
Comertlik ne demek? İslam ’da comertliğin fazileti nedir? Peygamber Efendimizin ve buyuklerin comertliği ile ilgili ornekler.Comertlik, elde var olanı, ondan mahrum olana ikrĂ‚m etmektir. Comertliğin zirvesi ise “îsĂ‚r”dır. ÎsĂ‚rın en guzel tĂ‚rifi, şu Ă‚yet-i kerîmelerde verilmektedir:
“Onlar kendi canları cektiği, kendileri de muhtac oldukları hĂ‚lde yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler: «Biz sizi sĂ‚dece AllĂ‚h rızĂ‚sı icin yediriyoruz, sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkur bekliyoruz. Biz, cetin ve belĂ‚lı bir gunde Rabbimiz ’den (O ’nun azĂ‚bına uğramaktan) korkarız.» (derler). İşte bu yuzden AllĂ‚h, onları o gunun fenĂ‚lığından esirger; (yuzlerine) parlaklık, (gonullerine) sevinc verir.” (el-İnsĂ‚n, 8-11)
Comertlik, îmandan gelen bir merhamet mahsûludur. Merhamet ise, başkalarının mahrûmiyetini telĂ‚fî icin onların yardımına koşmaktır.
LĂ‚kin comertlik yerli yersiz sacıp savurmak da değildir. AllĂ‚h ’ın kullarına, dikkatlice ve nîmetin kıymetini bilerek ihsanda bulunmaktır. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak bu hususta şu olcuyu koymuştur:
“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, busbutun elini acıp tutumsuz da olma! Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini ceker durursun.” (el-İsrĂ‚, 29)
Comertlik, AllĂ‚h ’ın sıfatlarından biridir. ZîrĂ‚ O ’nun bir ismi de “kerem ve ihsĂ‚nı bol, sonsuz comert” mĂ‚nĂ‚sındaki “Kerîm”dir.[1] Ayrıca RahmĂ‚n, Rahîm, VehhĂ‚b, Latîf, TevvĂ‚b, GaffĂ‚r, Afuvv, Raûf ve HĂ‚dî gibi ilĂ‚hî sıfatlar da AllĂ‚h ’ın comertliğini farklı yonlerden ifĂ‚de etmektedir.
Nitekim hadîs-i şerîflerde şoyle buyrulur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ CevĂ‚d ’dır, yĂ‚ni comert ve ihsan sĂ‚hibidir, bu sebeple comertliği sever. Yine O, guzel ahlĂ‚kı sever, kotu ahlĂ‚ktan da hoşlanmaz.” (Suyûtî, I, 60)
“Şuphesiz AllĂ‚h, Tayyib ’dir, guzel ve hoş olanı sever; TĂ‚hir ’dir, temizliği sever; Kerîm ’dir, keremi sever; CevĂ‚d ’dır, comertliği sever...” (Tirmizî, Edeb, 41/2799)
Bir mu ’min, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın comertliğinden hisse alarak, karanlık bir gecenin mehtĂ‚bı gibi nurlu, derin, hassas, rakîk, diğergĂ‚m, merhametli, şefkat sĂ‚hibi, infak heyecanıyla dolu ve ganî gonullu olmalıdır. ZîrĂ‚ Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Ne bir alışveriş ne bir dostluk ne de (AllĂ‚h ’ın izni olmadıkca) bir şefaat bulunmayan kıyĂ‚met gunu gelip catmadan once, rızıklandırdığımız nîmetlerden AllĂ‚h yolunda comertce sarf edin. KufrĂ‚n-ı nîmet (nankorluk) icinde olanlar, zĂ‚limlerin tĂ‚ kendileridir.” (el-Bakara, 254)
“...Siz hayra ne harcarsanız, AllĂ‚h onun yerine başkasını verir.” (Sebe ’, 39)
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-:
“İnsanlar uykudadır; olunce uyanırlar...” buyurmuştur. (Aclûnî, Keşfu ’l-HafĂ‚, II, 312/2795) Bu bakımdan, uyanacağımız ebedî Ă‚lemde eli boş kalmamak ve mahrum bir hĂ‚le dûcĂ‚r olmamak icin, bu dunyĂ‚da iken comertlik ve îsĂ‚r ahlĂ‚kına burunerek Ă‚hiret azığımızı şimdiden hazırlamamız îcĂ‚b eder. Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh- ne guzel soyler:
“DunyĂ‚ hayĂ‚tı bir ruyĂ‚dan ibĂ‚rettir. DunyĂ‚da servet sĂ‚hibi olmak, ruyĂ‚da defîne bulmaya benzer. DunyĂ‚ malı nesilden nesile aktarılarak sonunda yine dunyĂ‚da kalır.”
“Olum meleği, gĂ‚filin canını almak sûretiyle onu uykudan uyandırır. O kimse, gercekte sĂ‚hip olmadığı bir mal icin dunyĂ‚da cektiği sıkıntılara Ă‚h-vĂ‚h eder. Bin pişmĂ‚n olur. LĂ‚kin iş işten gecmiş, her şey bitmiştir...”
İşte dunyĂ‚ hayĂ‚tı, işte Ă‚hiret hayĂ‚tı…
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Herhangi birinize olum gelip de; «Rabbim! Beni yakın bir sureye kadar geciktirsen de sadaka verip sĂ‚lihlerden olsam!» demesinden once, size verdiğimiz rızıktan harcayın. AllĂ‚h, eceli geldiğinde hic kimseyi (olumunu) ertelemez. AllĂ‚h, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-MunĂ‚fikûn, 10-11)
İşte CenĂ‚b-ı Hak, bu hususlarda kalben uyanık bulunan îsĂ‚r sĂ‚hibi ve comert kullarını:
“...Kendileri muhtac olsalar bile, başkasını daha cok duşunurler...” (el-Haşr, 9) buyurarak medheder.
COMERTLİĞİN FAZİLETİ Kendisinden bir şey istendiği zaman, aslĂ‚ “yok” demeyen[2] Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, comertliği ve bu vasfa sĂ‚hip olanların fazîletini beyan sadedinde şoyle buyurmuştur:
“Comertlik, dalları dunyĂ‚ya uzanan cennet ağaclarından bir ağactır. Kim onun dallarından birine tutunursa, bu onu cennete goturur. Cimrilik ise, dalları dunyĂ‚ya uzanmış cehennem ağaclarından bir ağactır. Kim de, onun dallarından birine tutunursa, bu da onu cehenneme cekip surukler!..” (Beyhakî, Şuabu ’l-ÎmĂ‚n, VII, 435)
“Cimri ile comerdin durumu, goğusleri ile koprucuk kemikleri arasına zırh giyinmiş iki kişinin durumuna benzer. Comert, sadaka verdikce, uzerindeki zırh genişler, uzar, ayak parmaklarını orter ve ayak izlerini siler. Cimri ise, bir şey vermek istediğinde, zırhın halkaları birbirine iyice gecer, onu sıkıştırır; genişletmek icin ne kadar calışsa da başaramaz.” (BuhĂ‚rî, CihĂ‚d 89, ZekĂ‚t 28; Muslim, ZekĂ‚t 76-77)
“Comert insan, AllĂ‚h ’a, cennete ve insanlara yakın; cehennem ateşine uzaktır. Cimri ise, AllĂ‚h ’a, cennete ve insanlara uzak; cehennem ateşine yakındır! CĂ‚hil comert, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya cimri Ă‚bidden daha sevimlidir.” (Tirmizî, Birr, 40/1961)
“Comerdin kusûruna bakmayın, zîrĂ‚ o, her surctuğunde Allah TeĂ‚lĂ‚ onun elinden tutar.” (Heysemî, VI, 282)
Hazret-i Ebû Bekir ’in kızı EsmĂ‚ -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- da, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kendisine şoyle buyurduğunu soyler:
“Kesenin ağzını sıkma! AllĂ‚h da sana sıkarak verir!” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 21)
“İnfĂ‚k et, sayıp durma, AllĂ‚h da sana karşı nîmetini sayıp esirger. Paranı comlekte saklama, AllĂ‚h da senden saklar.” (Muslim, ZekĂ‚t, 88)
DiğergĂ‚mlık, comertlik, ihlĂ‚s ve samîmiyet -kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚sıyla- rûhî olgunlaşmanın bir netîcesidir. Gonlun huzur ve rûhĂ‚niyetini bozan nefsĂ‚nî alĂ‚kalardan uzak kalabilmek de, ancak comertlik ve diğergĂ‚mlığın feyzi ile mumkundur.
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh-, comertlik hasletini ve onun zıddı olan cimrilik iptilĂ‚sını ne guzel ifĂ‚de eder:
“Comertlik, Cennet selvisinin dalıdır. Bu dalı elinden bırakana eyvahlar olsun. Ekin eken, once ambarı boşaltır, ama sonra hĂ‚sılĂ‚tı pek cok olur. Fakat tohumu ambarda tutan ise, sonunda onu farelere yem yapar.”
“Guzeller, saf ve berrak ayna aradıkları gibi, comertlik de fakir ve zayıf kimseler ister. Guzellerin yuzu aynada guzel gorunur, ikram ve ihsĂ‚nın guzelliği de fakir ve gariplerle ortaya cıkar.”
“Fakr u zarûret icinde boğulan gonuller, dumanla dolu bir eve benzer. Sen onların derdini dinlemek sûretiyle o dumanlı eve bir pencere ac ki, onun dumanı cekilsin, senin de kalbin yumuşayıp rûhun incelsin.”
Gunumuzde de imkĂ‚n nisbetinde ciddî bir infak ve îsĂ‚r seferberliğine ihtiyac vardır. Unutmayalım ki muzdarip ve muhtac insanların yerinde biz de olabilirdik. Bu sebeple hasta, garip, kimsesiz, muhtac ve ac kimselere karşı comertlik ve îsĂ‚rımız, Rabbimize karşı bir şukur borcudur. Elimizdeki nîmetleri muhtaclarla paylaşalım ki, memnun ve mesrûr ettiğimiz gonuller, dunyĂ‚da rûhĂ‚niyetimiz, Ă‚hirette imdĂ‚dımız, cennette saĂ‚detimiz olsun.
COMERTLİK ORNEKLERİ Peygamberimiz kendisinden ne istenirse onu verirdi Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, İslĂ‚m icin kendisinden ne istenirse onu mutlakĂ‚ verirdi. Hele bir keresinde, yanına gelen bir adama, buyuk bir koyun surusu vermişti. Adam kabîlesine donunce:
“–Ey milletim! (Koşun) Musluman olun. Cunku Muhammed, fakirlik ve ihtiyac korkusu duymadan cok buyuk ikram ve ihsanlarda bulunuyor.” dedi.
HattĂ‚ kimileri, sırf dunyĂ‚lık elde etmek icin Musluman olurlardı. Fakat cok gecmeden Muslumanlık onların gozunde, dunyĂ‚dan ve dunyĂ‚ uzerindeki her şeyden daha değerli hĂ‚le gelirdi. (Muslim, FedĂ‚il, 57-58; Ahmed, III, 107-108)
Butun fazîlet vasıflarının zirvesi Kureyş muşriklerinin onde gelenlerinden Safvan bin Umeyye, Musluman olmadığı hĂ‚lde Huneyn ve TĂ‚if gazĂ‚larında, Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında bulunmuştu.
CîrĂ‚ne ’de toplanan ganimet mallarını gezerken, Safvan ’ın bunların bir kısmına buyuk bir hayranlık icinde baktığını goren Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Pek mi hoşuna gitti?” diye sormuş.
“–Evet.” cevĂ‚bını alınca:
“–Al hepsi senin olsun!” buyurmuştur.
Bunun uzerine Safvan kendisini tutamayarak:
“–Peygamber kalbinden başka hicbir kalp, bu derece comert olamaz.” diyerek şehĂ‚det getirmiş ve îmĂ‚n ile şereflenmiştir. (VĂ‚kıdî, II, 854-855)
Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- butun fazîlet vasıflarının zirvesinde idi. İnsanların zaaflarını ıslĂ‚h gĂ‚yesiyle onlara ikrĂ‚m eder, hidĂ‚yetlerine vesîle olmaya calışırdı.
En comert insan AbdullĂ‚h bin AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“RasûllullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların en comerdi idi. O ’nun comertliğinin coşup taştığı zamanlar da Ramazan ’da CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’ın, kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m-, Ramazan ’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur ’Ă‚n okurlardı. Bu sebeple RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- CebrĂ‚îl ile buluştuğunda, hicbir engel tanımadan esen rahmet ruzgĂ‚rlarından daha comert davranırdı.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Muslim, FedĂ‚il 48, 50)
Sahabinin misafirleri Bir şahıs Peygamber Efendimiz ’e gelerek:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Ben acım.” dedi.
RasûlullĂ‚h Efendimiz, hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şeyler gondermesini istedi. Fakat mu ’minlerin annesi:
“–Sen ’i peygamber olarak gonderen AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok.” dedi.
Diğer hanımlarının da aynı durumda olması uzerine Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ashĂ‚bına donerek:
“–Bu gece bu şahsı kim misĂ‚fir etmek ister?” diye sordu.
EnsĂ‚r ’dan biri:
“–Ben misĂ‚fir ederim, yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” diyerek o yoksulu alıp evine goturdu. Eve varınca hanımına:
“–Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hanımı:
“–Hayır, sĂ‚dece cocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var.” dedi. SahĂ‚bî:
“–Oyleyse cocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. MisĂ‚fir iceri girince de lambayı sondur. Biz de sofrada yiyormuş gibi yapalım.” dedi.
Sofraya oturdular. MisĂ‚fir karnını doyurdu; onlar da ac yattılar.
Sabahleyin o sahĂ‚bî, Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanına gitti. Onu goren Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚, bu gece misĂ‚firinize yaptıklarınızdan ziyĂ‚desiyle rĂ‚zı ve hoşnud oldu.” (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r, 10; Tefsîr, 59/6; Muslim, Eşribe, 172)
İnfakta bulunmak Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’dan rivĂ‚yet edildiğine gore, Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in Ă‚ilesi bir koyun kesmişti. Bircok kimseye infakta bulunulduktan sonra Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- koyundan geriye ne kaldığını sordu:
Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-:
“–SĂ‚dece bir kurek kemiği kaldı.” cevĂ‚bını verince, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Desene bir kurek kemiği hĂ‚ric, hepsi bizim oldu!” buyurdu. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 33)
YĂ‚ni gercek servetimiz infĂ‚k ettiklerimizdir…
Mumin nasıl huzur bulur? Bir gun, muhtac bir kimse Peygamber Efendimiz ’e gelerek bir şeyler istedi. Allah Rasûlu:
“–Yanımda sana verebileceğim bir şey yok, git benim nĂ‚mıma satın al, mal geldiğinde oderim.” dedi. Efendimiz ’in sıkıntıya girmesine gonlu rĂ‚zı olmayan Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh-:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Yanında varsa verirsin, yoksa AllĂ‚h Sen ’i gucunun yetmeyeceği şeyle mukellef kılmamıştır.” dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in, Hazret-i Omer ’in bu sozunden hoşnud olmadıkları, vech-i mubĂ‚reklerinden belli oldu. Bunun uzerine EnsĂ‚r ’dan bir zĂ‚t:
“–Anam, babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah! Ver! Arş ’ın SĂ‚hibi azaltır diye korkma!” dedi.
Bu sahĂ‚bînin sozleri Efendimiz ’in cok hoşuna gitti, tebessum ettiler ve:
“–Ben de bununla emrolundum.” buyurdular. (Heysemî, X, 242)
İşte ornek bir gonul… Bir din kardeşinin rahata ermesi, mu ’min icin en guzel bir gonul huzûru vesîlesidir.
Peygamberimizin infĂ‚kı nasıldı? TĂ‚biînin buyuklerinden AbdullĂ‚h el-Herevî, Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in comertlik vasfını biliyordu. Ancak daha yakından oğrenmek istiyordu. Bir gun Halep ’te, Peygamber Efendimiz ’in muezzini BilĂ‚l-i Habeşî -radıyallĂ‚hu anh- ’a rastladı. Eline bulunmaz bir fırsat gecmişti. Hemen Peygamber Efendimiz ’i sormaya başladı:
“–Ey BilĂ‚l! Allah Rasûlu ’nun infĂ‚kı nasıldı, bana anlat!”
Hazret-i BilĂ‚l şoyle anlattı:
“–AllĂ‚h tarafından Peygamber olarak gonderildiği gunden vefĂ‚tına kadar RasûlullĂ‚h ’ın pek cok işine, O ’nun nĂ‚mına ben baktım. MeselĂ‚ kendisine bir musluman geldiğinde, onun fakir olduğunu gorurse bana emir verirdi, gider borc alır o kimseye giyecek ve yiyecek alırdım. Bir gun bir muşrik karşıma cıktı ve:
«–Ey BilĂ‚l! Ben zengin bir adamım, imkĂ‚nım var. Bundan boyle başkalarından borc isteme, gel benden borc al!» dedi. Ben de oyle yaptım. Bir gun abdest almış ezan okumaya hazırlanıyordum ki, baktım o muşrik, bir grup tĂ‚cirle karşıdan geliyor. Beni gorunce; «Ey Habeşî!» diye seslendi. «Ne var?» dedim. Adam bana surat ekşitti, sert sert baktı, bĂ‚zı ağır lĂ‚flar soyledi ve:
«–Ay başına ne kadar var?» diye sordu. Ben de «Yakın.» dedim. O:
«–SĂ‚dece dort gece var. O gun gelince sendeki alacaklarımı tahsil edeceğim. Ben o paraları senin ve adamının hatırı icin vermedim. Benim kolem olasın diye verdim. Eskiden olduğu gibi yine koyunlarımı otlatacaksın!» dedi.
Bu lĂ‚fları duyunca tabiî olarak cok uzuldum. Gittim ezan okudum. Yatsı namazını kılınca Allah Rasûlu Ă‚ilesinin yanına dondu. Ben, Allah Rasûlu ile goruşmek icin izin istedim. İzin verdi. İceri girdim ve:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Anam, babam Sana kurban olsun. Kendisinden borc alageldiğim o muşrik var ya, o şoyle şoyle dedi. Ne Sen ’in ne de benim odeme imkĂ‚nımız var. Beni rezil edecek. Bana izin ver de İslĂ‚m ’a yeni giren şu kabîlelerden birine sığınayım. Allah TeĂ‚lĂ‚, Peygamberi ’ne rızık vererek benim yerime borclarımı odeyinceye kadar onların yanında kalayım.» dedim.
RasûlullĂ‚h ’ın musĂ‚adesi uzerine cıktım, evime geldim. Kılıcımı, sungumu, mızrağımı ve ayakkabılarımı başımın altına koydum. Yuzumu ufka doğru cevirerek uzandım. Huzursuzdum, ikide bir uyanıyordum. Gece iyice bastırınca ancak uyuyabildim. Sabah erkenden uyandım. Hareket etmek uzere hazırlanırken dışarıdan birinin:
«–BilĂ‚l! RasûlullĂ‚h seni cağırıyor!» diye seslendiğini duydum. Yurudum. AllĂ‚h ’ın elcisinin kapısına vardığımda bir de baktım ki, sırtlarında yukleriyle dort deve! İzin isteyip iceri girdim. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«–BilĂ‚l mujde! Allah TeĂ‚lĂ‚ borcunu odemen icin bana mal gonderdi.» buyurdu. Ben AllĂ‚h ’a hamd ettim. Rasûl-i Ekrem:
«–Kapının onundeki dort deveyi gormedin mi?» diye sordu. «Gordum.» dedim.
«–Onlar, uzerlerindeki yuklerle birlikte senin. Fedek Beyi gondermiş. Al, gotur borclarını ode.» buyurdu. Allah Rasûlu ’nun dediklerini yaptım. Yukleri indirdim, develere yem verdim ve sabah ezanını okumaya gittim. RasûlullĂ‚h namazı kıldırınca Bakî Kabristanı ’na cıktım, parmaklarımı kulaklarıma koydum ve:
«–Kimin RasûlullĂ‚h ’tan alacağı varsa gelsin!» diye bağırdım. EşyĂ‚ları satmak, nakit paraya cevirmek, borc yerine saymak gibi yollarla Peygamber Efendimiz ’in tum borclarını odedim. Oyle ki, Allah Rasûlu ’nun yeryuzunde kimseye borcu kalmamıştı. Bir miktar da para arttı. Akşama doğru mescide gittim. Baktım ki Habîb-i Ekrem Efendimiz mescidde tek başına oturuyor. SelĂ‚m verdim. Bana:
«–Ne oldu, ne yaptın?» diye sordu.
«–Allah TeĂ‚lĂ‚, Peygamberi ’nin butun borclarını odedi, hic borcu kalmadı.» dedim.
«–Peki bir şey arttı mı?» diye sordu.
«–Evet, iki dinar arttı.» dedim.
«–Haydi beni o iki dinardan da kurtar. Onları da infĂ‚k et, zîrĂ‚ o iki dinarı elden cıkararak beni rahata kavuşturmadıkca Ă‚ilemin yanına gitmeyeceğim!» buyurdu.
Fakat o iki dinarı verebileceğim hic kimse gelmediğinden, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- uzun muddet mescidde bekledi. NihĂ‚yet akşama doğru iki suvĂ‚ri geldi. Onları alıp pazara goturdum. O iki dinarla kendilerine giyecek ve yiyecek aldım. Efendimiz yatsıyı kıldırınca beni cağırdı ve:
«–Yanındakiler ne oldu?» diye sordu.
«–AllĂ‚h Sen ’i huzûra kavuşturdu.» dedim.
Bu cevĂ‚bım uzerine RasûlullĂ‚h tekbir getirdi. O iki dinar uhdesindeyken olme korkusundan kurtulduğu icin AllĂ‚h ’a hamd etti. Sonra kalktı. Ben de peşinden gittim. Butun Ă‚ile efrĂ‚dına tek tek uğrayıp selĂ‚m verdi. MuteĂ‚kıben, gece kalacağı odasına girdi.
Ey AbdullĂ‚h, işte sorunun cevĂ‚bı!” (Ebû DĂ‚vûd, HarĂ‚c, 33-35/3055; İbn-i HibbĂ‚n, Sahîh, XIV, 262-264)
Peygamber Efendimiz, borc alarak infĂ‚k edecek kadar comertti!.. AcabĂ‚ ummeti olarak bizler, O ’nun bu comertliğine ne kadar yaklaşabiliyoruz?
Comertlik orneği ŞĂ‚ir, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in, comertlik ve îsĂ‚rın zirvesinde olduğunu ne guzel ifĂ‚de eder:
“Eğer elinde avucunda canından başka bir şeyi olmasa, isteyene onu bile verir. Bu sebeple O ’ndan isteyen kimse Allah ’tan korksun da insaflı davransın!”
Diğer bir şĂ‚ir de şoyle der:
“Bir gun biri, Sen ’i comertlikte bulutlara benzetirse medhinde hatĂ‚ etmiş olur. Cunku bulutlar verir ağlar, fakat Sen verir gulersin.”
İşte RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in comertliği bu vasıfta idi. O, butun varlığını AllĂ‚h yolunda seve seve fedĂ‚ ederdi. MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri, O ’nun zirve comertliği hakkında şu teşbihte bulunur:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, oyle guzel bir comertlik numûnesidir ki, O ’nun varlığı hurmetine denizler inci verir, sert taştan yĂ‚kut cıkar ve dikenden gul acar. Eğer bir bahcede O ’nun guzel ahlĂ‚kından bahsedilse, sevincten ağzını acıp gulmeyen, yĂ‚ni acılmayan bir tek gonca kalmaz.”[3]
Hz. Aişe ’nin isarı Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- vĂ‚lidemizin şu îsĂ‚rı ne muhteşemdir:
Hazret-i Omer, hancerlendiği ve kanlar icinde vefĂ‚tını beklediği bir sırada oğlu AbdullĂ‚h ’ı cağırarak şoyle dedi:
“…Mu ’minlerin annesi Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’ya git ve; «Omer sana selĂ‚m ediyor.» de. Sakın «Mu ’minlerin Emîri» deme! Bugun artık ben mu ’minlerin emîri değilim. Ona; «Omer bin HattĂ‚b iki arkadaşının yanına gomulmek icin senden izin istiyor.» de!”
AbdullĂ‚h -radıyallĂ‚hu anh- şoyle devĂ‚m eder:
“İzin istedim, selĂ‚m verip girdim. Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ağlıyordu. Ona:
«–Omer sana selĂ‚m ediyor. İki arkadaşının yanına gomulmek icin izin istiyor.» dedim.
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz:
«–RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanında kalan bir kişilik yeri kendim icin ayırmıştım. LĂ‚kin bugun Omer ’i kendime tercih ediyorum.» cevĂ‚bını verdi.” (Allah Rasûlu ve Hazret-i Ebû Bekir, Âişe vĂ‚lidemizin odasına defnedilmişlerdi. Hazret-i Âişe de odasında kalan bir kişilik yere kendisi defnedilmeyi, Efendimiz ve babası ile bir arada olmayı istiyordu.)
Geri donunce Hazret-i Omer ’e:
“–İşte AbdullĂ‚h geldi!” denildi. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- heyecan ve merakla:
“–Beni kaldırın!” dedi. Bir kişiye dayanarak kaktı ve bana:
“–Ne haber getirdin?” dedi.
“–Arzun yerine geldi, Hazret-i Âişe izin verdi.” deyince:
“–ElhamdulillĂ‚h! Nazarımda bundan daha ehemmiyetli bir şey yoktu. Rûhum kabzedilince beni oraya goturun. Oraya varınca, Hazret-i Âişe ’ye tekrar selĂ‚m ver ve; «Omer izin istiyor!» de. Eğer izin verirse beni iceri alın, vermezse beni muslumanların mezarlığına goturun!” dedi…
Rûhu kabzedilince, onu aldılar, yuruyerek Hazret-i Âişe ’nin odasına kadar geldiler. AbdullĂ‚h selĂ‚m verip:
“–Omer izin istiyor!” dedi. Muhtereme vĂ‚lidemiz:
“–Alın iceri!” dedi ve derhĂ‚l iceri alındı. İki muhterem arkadaşının yanına defnedildi. (BuhĂ‚rî, AshĂ‚bu ’n-Nebî 8, CenĂ‚iz 96, CihĂ‚d 174, Tefsîr 59/5, AhkĂ‚m 43)
Hazret-i Âişe vĂ‚lidemizin bu buyuk îsĂ‚rı ve Hazret-i Omer ’in edep, incelik ve nezĂ‚keti, ifĂ‚delere sığmayacak bir ulviyet arz etmektedir.
Peygamberimizin en comert hanımı Zeyneb bint-i Cahş vĂ‚lidemiz, el işi yapan ve bu konuda cok mahĂ‚retli olan bir hanımdı. İş yapar ve kazancını AllĂ‚h yolunda sarf ederdi. Peygamber Efendimiz Ă‚ile efrĂ‚dına:
“Sizin bana en cabuk ve erken kavuşacak olanınız, kolu en uzun olanınızdır.” buyurmuştu. Hazret-i Âişe der ki:
“–Biz Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’ın hasretiyle kollarımızı olcer, hangimizin Allah Rasûlu ’ne daha once kavuşacağını anlamaya calışırdık. HĂ‚lbuki Efendimiz ’in kastettiği mĂ‚nĂ‚da kolu en uzun olan Zeyneb imiş. Cunku o eliyle iş yapar ve tasadduk ederdi.” (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 101)
Bu ulvî hasletlere ne kadar muhtĂ‚cız! Hicretten sonra her bir MuhĂ‚cir Ă‚ileyi, Medîneli bir Ă‚ile yanına aldı. Boylece aralarında kardeşlik akdi gercekleştirilen sahĂ‚bîler birlikte calışacaklar, elde ettikleri kazancı paylaşacaklardı. EnsĂ‚r, fazla arĂ‚zîlerini RasûlullĂ‚h Efendimiz ’e bağışladı ve Peygamber Efendimiz de bunları MuhĂ‚cirler arasında taksîm etti. EnsĂ‚r, bu kadarla da kalmayarak şu comert teklifte bulundu:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Hurmalıklarımızı da MuhĂ‚cir kardeşlerimizle aramızda paylaştır!”
Peygamber Efendimiz bunu kabûl etmeyince EnsĂ‚r, MuhĂ‚cirlere:
“–Oyleyse ağacların bakım ve sulama işini siz uzerinize alınız da mahsulde ortak olalım!” teklifinde bulundular. Peygamber Efendimiz ’in de uygun gormesiyle her iki taraf:
“–İşittik ve itaat ettik!” diyerek bu teklîfi kabûl ettiler. (BuhĂ‚rî, Hars, 5)
Fakirlerin cok olduğu gunumuzde bu ulvî hasletlere ne kadar muhtĂ‚cız!..
Allah ’a dua ettiğiniz ve yaptıklarından dolayı... Enes -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Peygamber Efendimiz Medîne ’ye geldiklerinde MuhĂ‚cirler O ’nun huzûr-i Ă‚lîlerine cıkıp şoyle dediler:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Kendilerine hicret ettiğimiz şu kavim kadar comert ve hayırsever kimseler gormedik. Malı cok olan bol bol veriyor, az olan da imkĂ‚nı nisbetinde fedĂ‚kĂ‚rlık yapıyor ve en guzel şekilde tesellîde bulunuyor. Ev ve bahcelerinin hizmetlerini kendileri gorup bize bırakmıyor, ancak evlerine ve mahsullerine bizi ortak ediyorlar. Butun ecir ve sevĂ‚bı alıp goturecekler diye korkuyoruz?!»
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurdular:
«–Hayır, onlar icin AllĂ‚h ’a duĂ‚ ettiğiniz ve yaptıklarından dolayı kendilerine medh u senĂ‚da bulunduğunuz muddetce siz de (sevĂ‚ba nĂ‚il olursunuz.)»” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 44/2487)
Sahabilerin comertlik ve isarları CĂ‚bir -radıyallĂ‚hu anh-, EnsĂ‚r ’ın MuhĂ‚cir kardeşlerine olan comertlik ve îsĂ‚rlarını şoyle anlatır:
“EnsĂ‚r, hurmalarını devşirdiklerinde bunları ikiye ayırır, bir tarafa cok, diğer tarafa da az hurma koyarlardı. Daha sonra, az olan tarafa hurma dallarını koyarak o tarafı cok gosterir, MuhĂ‚cirler ’e;
«–Hangisini tercih ederseniz alın.» derlerdi. Onlar da cok gorunen yığın EnsĂ‚r kardeşlerimizin olsun diye, az gorunen yığını alırlar ve boylece hurmanın coğu MuhĂ‚cirler ’e gelirdi. EnsĂ‚r da bu yolla az olan kısmın kendilerine kalmasını sağlamış olurlardı...” (Heysemî, X, 40)
Kim nefsinin cimriliğinden korunursa Bir gun Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Benî Nadîr ’den alınan ganimetleri MuhĂ‚cirler ’e taksim etmiş, EnsĂ‚r ’dan da ihtiyĂ‚cı olan uc kişiden başkasına vermemişti. Daha sonra EnsĂ‚r ’a hitĂ‚b ederek:
“–Dilerseniz daha once MuhĂ‚cirler ’e verdikleriniz onlarda kalsın, siz de bu ganimetten pay alın. Dilerseniz verdiklerinizi geri talep edin, bu ganimetin tamamını onlara bırakın.” buyurdu.
Bunun uzerine EnsĂ‚r -radıyallĂ‚hu anhum ecmaîn- buyuk bir diğergĂ‚mlıkla, mu ’min kardeşlerini kendilerine tercih ederek şu muhteşem cevĂ‚bı verdiler:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! MuhĂ‚cir kardeşlerimize hem mallarımızdan ve evlerimizden hisse veririz, hem de ganimetin tamamını onlara bırakırız.”
Bunun uzerine, samîmî bir fedĂ‚kĂ‚rlıkla yapılan infakların kulu kurtuluşa erdireceğini mujdeleyen şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
“MuhĂ‚cirlerden once (Medîne ’yi) yurt edinen ve îmĂ‚na sarılan EnsĂ‚r, kendilerine hicret edenleri severler. Onlara verilen şeylerden oturu gonullerinde bir sıkıntı ve rahatsızlık duymazlar. İhtiyac icinde kıvransalar dahî, mu ’min kardeşlerini kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar gercekten felĂ‚ha erenlerdir.” (el-Haşr, 9) (RĂ‚zî, XXIX, 250; Kurtubî, XVIII, 25)
Yukarıdaki Ă‚yet-i kerîme muktezĂ‚sınca her mu ’minin gonlu, EnsĂ‚r gibi, verdikce huzur bulmalı, eksilecek diye endişelenmemelidir.
Kabına erişilmez fedakarlık Bir gun Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Bahreyn arĂ‚zisini ashĂ‚bına taksim etmek uzere, once EnsĂ‚r ’ı dĂ‚vet buyurmuştu. EnsĂ‚r kĂ‚bına erişilmez bir fedĂ‚kĂ‚rlık ve ferĂ‚gat gostererek:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! MuhĂ‚cir kardeşlerimize bunun bir mislini fazlasıyla taksim buyurmadıkca bize bir şey vermeyiniz!” demişlerdi.
Bunun uzerine RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ey EnsĂ‚r! MĂ‚dem ki (mu ’min kardeşlerinizi nefsinize tercih ederek) almak istemiyorsunuz; şu hĂ‚lde Kevser Havuzu ’nda bana kavuşuncaya kadar (dunyĂ‚nın ibtilĂ‚larına) sabrediniz! Cunku benden sonra, yakında size başkalarının tercih edileceği bir zaman gelecektir.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r, 8)
Sadakaları Allah alır Peygamber Efendimiz ’in zevcesi Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- oruclu olduğu bir gun, bir yoksul gelip kendisinden yiyecek istedi. Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’nın evinde bir somundan başka bir şey yoktu. Hizmetcisine:
“–Ekmeği ona ver!” dedi.
Hizmetci:
“–Akşam iftar edeceğiniz başka bir şey yok!” dedi.
Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-:
“–Sen ekmeği ona ver.” dedi.
Hizmetci, hĂ‚disenin devĂ‚mını şoyle anlatıyor:
Hazret-i Âişe ’nin emri uzerine ekmeği o fakire verdim. Akşam olunca birisi bize bir parca pişmiş koyun eti gonderdi. Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- beni cağırdı ve:
“–Buyur ye, bu, senin ekmeğinden daha lezzetlidir!” dedi. (Muvatta, Sadaka, 5)
Âyet-i kerîmede; “...Sadakaları AllĂ‚h alır...” (et-Tevbe, 104) buyrulur. CenĂ‚b-ı Hak kulun kalbî kıvĂ‚mına gore ihsanda bulunur.
Bizden daha fazla muhtac SahĂ‚be-i kirĂ‚mdan birine, bir koyun başı hediye edilmişti. O da: «Kardeşim falan ve Ă‚ilesi buna bizden daha fazla muhtactır.» duşuncesiyle hediyeyi o kardeşine gonderdi. O da bir başkasına… Derken hediye bu sûretle tam yedi ev dolaştı ve nihĂ‚yet yine donup ilk sahĂ‚bîye geldi. (HĂ‚kim, II, 526)
Comertliği anlatan hadise Huzeyfe el-Adevî -radıyallĂ‚hu anh- ’ın anlattığı şu hĂ‚dise de, ashĂ‚bın son nefeste dahî sergilemekten geri kalmadığı comertlik ve îsĂ‚rı aksettirmesi bakımından cĂ‚lib-i dikkattir:
Yermuk MuhĂ‚rebesi ’ndeydik. Carpışmanın şiddeti gecmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan muslumanlar, duştukleri sıcak kumların uzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de bin bir guclukle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihĂ‚yet aradığımı buldum. Fakat ne cĂ‚re, bir kan golu icinde yatan amcamın oğlu, goz işĂ‚retleriyle dahî zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını gostererek:
“–Su istiyor musun?” dedim.
Belli ki istiyordu, cunku dudakları harĂ‚retten Ă‚deta kavrulmuştu. Fakat cevap verecek mecĂ‚li yoktu. Goz işĂ‚reti ile de muzdarip hĂ‚lini îmĂ‚ eder gibiydi.
Ben kırbanın ağzını actım, suyu kendisine doğru uzatırken biraz otedeki yaralıların arasından bir “Âh!” sesi duyuldu:
Amcamın oğlu, bu feryĂ‚dı duyar duymaz, kendisinden vazgecerek kaş ve goz işĂ‚retiyle suyu hemen ona goturmemi istedi.
Kızgın kumların uzerinde yatan şehîdlerin aralarından koşa koşa ona yetiştim. Baktım ki o, HişĂ‚m bin Âs imiş. Ona:
“–Su ister misin?” diye sordum. O da goz işĂ‚retiyle “Evet!” dedi. Tam suyu iceceği esnĂ‚da bir başka yaralının “Âh, Ă‚h!” diye inlediği duyuldu. HişĂ‚m, suyu ona goturmemi işĂ‚ret etti.
Onun yanına vardığımda şehîd olmuştu. DerhĂ‚l HişĂ‚m ’ın yanına geri dondum, kırbayı uzatırken bir de ne goreyim; o da şehîd olmuş!
BĂ‚ri amcamın oğluna yetişeyim dedim. Koşa koşa ona gittim. Ne cĂ‚re ki, o da ateş gibi kumların uzerinde kavrula kavrula rûhunu teslîm eylemişti... Elimdeki kırba, dolu olarak uc şehîdin ortasında kaldı.[4]
Huzeyfe -radıyallĂ‚hu anh- o andaki hĂ‚let-i rûhiyesini şoyle anlatır:
“HayĂ‚tımda bircok hĂ‚diseyle karşılaştım. Fakat hicbiri beni bu kadar duygulandırıp heyecanlandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hĂ‚lde, bunların birbirlerine karşı bu derecedeki diğergĂ‚m, fedĂ‚kĂ‚r ve şefkatli hĂ‚lleri, (yĂ‚ni son nefeslerini de hayatlarındaki gibi fazîlet icerisinde vermeleri ve «Ancak Musluman olarak olunuz.» Ă‚yet-i kerîmesinin[5] şuuru ile hayĂ‚ta vedĂ‚ edebilmeleri), gıpta ile seyredip hayran olduğum buyuk bir îman celĂ‚deti olarak hĂ‚fızamda derin izler bıraktı...”
Benim yolum îsĂ‚r yoludur Meşhur sûfî aleyhtĂ‚rı Gulam Halil, butun sûfîlere karşı hasmĂ‚ne bir tutum sergilemekteydi. Ebu ’l-Huseyin en-Nûrî ’nin de aralarında bulunduğu bir grup sûfîyi tutuklatıp hilĂ‚fet merkezine sevk etti. Donemin AbbĂ‚sî halîfesi tarafından cıkarılan bir fermanla îdamlarına karar verildi. CellĂ‚t, dervişlerden birinin boynunu vuracağı anda Ebu ’l-Huseyin en-Nûrî Hazretleri, neşeli ve gonullu olarak one atıldı. Halk bu harekete taaccup etti. CellĂ‚t:
“–Ey civanmert! Sen one atılıyorsun ama, bu kılıc o kadar rağbet edilecek bir şey değildir. Henuz sana sıra gelmedi, neden acele ediyorsun?” dedi. Ebu ’l-Huseyin -kuddise sirruh-:
“–Benim yolum îsĂ‚r yoludur. En aziz ve değerli şey, hayattır. Şu birkac nefes alacak vakti, kardeşlerimin biraz daha fazla yaşamaları icin fedĂ‚ etmek istiyorum. ZîrĂ‚ dunyĂ‚daki bir nefes alacak kadar vakit, bizim icin Ă‚hiretteki bin yıldan daha sevimli ve daha değerlidir. Cunku burası hizmet yeridir, orası ise kurbet ve AllĂ‚h ’a yakın olma mahallidir. Kurbet de hizmetle elde edilir. Buna rağmen şu birkac nefesimi de dostlarıma fedĂ‚ ediyorum.” dedi.[6]
AlĂ‚addin Bey ’in buyuk îsĂ‚r ve fedĂ‚kĂ‚rlığı Osman GĂ‚zî ’nin vefĂ‚tı uzerine, ahîler ve beyliğin ileri gelenleri tarafından desteklenen ve an ’aneye gore tahta gecmesi gereken AlĂ‚addin Bey, kardeşi Orhan Bey ’i kendisine tercih etmiş ve şoyle demiştir:
“–Kardeşim! Atamızın duĂ‚sı ve himmeti seninledir. O hayatta iken ordunun komutasını sana vermişti. Dolayısıyla beylik sana Ă‚ittir.”
Bu buyuk îsĂ‚r ve fedĂ‚kĂ‚rlığı gosteren AlĂ‚addin Bey, kardeşinin en buyuk destekcisi olmuş ve onun vezirliğini deruhte etmiştir.[7]
Turkiye ’den Pakistan ’a yapılan infak 8 Ekim 2005 tĂ‚rihinde Pakistan buyuk bir depremle sarsılmıştı. Yetmiş binden fazla insan vefĂ‚t etti. Geride kalanlar da aclık ve yoklukla baş başa kaldılar. Turkiye ’den Musluman bir yavru, 24 Kasım ’da şu mektup ile parasının yarısından fazlasını Musluman kardeşlerine infĂ‚k etti ve îsĂ‚rın zirvesini gosteren bir misal sergiledi:
“Ben fakir bir evin oğluyum. Babam yok, annem hasta. İki milyon (iki lira) ekmek paramız vardı, bunun size bir milyonunu gonderiyorum. Cunku ben bugun copten ekmek buldum. Akşam iftarı onunla yapacağız. Bu bir milyon ile, depremde zarar goren cocuklara ekmek alın. Bu para helĂ‚ldir. Pul parası da vereceğim icin paramın hepsini gonderemedim. Ozur dilerim.”[8]
Ne muazzam bir comertlik, îsĂ‚r ve fazîlet misĂ‚li… Asr-ı SaĂ‚det ’ten esen bir bĂ‚d-ı sabĂ‚…
PEYGAMBERİMİZİN COMERTLİĞİ HĂ‚sılı Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, varlıkta da yoklukta da comertliğin zirvesinde idi. O, ashĂ‚bını zengin-fakir ayırt etmeksizin comertlik ve infĂ‚ka teşvîk ederdi. Bir hadîs-i şerîflerinde comertliğin malı eksiltmeyeceğini bildirerek şoyle buyurmuşlardı:
“Uzerine Guneş doğan her gun, iki melek şoyle seslenir: «Ey insanlar, Rabbiniz ’in rahmetine geliniz. Az ama yeterli olan rızık, cok olup da azdıran maldan hayırlıdır.» Bu cağrıyı, insanlarla cinler dışında butun mahlûkat duyar.
Guneş ’in battığı her gun, iki melek yerlerini alıp insanlarla cinler dışında yeryuzu sakinlerine işittirecek şekilde: «AllĂ‚h ’ım, infĂ‚k edene halef, etmeyene telef ver!» diye niyĂ‚z ederler.” (Ahmed, V, 197)
O hĂ‚lde asıl mĂ‚rifet, gonlu comertlik ve îsar hisleriyle doldurarak bir deryĂ‚ hĂ‚line getirip Hakk ’ın lûtfettiği nîmetleri ve dunyĂ‚ ticĂ‚retini Ă‚hiret zenginliğine donuşturebilmektir. Bu bakımdan malın hayırlısı, sĂ‚hibinden once Ă‚hirete gonderilen; canın hayırlısı da AllĂ‚h rızĂ‚sı istikĂ‚metinde kullanılabilendir.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-İnfitĂ‚r, 6. [2] Bkz. BuhĂ‚rî, Edeb, 39; Muslim, FedĂ‚il, 56. [3] HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî, DîvĂ‚n, trc. Sadreddin Yuksel, İstanbul 1977, s. 65-66. [4] Bkz. Kurtubî, XVII, 28; Zeylaî, Nasbu ’r-RĂ‚ye, II, 318; HĂ‚kim, III, 270/5058. [5] Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 102. [6] Hucvirî, Keşfu ’l-Mahcûb, trc. Suleyman Uludağ, İstanbul 1996, s. 302. [7] ZiyĂ‚ Nur Aksun, Osmanlı TĂ‚rihi, İstanbul 1994, I, 36. [8]
http://www.presidentofpakistan.gov.pk/NewsEventImagePopUp.aspx?ImageID=129. (28.12.2005)
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan