
Aşırı zenginliğin verdiği gaflet, rehÂvet ve azgınlık sebebiyle AllÂh ’a kulluktan cok uzaklaşmış olan Âd kavmi, dînî tahdîdlere girmek istemediler. Bu sebeple Hûd Peygamberden kendilerine mûcize gostermesini istediler...
Hûd -aleyhisselÂm-, kavminin davranışlarına cok uzulmuştu. Ellerini huzunle semÂya kaldırıp CenÂb-ı Hakk ’a iltic etti. Bunun uzerine, kavminin kadınları kısır kaldı; cocuk doğurmaz hÂle geldi. Bu hÂl on sene devÂm etti.
Mecbûren Hûd -aleyhisselÂm- ’a geldiler. Ancak hÂl gaflet icindeydiler. ŞÃ‚hid oldukları mûcizeye rağmen yine:
“–Sen bize bir mûcize goster!” dediler.
Ardından daha da ileri giderek, AhkÂf Sûresi ’nin 22. Âyetinde bildirildiği gibi azar ve istihz ile azÂb talebinde bulundular:
“«Sen bizi tanrılarımızdan cevirmek icin mi geldin? Haydi, doğru soy-leyenlerden isen, bizi tehdîd ettiğin şeyi (azÂbı) başımıza getir!» dediler.” (el-AhkÂf, 22)
Bunun uzerine pınarlar kurudu, bağlar-bahceler sarardı. O guzel “İrem Bağları” yok oldu. İri cusseli insanlar, bir lokmaya muhtac duruma geldi.
ÂD KAVMİ KUFURDEN VAZGECMEDİLER
Hûd -aleyhisselÂm-, onları tekrar topladı. Yeniden kendilerine oğut verdi: «AllÂh ’tan mağfiret dileyin!» dedi ve ardından kufr-i inÂdîleri sebebiyle onları acık bir şekilde îkÂz etti:
“...(Hûd) dedi ki: «Ben AllÂh ’ı şÃ‚hid tutuyorum; siz de şÃ‚hid olun ki, ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım! O ’ndan başka (taptıklarınızın hepsinden uzağım). Haydi hepiniz bana tuzak kurun; sonra da bana muhlet vermeyin! Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan AllÂh ’a tevekkul ettim. Cunku hicbir canlı yoktur ki, AllÂh, onun perceminden tutmuş olmasın. Şuphesiz Rabbim, dosdoğru yoldadır. ” (Hûd, 54-56)
“Eğer yuz cevirirseniz, tebliğ etmek icin gonderildiğim şeyleri size bildirdim. Rabbim (dilerse), başka bir kavmi sizin yerinize getirir de O ’na hicbir zarar vere¬mezsiniz! Cunku benim Rabbim, her şeyi hakkıyla gozetendir.” (Hûd, 57)
Bu Âyet-i kerîmelerde Hûd -aleyhisselÂm- muşrik kavmine acıkca meydan okumaktadır:
“Hepiniz toplanınız ve beni yok etmek uzere elinizden ne geliyorsa, neye gucunuz yetiyorsa hepsini yapınız. Goz acıp kapayıncaya kadar bile asla beklemeyiniz. Şuphesiz ben size aldırmam, sizin bana ne yapacağınızı duşunmem ve size hic bakmam. Cunku ben sÂdece AllÂh ’a tevekkul etmekteyim, O ’na dayanmaktayım. O ’na dayanan, asla zarara uğramaz. O ’ndan başkasına aldıracak değilim. Ben ancak AllÂh ’a dayanır ve O ’na kulluk ederim.”
SÂdece bu sozler bile Hûd -aleyhisselÂm- ’ın AllÂh ’ın kulu ve peygamberi olduğunun, karşısındakilerin ise cehÂlet ve sapıklık uzere bulunduğunun apacık bir delilidir. Bu sozune karşı duşmanları ona hicbir zarar verememişler, onu dÂvÂsından vazgecirememişlerdir. Bu da onun dÂvÂsının hak olduğunu gostermektedir.
Âd kavminin hidÂyeti icin bu tehdîdler de kÂfî gelmedi. O kadar sıkıntı ve kıtlık cekmelerine rağmen, yine de istiğfÂr edip, AllÂh ’a ve tevhîd akîdesine donmediler. Zîr aşırı zenginliğin verdiği gaflet, rehÂvet ve azgınlık sebebiyle AllÂh ’a kulluktan cok uzaklaşmışlardı. Bu durumda, eğer peygamberlere tÂbî olsalardı, bircok haramları işleyemeyecekler, haksızlık yapamayacaklar, zayıfları ezemeyeceklerdi. Cunku hak dîn olan tevhîd dîni, birtakım tahdîdler (sınırlandırmalar) getirmekteydi. Ancak, nefsÂnî yaşayışa alışmış olan bu insanlar, dînî tahdîdlere girmek istemediler. GÂfilÂne bir şekilde ve nefsÂnî bir rahatlık icinde yaşamayı arzu ettiler.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan