Şecaat nedir, ne anlama gelir? Peygamber Efendimizin şecaat ornekleri... Şecaat ile ilgili ornekler.Şecaat; yiğitlik, bahadırlık, kahramanlık, kalp metĂ‚neti, şiddet ve tehlike esnĂ‚sında cesĂ‚ret gostermek mĂ‚nĂ‚larına gelir. İnsandaki ofke ve hiddet kuvvetiyle bunların zıddı olan korkaklık arasındaki îtidĂ‚l hĂ‚lidir.
Şecaatin esĂ‚sı, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın takdîrine rızĂ‚ ve teslîmiyettir. Bu sebeple kadere îman ve AllĂ‚h ’a tevekkul eden bir muslumana, korkaklık ve zillet aslĂ‚ yakışmaz.
SevbĂ‚n -radıyallĂ‚hu anh- ’ın naklettiğine gore RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır:
“Size saldırmak uzere, yabancı kavimlerin, tıpkı sofraya cağrışan yiyiciler gibi birbirlerini cağıracakları zaman yakındır.”
Orada bulunanlardan biri:
“–O gun sayıca az olacağımız icin mi bu durum başımıza gelecek yĂ‚ RasûlĂ‚llah!?” diye sordu. Efendimiz:
“–Hayır, bilĂ‚kis o gun siz cok olacaksınız. LĂ‚kin sizler, bir selin getirip yığdığı cer-cop misĂ‚li, hicbir ağırlığı olmayan kimseler durumunda olacaksınız. AllĂ‚h, duşmanlarınızın kalbinden size karşı korku duygusunu cıkaracak ve sizin kalplerinize zaafı koyacak!” buyurdular.
“–Zaaf da nedir ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” denildi.
“–DunyĂ‚ sevgisi ve olum korkusu!” buyurdular.” (Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him, 5/4297)
Demek ki kalplerden şecaat ve cesĂ‚ret cıkıp yerini dunyĂ‚lıklara meyletme ve olum korkusu aldığında, mu ’minler zillete dûcĂ‚r olacaklardır. Bu hĂ‚lleriyle de duşmanları karşısında hicbir ağırlıkları kalmayacaktır.
ŞECAAT ORNEKLERİ Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’den daha buyuk bir şecaat sĂ‚hibi insan tasavvur etmek mumkun değildir. O, fevkalĂ‚de hĂ‚ller karşısında bile sabır ve sebat gosterir, korku ve telĂ‚şa kapılıp uygunsuz hareket etmezdi.
CenĂ‚b-ı Hak, Rasûlu ’ne Medîne ’ye hicret etmesini emrettiğinde, bundan haberdĂ‚r olan Kureyş muşrikleri, Efendimiz ’in evini kuşatmış, iceriden cıkar cıkmaz canına kıymak icin kılıclarını sıyırmışlardı. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ise hic korku duymadan kapısını acmış, muşriklerin başlarına toprak sacmış ve YĂ‚sîn Sûresi ’nin ilk Ă‚yetlerini okuyarak aralarından vakur bir şekilde gecip gitmişti. (İbn-i Sa ’d, I, 227-228)
Peygamberimizin şecaati Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“Biz Bedir ’de, Allah Rasûlu ’ne sığınıyorduk. O gun kendileri, duşmana en yakın olanımız, insanların en cesur ve metĂ‚netli olanı idi.” (Ahmed, I, 86)
AbdullĂ‚h bin Omer -radıyallĂ‚hu anh- da:
“RasûlullĂ‚h Efendimiz ’den daha sehĂ‚vetli, daha necdetli (daha yiğit), daha şecaatli bir kimse gormedim!” demiştir. (İbn-i Sa ’d, I, 373)
Eğer Zubeyr cıkmasaydı Uhud ’da muşriklerden bir adam, deve uzerinde meydana cıktı ve carpışmak icin er istedi. Muşrik, herkesin kendisinden cekindiğini ve geri durduğunu gorunce, isteğini uc kere tekrarladı. Bunun uzerine, Zubeyr bin AvvĂ‚m -radıyallĂ‚hu anh- ona doğru yurudu. Devenin uzerine sıcrayıp adamın boğazına sarıldı ve boğuşmaya başladılar. Peygamber Efendimiz:
“–Aşağıya doğru cek, yere duşur onu!” buyurdu. Cok gecmeden muşrik yere duştu. Zubeyr de uzerine cokup onun işini bitirdi. Bunun akabinde Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Eğer Zubeyr cıkmasaydı, herkes geri durduğu icin onun karşısına ben cıkacaktım!” buyurdu.[1]
Nereye kacıyorsun ey yalancı? Mekke muşriklerinden Ubey bin Halef, İslĂ‚m ’ın en azılı duşmanlarındandı. Hicretten evvel Âlemlerin Efendisi ’ne:
“–Bir at besliyorum; ona en iyi şeyleri yediriyorum. Bir gun ona binerek Sen ’i oldureceğim!” demişti.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de bir defĂ‚sında ona:
“–İnşĂ‚allĂ‚h ben seni oldureceğim!” şeklinde mukĂ‚bele etmişti.
Uhud Harbi gunu bu ahmak muşrik, Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’i arıyor ve şoyle diyordu:
“–Eğer bugun O kurtulursa, benim işim bitik demektir!”
Bu duşunceyle, Peygamber Efendimiz ’e saldırmak icin yakınına kadar geldi. SahĂ‚be-i kirĂ‚m da, henuz uzaktayken onun başını ucurmak istediler. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bırakın gelsin!” buyurdu.
Ubey bin Halef yaklaşınca, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz, bir sahĂ‚bînin mızrağını aldı. Bu sefer Ubey geri kacmaya başladı. Ancak Peygamberler SultĂ‚nı:
“–Nereye kacıyorsun ey yalancı?” diyerek mızrağı fırlattı. Mızrak, Ubey ’in boynunu hafifce sıyırdı. Fakat o, bu kadarcıkla bile atından duştu; birkac kere takla attı ve canhıraş bir şekilde koşarak kendi tarafına kactı. Bir yandan koşuyor, bir yandan da gozleri yuvalarından fırlamış bir hĂ‚lde bağırıyordu:
“–Yemin ederim ki, Muhammed beni oldurdu!..”
Yanına gelip yarasına bakan muşrikler:
“–Bu basit bir sıyrık!” dediler. Fakat o teskin olmadı ve:
“–Muhammed bana Mekke ’de iken; «Ben seni kesinlikle oldureceğim!» demişti. Yemin ederim ki, eğer O bana bir tukruk de atsa, ben yine olurum!..” dedi.
Ardından bağırmasına devĂ‚m etti. Sesi, sanki bir okuzun boğurmesi gibi cıkıyordu.
Ebû Sufyan:
“–Şu kucucuk sıyrığa bu kadar bağırılır mı?” diye onu ayıpladığında Ubey, ona da şoyle dedi:
“–Sen biliyor musun, bu sıyrığı kim yaptı? Bu, Muhammed ’in actığı bir yaradır. LĂ‚t ve UzzĂ‚ ’ya yemin ederim ki, bu yaradan duyduğum acıyı butun Hicaz halkına dağıtsalar, onların hepsi de yok olur. Muhammed bana Mekke ’de; «Ben seni kesinlikle oldureceğim!» demişti. Ben tĂ‚ o zaman, O ’nun eliyle olduruleceğimi ve O ’ndan kurtulamayacağımı anlamıştım.”
Azılı bir Peygamber duşmanı olan Ubey, nihĂ‚yet Mekke ’ye ulaşmalarına bir gun kala yolda oldu. (İbn-i İshĂ‚k, s. 89; İbn-i Sa ’d, II, 46; HĂ‚kim, II, 357)
Peygamberimizin şecaat ve cesareti Muhammed bin Mesleme şoyle der:
Kulaklarımla duydum, gozlerimle gordum ki, Muslumanlar Uhud ’da bozuldukları zaman, dağa doğru kacıyorlardı. RasûlullĂ‚h da arkalarından:
“–Ey filĂ‚n! Bana doğru gel. Ey filĂ‚n, bana doğru gel. Ben RasûlullĂ‚h ’ım!” diye sesleniyordu. (VĂ‚kıdî, I, 237)
Bu hakîkati beyan sadedinde CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
“O zaman siz, harp sahasından hızla kacıyor ve kimseye donup bakmıyordunuz. AllĂ‚h ’ın Rasûlu ise (buyuk bir cesĂ‚ret ve şecaatle olduğu yerde durarak) arkanızdan sizi cağırıyordu…” (Âl-i İmrĂ‚n, 153)
Allah Muslumanlara yardım etti Uhud gunu yapılan sozleşme mûcibince, muşriklerle muslumanlar bir yıl sonra tekrar savaşacaklardı. Bu sozleşme dolayısıyla Ebû Sufyan, ordusunun başında Merru ’z-ZahrĂ‚n mevkiine kadar geldi, ancak yureğini yine bir korku sardı ve geri donmek zorunda kaldı. Fakat gurûrunu ciğnetmek de istemediğinden Medîne ’ye bir adam yolladı. Kendilerinin buyuk bir ordu ile yola cıktıklarını soyletip, aklınca, mu ’minleri korkutarak harbe cıkmalarını engellemek istiyordu.
Haber Medîne ’ye ulaştığında Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, savaş hazırlıklarını coktan tamamlamış, yola koyulmak icin emir bile vermişti. Haberci, Ebû SufyĂ‚n ’ın korkup da geri donduğunu bildiğinden, muslumanları iyice tedirgin edip harpten korkutarak yola cıkmalarına mĂ‚nî olabilmek icin elinden geleni yapıyordu. Kendisine tembih edilen yalanların ustune yeni yalanlar ilĂ‚ve ediyor, şĂ‚yet Muslumanlar Mekkelilerle şehir dışında harp ederlerse, Ă‚kıbetlerinin cok kotu olacağını soyluyordu. Onun ve munĂ‚fıkların cabaları netîcesinde, bĂ‚zı Muslumanların kalplerine korku duştu ve sefere cıkmak istememeye başladılar. Bunun uzerine Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“Varlığım kudret elinde bulunan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, yanımda hic kimse olmasa bile, ben tek başıma Bedir ’e gideceğim!” Bundan sonra, Allah TeĂ‚lĂ‚ Muslumanlara yardım etti ve kalplerine sebat ihsĂ‚n eyledi. (İbn-i Sa ’d, II, 59; VĂ‚kıdî, I, 386-387)
Peygamberimizin kahramanlığı Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kahramanlık gosterdiği yerlerden biri de Huneyn ’dir. O gun herkes duşmandan kacarken, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz bineğini surekli duşman saflarına doğru surmuş ve kendisine mĂ‚nî olmak isteyen ashĂ‚bını dikkate almayarak ilerlemiştir. (Muslim, CihĂ‚d, 76)
Hazret-i Enes -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Huneyn gununde, HevĂ‚zin, Gatafan ve diğerleri, cocukları ve develeriyle birlikte (savaş mahalline) geldiler. O gun RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ordusunda on bin kişi vardı. Fetihten sonra affedilen Mekkeliler de RasûlullĂ‚h ’ın safında idi. (Savaş başlar başlamaz) hepsi geri kactı. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- yalnız kaldı. Efendimiz, o gun iki defa nidĂ‚ etti. İkisi arasına bir başka soz de karıştırmadı. Sağ tarafına yonelip:
“–Ey EnsĂ‚r cemaati!” diye seslendi. O taraftakiler:
“–Buyrun ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Biz, Sen ’inle beraberiz! Mujde!” dediler.
Efendimiz -aleyhissalÂtu vesselÂm- sonra da soluna dondu yine:
“–Ey EnsĂ‚r cemaati!” diye seslendi. O taraftakiler de:
“–Buyur ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Mujde, biz Sen ’inleyiz!” dediler.
Peygamber Efendimiz, beyaz bir katırın ustunde idi. Katırdan indi ve:
“–Ben AllĂ‚h ’ın kulu ve elcisiyim!” dedi. (Bunun uzerine muslumanlar toparlanıp mukĂ‚bil hucûma gecince) muşrikler hezîmete uğradı… (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî 56, Humus 19, MenĂ‚kıb 14, MenĂ‚kıbu ’l-EnsĂ‚r 1; Muslim, ZekĂ‚t 135)
Bir adam BerĂ‚ İbnu Âzib -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’ya geldi ve:
“–Ey Ebû UmĂ‚re! Huneyn gununde hepiniz geri mi kactınız?” diye sordu.
BerÂ:
“–Ben, RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in kacmadığına şehĂ‚det ederim! Ancak, askerlerden yuku hafif olan onculer ile zırh taşımayanlar HevĂ‚zin ’in bir kanadına yuruduler. HĂ‚lbuki buradakiler okcu kimselerdi: Onları cekirge surusu gibi hep birden ok yağmuruna tuttular. Bunun uzerine dağılmak zorunda kaldılar. Boylece duşman, RasûlullĂ‚h ’a yoneldi. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’ın katırını Ebu Sufyan İbnu ’l-HĂ‚ris -radıyallĂ‚hu anh- cekiyordu. Efendimiz katırından indi, duĂ‚ etti, (Allah ’tan) yardım talep etti. Şoyle diyordu:
«–Ben Peygamberim, yalan değil! Ben Abdulmuttalib ’in oğluyum! AllĂ‚h ’ım! Yardımını indir.»
Sonra askerleri duzene koydu."
Ber devamla der ki:
“VallĂ‚hi biz savaş kızıştı mı RasûlullĂ‚h -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m- ’a sığınırdık. Bizim en cesur olanımız, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’le aynı hizĂ‚da durabilendi.” (Muslim, CihĂ‚d 79; BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî 54, CihĂ‚d 52, 61, 97, 167)
Korkmayınız! Korkmayınız! Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh- der ki:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- halkın en guzeli, en comerdi ve en cesĂ‚retlisi idi. Medîne ’de bir feryĂ‚d veya korkulu bir hĂ‚l vukû bulduğunda, Peygamberimiz hemen Ebû Talha ’nın Mendub isimli atını emĂ‚neten alır, feryĂ‚dın geldiği yere yetişirdi. Hicbir feryĂ‚d ve imdat sesi duyulmazdı ki, Mendub ’un oraya bir ruzgĂ‚r gibi revĂ‚n olduğunu gormeyelim. Yine bir gece, Medîneliler bir feryĂ‚d işitip korkmuşlar ve sesin geldiği tarafa doğru gitmişlerdi. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ise, onlardan once sesin geldiği yere yetişmiş ve durumu inceleyip donerken insanlarla karşılaşmıştı. Kendisi Ebû Talha ’nın atının uzerinde, kılıcı da boynunda asılı olduğu hĂ‚lde ashĂ‚bına:
«–Korkmayınız! Korkmayınız!» buyuruyor, Mendub icin de; «Onu azgın bir sel gibi sur ’atli bulduk!» diyordu.” (İbn-i Sa ’d, I, 373; BuhĂ‚rî, Edeb, 39)
Şecaat orneği AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, Bedir ’de cok buyuk fedĂ‚kĂ‚rlık ve kahramanlıklar gostermişlerdir. Bilhassa AllĂ‚h ’ın Arslanı Hazret-i Hamza -radıyallĂ‚hu anh-, buyuk bir şecaat ve cengĂ‚verlik numûnesi sergilemişti. Nitekim muşriklerin ileri gelenlerinden Umeyye bin Halef, ashĂ‚bdan AbdurrahmĂ‚n bin Avf ’a:
“–Savaşta alĂ‚met olarak goğsune deve kuşu kanadı takan zĂ‚t kimdi?” diye sormuştu.
“–O, Hamza bin Abdulmuttalib ’dir!” cevĂ‚bını alınca:
“–İşte bize ne yapıldıysa, hep o yaptı!” demiştir. (İbn-i HişĂ‚m, II, 272)
Bu kılıcı, hakkını vermek uzere kim alır? Uhud ’da carpışma kızıştığı esnĂ‚da RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- eline bir kılıc alarak:
“–Bunu benden kim alır?” diye sordu. SahĂ‚bîler:
“–Ben, ben!” diyerek onu almak uzere ellerini uzattılar. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bu kılıcı, hakkını vermek uzere kim alır?” diye sorunca, onu almaktan cekindiler.
EnsĂ‚r ’dan Ebû DucĂ‚ne -radıyallĂ‚hu anh- ayağa kalkıp:
“–Ben onu hakkını vermek uzere alırım yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” dedi. (Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 128)
Ebû DucĂ‚ne kılıcı alınca:
“–Bunun hakkı nedir yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” diye sordu.
Peygamber Efendimiz:
“–Onun hakkı, eğilip bukulunceye kadar duşmanla vuruşmandır...” buyurdu.
Ebû DucĂ‚ne kılıcı aldı, kırmızı sarığını cıkarıp başına sardı ve İslĂ‚m saflarıyla muşriklerin safları arasında, kurula kurula, calımlı calımlı yurumeye başladı.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onun mağrur ve kibirli bir şekilde yuruduğunu gorunce:
“–Bu oyle bir yuruyuştur ki, Allah TeĂ‚lĂ‚ ona bu gibi durumların hĂ‚ricinde (yĂ‚ni nefsĂ‚niyeti nĂ‚mına yuruyene) buğzeder!” buyurdu. (İbn-i HişĂ‚m, III, 11-12)
Hz. Safiye ’nin cesareti Allah Rasûlu ’nun halası Hazret-i Safiye, Hendek Harbi esnĂ‚sında kadın ve cocuklarla birlikte, Hassan bin SĂ‚bit ’in, FĂ‚rî adlı koşkunde bulunuyordu. Yahûdîlerden on kişilik bir birlik gelip koşku oka tuttular ve iceri girmeye calıştılar. Onlardan birisi koşkun cevresinde dolaşıyor, acık bir yer arıyordu. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ve ashĂ‚bı ise o esnĂ‚da Hendek ’te duşmanla harp hĂ‚lindeydi.
Hazret-i Safiye -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-, cĂ‚resiz kalıp bu musîbeti kendisinden başka def edecek kimsenin olmadığını gorunce, başını bir tulbentle sıkıca bağladı ve eline bir sırık alarak koşkten aşağıya indi. Kapıyı acıp orada dolaşan Yahûdînin arkasından sessizce yaklaştı. Elindeki sırıkla başına vurup onu oldurdu. Arkadaşlarının olmuş olduğunu goren Yahûdîlerin icine bir korku duştu:
“–Bize buradaki kadınların başında muhĂ‚fızların olmadığı soylenmişti!” diyerek dağılıp gittiler. (Heysemî, VI, 133-134; VĂ‚kıdî, II, 462)
Mûte Savaşı ’nın yapıldığı gun HĂ‚lid bin Velîd -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
Mûte Savaşı ’nın yapıldığı gun, elimde dokuz kılıc kırıldı. SĂ‚dece Yemen yapımı enli bir kılıc dayandı. (BuhĂ‚rî, MeğĂ‚zî, 44)
Kahramanlık orneği Allah Rasûlu ve ashĂ‚bının izini tĂ‚kip eden buyuk sûfî Necmeddîn-i KubrĂ‚ Hazretleri, memleketi Harezm, Moğol işgĂ‚line mĂ‚ruz kalınca talebeleriyle birlikte kahramanca direnmiş ve şehîd duşmuştur. Tasavvuf kulturunde şehĂ‚det hasretini vird hĂ‚line getiren, serhatlerin emniyetini sağlamak icin uc boylarında yerleşen ve kahramanlık misalleri sergileyen alperenler de şecaat ve cesĂ‚retin en muhim temsilcileri olmuşlardır.
Yıldırım Beyazıt ’ın cesareti Osmanlı ’yı bertarĂ‚f edip Bizans ’ı kurtarmak ve Muslumanların elinde bulunan Kudus ’u ele gecirmek gibi gĂ‚yelerle teşkîl edilen muttefik haclı ordusu harekete gecerek Osmanlı topraklarına girmiş ve Tuna Nehri kıyısındaki Niğbolu kalesini kuşatmıştı.
Bunu haber alan Yıldırım Beyazıt, adına yakışır bir sur ’atle Niğbolu onlerine geldi. HattĂ‚ kaleyi teslîm etmemelerini bildirmek icin, gece yarısı tek başına atına binerek duşman saflarının arasından ustalıkla gecti ve surların dibinden kale kumandanına seslendi:
“–Bre Doğan! Bre Doğan!..”
SultĂ‚n ’ın sesini tanıyan Doğan Bey, buyuk bir şaşkınlıkla derhĂ‚l burcların uzerinden cevap verdi:
“–Buyrunuz şevketlum!..”
PĂ‚dişĂ‚h Yıldırım BĂ‚yezîd Han, kısa tĂ‚limĂ‚tını bildirdi:
“–Doğan! Ordumla birlikte geldim! Sakın ola kaleyi teslîm etmeyesin!” dedi ve sur ’atle geri donerek karanlıkların arasında gozden kayboldu.
Ertesi gun, kalabalık haclı ordusuyla yapılan kanlı muhĂ‚rebe, Yıldırım HĂ‚n ’ın kesin gĂ‚libiyetiyle neticelendi. Bu haclı ordusuna, buyuk-kucuk butun Avrupa devletleri asker vermişti. Bunlar arasında on bin Fransız şovalyesi vardı ki; «Gokler yıkılsa, mızraklarımızla tutarız!» diye ovunmuşlerdi. LĂ‚kin Haclılar, Osmanlı ’nın îmanla yoğrulmuş hamleleri karşısında eriyip tukenmişti. O gun Yıldırım Beyazıt, vucûdunun ceşitli yerlerinden yaralandığı gibi atının da yaralanması uzerine yere duşmuştu. Ancak O, bunlara aldırmayıp yeni bir ata binmiş ve harbi butun kudretiyle idĂ‚re ederek zafere nĂ‚il olmuştu.
Cesaret abidesi: Yıldırım Beyazıt Yıldırım Beyazıt Han, Niğbolu zaferinde bircok asilzĂ‚de ve şovalyeyi esir almıştı. Esirlerin arasında Fransızların meşhur şovalyesi Korkusuz Jan (Jean) da vardı. Yıldırım Beyazıt Han, onları, fidye karşılığı serbest bıraktı. Ayrıca memleketlerine donecekleri gun hepsine bir ziyĂ‚fet verdi. Butun şovalyeler, SultĂ‚n ’ın bu insĂ‚nî muĂ‚melelerine mukĂ‚bil, kendilerinin esirlere yaptıkları fenĂ‚ davranış ve zulumleri duşunerek son derece mahcup oldular ve:
“–Şu andan itibĂ‚ren, Anadolu ve Rumeli ’nin HĂ‚kĂ‚nı Yıldırım Beyazıt HĂ‚n ’a karşı gelmeyeceğimize ve ona karşı silĂ‚h kullanmayacağımıza dĂ‚ir nĂ‚mus ve şerefimiz uzerine yemin ediyoruz!..” dediler.
Onların minnet altında soylemiş olduğu bu sozler uzerine, kuffĂ‚ra karşı muhteşem bir cesĂ‚ret Ă‚bidesi olan koca Sultan Yıldırım Beyazıt Han, gur sesi ile şovalyelere şoyle hitĂ‚b etti:
“–Avrupa ’da korkusuz lĂ‚kabını almış olan Jan ve arkadaşlarının, bana karşı silĂ‚h kullanmayacaklarına dĂ‚ir etmiş oldukları yeminleri geri iĂ‚de ediyorum. Gidiniz; yeniden ordular toplayınız ve uzerime geliniz! Biliniz ki, bu hareketiniz bana bir kez daha zafer kazanma imkĂ‚nı verecektir. ZîrĂ‚ ben, AllĂ‚h ’ın dînini yuceltmek uzre CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin dunyĂ‚ya gelmiş olduğumun şuûrunda bir sultĂ‚nım. Bu itibarla, Hazret-i AllĂ‚h ’ın yardım ve nusreti bizimledir. Ve bir kimsenin ki yardımcısı Allah ’tır, elbette onu yenebilecek hicbir kuvvet ve kudret yoktur!..”
Sivas Kalesi mudafaası Timur, o zamanın tankları sayılan fillerle Sivas Kalesi ’ni muhĂ‚sara ettiğinde, kalede bulunan Yıldırım Beyazıt ’in oğlu ŞehzĂ‚de Ertuğrul, şehir eşrĂ‚fını topladı ve onlara şoyle dedi:
“–Benim vazîfem, sizleri muhĂ‚faza icin gayret sarf etmektir. Timur ’un kuvvetleri kıyas edilemeyecek derecede bizden cok olabilir. Bu bir kader-i ilĂ‚hîdir. Bana duşen, onun saldırısını yiğitce goğusleyip sizleri ve kaleyi şĂ‚nımıza yaraşır bir şekilde mudĂ‚faa etmektir. Biliniz ki Timur, bizim cesetlerimizi ciğnemeden aslĂ‚ bu şehre giremez...”
Bu sozlerinin ardından ŞehzĂ‚de Ertuğrul, dediği gibi hareket etti ve bir avuc yiğidiyle koca Timur ordusuna karşı inanılmaz bir mukĂ‚vemet gosterdi, kahramanca vuruştu. Ancak azgın bir sel gibi akan duşman ordusunun onunde cengĂ‚verleriyle birlikte nihĂ‚yet şehĂ‚det şerbetini nûş eyledi.
ŞehzĂ‚deyi bertarĂ‚f eden Timur, kaledekilere, teslîm olurlarsa kimsenin kanını dokmeyeceğine dĂ‚ir haber yolladı. Fakat bu soze guvenerek teslîm olan butun kale mudĂ‚fîlerini hunharca oldurdu.
Osmanlı askerinin şecaati Şu hĂ‚dise de Osmanlı askerinin şecaatini gosteren guzel bir misaldir:
Preveze Zaferi ’nin mujdesini dortnala at uzerinde getiren levent, Topkapı Sarayı ’na girince, atının dizginini cekmesi ile, at bir muddet iki ayak uzerinde donmuştu. Bu manzarayı seyreden KĂ‚nûnî ’nin, levende:
“–Ne azgın bir kuheylĂ‚nla gelmişsin!..” demesi uzerine levendin:
“–HunkĂ‚r ’ım! Akdeniz azgın bir kuheylĂ‚ndı. Biz onu bile uslandırdık!..” cevĂ‚bını vermesi, îman cesĂ‚retiyle şahlanıştan doğan bir îtimĂ‚d-ı nefsin tezĂ‚huru idi.
Devletin daha o gun yıkılması onlenmiş oldu Canakkale Harbi esnĂ‚sında, duşman donanmasının Marmara Denizi ’ni gecebileceği endişesi ile tedbir olarak pĂ‚dişah ve hukûmetin Eskişehir ’e nakli kararlaştırılmıştı. Tahttan indirilip once SelĂ‚nik'teki AlĂ‚tini koşkune sonra da Beylerbeyi Sarayı ’na hapsedilmiş olan 2. Abdulhamit Han, durumdan haberdĂ‚r olunca, bunu buyuk bir cesĂ‚ret ve şecaatle reddederek:
“–Ben FĂ‚tih Sultan Mehmet HĂ‚n ’ın torunuyum!.. Hicbir zaman Bizans İmparatoru Konstantin ’den aşağı kalamam! Dedem FĂ‚tih İstanbul ’u alırken, Konstantin bile, askerinin başında savaşa savaşa olmuştur. Duşmanın Canakkale ’den girmesi ihtimĂ‚li -AllĂ‚h gostermesin- bir hakîkat olursa, elime bir silĂ‚h alır, bir nefer olarak gider, dovuşe dovuşe olurum. Duşman ancak cesedimi ciğnemek sûretiyle İstanbul ’a girer. Devletin başında bulunan birĂ‚derim Reşat ’a soyleyin, o dahî sakın bir yere gitmesin. O ve hukûmet, İstanbul ’dan ayrılırlarsa bir daha donemezler!..” dedi.
Nitekim O ’nun bu kararlılığı karşısında, pĂ‚dişah ve hukûmet İstanbul ’da kaldı. Boylece devletin daha o gun yıkılması onlenmiş oldu.
Osmanlı insanının şecaati Fransız seyyah A. L. Castellan, Osmanlı insanının şecaatini şu sozleriyle tasvîr eder:
“KazĂ‚ ve kader akîdesi, Osmanlı ’nın zihninde kokleşmiştir. Bu akîde, onlarda şecaat yerine gecer; sebat ve metĂ‚netlerini artırır. Olumu bile tevekkulle goze almalarına vesîle olur. İşte bundan dolayı, gozle gorulecek kadar muhakkak olan tehlikeler bile onları yıldırmaz. Nice ateşlerin icine ve duşman sungulerinin ustune atılıp butun vucutları delik deşik olduktan sonra bile, eğer henuz ecelleri geldiğine kĂ‚nî değillerse hayatlarından umit kesmezler.”
MU ’MİNLER YALNIZCA ALLAH ’TAN KORKAR HĂ‚sılı, mu ’minler yalnız Allah ’tan korkarlar ve O ’na tevekkulleri sebebiyle başka hicbir şeyden korku duymazlar. CesĂ‚ret ve metĂ‚netle AllĂ‚h ’ın emirlerini tatbik ederler. Şecaatlerini firĂ‚set ve basîretle kullanarak, nerede nasıl hareket etmek îcĂ‚b ediyorsa oyle davranırlar. CenĂ‚b-ı Hak bu hĂ‚li şoyle medheder:
“O peygamberler (oyle seckin kimselerdir) ki, AllĂ‚h ’ın buyruklarını tebliğ ederler, sĂ‚dece Allah ’tan korkarlar ve Allah ’tan başka hic kimseden korkmazlar…” (el-AhzĂ‚b, 39)
Dipnot:
[1] Halebî, İnsĂ‚nu ’l-Uyûn, Mısır 1964, II, 235.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan