tanımdaki anlamları teyit edilmektedir. “Ey ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği/ bilinemez bir hÂle geldiği bir fetret zamanında, bakınız size resulumuz geldi; tatlı ve acı hakikatleri size beyan ediyor. Bize, ne, beşaretle sevindirecek bir mujdeci, ne ihtar ile gocunduracak bir uyarıcı gelmedi! ’ demeyesiniz..İşte size hem beşîr/mujdeleyici, hem nezîr/uyarıcı bir peygamber geldi ve Allah herşeye kadîrdir.”4

HZ. PEYGAMBER'İN ANNE VE BABALARI FETRET EHLİDİR

AkÂid ve Kelam literaturunde fetret, bir peygamberin ortaya koyduğu tahrife uğramamış bir davetle karşılaşma imkÂnından mahrum kalan insanların dinî sorumluluğu acısından ele alınmıştır. Bu meseleye dair tartışmalar hicrî II. (VIII) yuzyıla kadar uzanır. Hz. Peygamberin davetinden yeterince haberdar oldukları halde iman etmeyenlerin sorumlu tutulacakları hususunda ittifak eden İslam Âlimleri fetret ehlini ceşitli gruplara ayırmışlardır.5 Bunları uc grupta toplamak mumkundur: (1) Allah ’ın birliğini zekÂsıyla duşunup bulan kimselerdir. Bu durumda olan insanlardan bir kısmı hicbir dine dÂhil olmamışlardır. Kus b. Saide, Zeyd b. Amr b. Nufeyl gibi.. Bir kısmı bir dine dÂhil olmuşlardır. Tubba ’ ve kavmi gibi. (2) Bu sınıftakiler ise, tevhidi tebdil ve tağyir edip şirki kabul eden ve kendisi icin bir din uydurup tahlil ve tahrim edenlerdir. İlk defa putculuğu ortaya koyan Amr b. Luhay gibi. (3) Ne muşrik ve ne de muvahhid olup bir peygamberin şeriatine dÂhil olmayan, kendisi icin ne bir şeriat, ne bir din icat ve ihtira ’ etmeyip butun omrunu gafletle geciren ve zihni boyle metafizik duşuncelerden tamamıyla hÂli bulunan kimselerdir. İşte bunlardan bu ucuncu grup hakiki fetret ehlidir. Hz. Peygamberin anne ve babaları da bu grupta değerlendirilir.6

Ebeveyn-i Resulullah ’la ilgili bu meselenin bir başka boyutu, “Allah ’ı bilmek sem ’î delille midir yoksa aklî delille midir?” cevresinde duğumlenir. Eş ’arîler, Allah ’ı bilmenin aklî değil, sem ’î delile dayalı olduğunu iddia ederler, delil olarak da: “Biz resûl gondermedikce hic kimseye azap etmeyiz”7 Âyetini getirirler. Bu Âyete gore insanlar, kendilerine peygamber gonderilmeden once azaptan emindirler. Dolayısıyla Hz. Peygamberin anne ve babası da Allah ’ı bilip bilmemekten sorumlu değildir. MÂturîdîlere gore ise, şayet Allah bir resûl gondermemişse, insanlara Allah ’ı akılları yoluyla bilmeleri gereklidir. Bu konuda MÂturîdîler, nakli delil olarak: “Bilmediğin şeyin ardına duşme; doğrusu, kulak, goz ve kalb (akıl), bunların hepsi o şeyden sorumlu olur”8 Âyetini getirirler. Dikkat edilirse burada kulak ve gozun akıldan mustağni kalamayacağı vurgulanmaktadır. Cunku kulak organı, hem doğruyu ve hem de bÂtıl şeyleri işitebilir. Goz, hem bakılması helal ve hem de haram olan şeyleri gorebilir. Her iki organ da bağımsız olarak doğru ve yanlış olanı birbirinden ayıramaz. Ancak doğru ve yanlış akıl yoluyla ayırt edilebilir. O halde tahkiki olarak bilginin kaynağı, akıldır. Bu goruş zaviyesinden baktığımız zaman Hz. Peygamberin ebeveyni, ehl-i fetret de olsa, akıllarıyla Allah ’ı bilmek zorundadırlar.9 İmam-ı Azam Ebû Hanîfe de ebeveyn-i Resulullah ’ın dini durumuna boyle bir bakış acısıyla yaklaşarak, İslam davetinin kendilerine ulaşmadığı kimselerin akılla Allah ’ı bilmekten sorumlu olduklarını dile getirmiştir.10 Her ne kadar başta MÂturîdiler boyle bir goruşu savunmuş olsalar da MÂturîdî cizgide yuruyen Hanefî bilginlerden bazıları, bi ’setten once iman ve kufru bilmenin akılla gerekli olmadığını soyleyerek Eş ’arîler gibi duşunmuşlerdir.11

RİVAYETLERDEKİ SIKINTILAR

Diğer taraftan, İslam duşunce tarihinde ebeveyn-i Resulullah ’ın dini durumu hakkında olumsuz kanaat sergileyen bazı kimseler uzerinde şu rivayet etkili olmuştur: Sahabi Ebû Hureyre (r.a) ’den rivayet edildiğine gore bir gun Hz. Peygamber (a.s), annesi Âmine ’nin Ebv koyunde bulunan kabrini ziyaret ederek ağladı, yanında bulunanlar da ağladılar. Sonra Allah elcisi şoyle buyurdu: “Annem icin istiğfarda bulunmak hususunda Rabbimden izin istedim. Fakat buna izin verilmedi.”12 Bu rivayeti senet acısından tahlil eden İbnu ’l-Cevzî (o.597/1218), hadisin senedinde gecen Muhammed b. Ziyad ’ın guvenilir bir ravi olmadığını soylemektedir. Ayrıca yine bu hadisin ravi zincirinde gecen Ahmed b. Yahya ve Muhammed b. Yahya ’nın mechul olduklarını da zikreder.13 Gorulduğu gibi senet bakımından illetli olan bu hadis uzerine nasıl bir akîde formule edilir? Şayet edilmiş olsa bile, boyle bir ilke gecersizdir. Cunku zan ifade eden bir rivÂyetle akîde/itikat oluşturulamaz.

Sonuc olarak, Hz. Peygamberin anne ve babasının durumuna dinî acıdan baktığımız zaman, gerek Eş ’arîlerin ve gerekse MÂturîdîlerin goruşleri arasında şoyle bir uzlaşıdan bahsetmek mumkundur. Hz. Peygamberin ebeveyni, Eş ’arî duşunceye gore ehl-i fetrettir. Zira her ikisi de Resûlullah ’a risÂlet gorevi verilmeden once vefat etmişlerdir. MÂturîdîlere gore ise her ikisinin de aklî yonden Allah ’a inandıklarına dair sozlerine rastlanmaktadır. Orneğin, Hz. Âmine, vefat etmeden az once beş yaşına girmiş olan Muhammed (a.s) ’ın başucunda otururken, bir muddet kemÂl-i şefkat ve dikkatle oğlunun yuzune bakar ve ona: “Yaratılışında acı vermek olan şeylerin şerrinden CelÂl sahibi olan Allah ’a sığınırım”, bir başka rivÂyette: “Her turlu hasetcinin şerrinden biricik olan Allah ’a sığınırım” diye du eder.14 Hz. Muhammed ’in (a.s) annesi gibi babası Abdullah ’ın da tevhide delÂlet eden şiirleri vardır. Tarih kitaplarının kaydettiğine gore, o, Hz. Âmine ile nişanlanmadan once, Beni Esed kabilesinden bir kadın KÂbe ’nin yakınında ona ilÂn-ı aşkta bulunur. Hatta eğer kendisiyle evliliği kabul ederse, butun servetini ona hibe edeceğini de soyler. Bunun uzerine Peygamberimizin babası Abdullah o kadına, muhtevasında tevhid kokan şu mısraları terennum etmiştir: “Haram o kadar acıdır ki, olum acısı ondan cok hafiftir. HelÂl ise cok tatlıdır. Var kadın, sen acıkca helÂlini ara. İzzet ve şeref sahibi olan ırzını ve dinini himaye ve muhafaza eder. İffetsizlik demek olan bir işe nasıl cesaret gosterir?”15 Anlaşıldığı kadarıyla butun bu rivÂyetler ve Ehl-i sunnetin iki kolunu temsil eden Eş ’arî ve MÂturîdîlerin goruşleri, Hz. Peygamberin anne ve babasının fıtrat uzere vefat ettiği uzerinde birleşmektedir. O halde ahlÂkilik acısından her Muslumanın ister gizli, isterse acık olsun, butun yonlerden Hz. Peygamberin (a.s) aziz hatırasını ve şerefini ihlÂl edecek olan her şeyden kalbini ve dilini tutması gerekir.



Dipnotlar: 1) NEU, İlahiyat Fakultesi Dekanı. E-mail: [email protected]. 2) 9 et-Tevbe 28. 3) bk. İsfehÂnî, RÂgıb, el-MufredÂt fî Garîbi ’l-Kur ’an, İstanbul, 1986, s. 558; İbn Manzur, LisÂnu ’l-Arab, Beyrut, ts. V, 43-44; Yurdagur, Metin, “Fetret”, DİA, İstanbul, 1994, XII, 475. 4) 5 el-MÂide 19. 5) Yurdagur, “Fetret”, DİA, XII, 475. 6) Zebîdî, Tecrid-i Sarih, IV, 544-547. 7) 4 en-Nis 165. 8) 17 el-İsr 36. 9) bk. Ebû Azbe, Hasan b. Abdulmuhsin, Ravzatu ’l-Behiyye Fîm beyne ’l-Eş ’ariyye ve ’l-MÂturîdiyye, Beyrut, ts. s. 93-99. 10) bk. Ebû Hanîfe, “el-Fıkhu ’l-Ebsat”, s. 45. 11) Ebû Azba, a.g.e., s. 99. 12) Muslim, CenÂiz 108. 13) İbnu ’l-Cevzî, Ebu ’l-Ferec AbdurrahmÂn, KitÂbu ’l-MevzûÂt, (tahk. Nureddin Boyacılar), Riyad, 1997, II, 12. 14) bk. İbn Hişam, es-Sîratu ’n-Nebeviyye, (tahk. Cemal Sabit, M. Mahmud, Seyyid İbrahim), Kahire, 1995, I, 141; İbn Sa ’d, TabakÂt, Beyrut, ts., I, 111. 15) İsfehÂnî, Ebu Nuaym, DelÂilu ’n-Nubuvve, (tahk. M. Ravvas Kal ’aci-Abdulberr Abbas), Beyrut, 1986, I, 132,

Kaynak: Ramazan Altıntaş, Altınoluk Dergisi, 362. Sayı, Nisan 2016
İslam ve İhsan