
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-, kimseye nasîb olmamış bir mazhariyetle, KĂ‚be-i Muazzama icinde dunyaya geldi. Ailesi kalabalık olduğundan, Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-onu himĂ‚yesine aldı. Beş yaşından itibĂ‚ren Peygamber Efendimiz ’in terbiyesi altında yetişti. Bu yuzden cĂ‚hiliye doneminin kotu Ă‚detleri ona hic bulaşmadı. Cocuklardan ilk îmĂ‚n eden kimse oldu.Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, kendisine risĂ‚let vazîfesi verildikten sonra, her sene hac icin Mekke civĂ‚rındaki panayırlarda toplanan kabîlelere İslĂ‚m ’ı tebliğ etmeye gider, Hazret-i Ali ’yi veya Hazret-i Ebû Bekir ’i de yanında gotururdu. Hazret-i Ali ’yi geride bıraktıkları zaman, o da tenhĂ‚ kalan KĂ‚be ’ye gider, oradaki putlardan birkacını kırıp donerdi.
PEYGAMBER EFENDİMİZİN DAMADI
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- Peygamber Efendimiz ’in hicreti esnĂ‚sında da pek muhim hizmetler gordu. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’ın muşrikler tarafından kuşatılmış bulunan hĂ‚ne-i saĂ‚detlerinde, suikastcilere hedef şaşırtmak icin Efendimiz ’in yeşil hırkasına burunup yatağına korkusuzca uzandı. Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh-, Mekkelilerin, Peygamber Efendimiz ’e bıraktıkları emĂ‚netleri sĂ‚hiplerine teslim ettikten sonra, hasretle Medîne istikĂ‚metinde yola cıktı. Gece yuruyup gunduz dinlenmek sûretiyle meşakkatli bir yolculuğun ardından; yurumekten şişen ayaklarından kan damlar vaziyette, Medîne ’de Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’a kavuştu.
Hicretin ikinci senesi, AllĂ‚h ’ın emri uzerine FĂ‚tıma vĂ‚lidemizle izdivac şerefine nĂ‚il oldu. Boylece Peygamber Efendimiz ’in muhterem dĂ‚mĂ‚dı ve “Ehl-i Beyt”i olma bahtiyarlığına erdi. Turuk-ı Aliyye ’den on bir mubĂ‚rek zĂ‚tın Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’e nisbeti, onun vesîlesiyle hĂ‚sıl oldu. Zevce-i muhteremeleri FĂ‚tıma vĂ‚lidemizle zĂ‚hidĂ‚ne yaşayışları, ferĂ‚gat ve fedĂ‚kĂ‚rlıkları, dĂ‚sitĂ‚nî bir ufka ulaştı. Bu bakımdan Ehl-i Beyt, İslĂ‚m tasavvufunda guzîde isimler hĂ‚line geldi.
COMERTLERİN SULTANI
Comertlerin SultĂ‚nı Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- nebevî terbiye neticesinde, hicbir zaman dunyaya meyletmedi. Bu yuzden hayatı, İslĂ‚m kardeşliğinin ve diğergĂ‚mlığının misli gorulmemiş tezĂ‚hurlerine sahne oldu. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-: “Allah, bir kuluna hayır murĂ‚d ettiğinde onu insanların ihtiyaclarını karşılama yolunda istihdĂ‚m eder.” buyurmuştu. (Suyûtî, II, 4/3924)
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- da bu nebevî mujdeye nĂ‚il olabilme heyecanı icinde şoyle buyurmuştu: “İki nîmet vardır ki, beni hangisinin daha cok sevindirdiğini bilemiyorum. Birincisi, bir adamın ihtiyacını karşılayacağımı sanarak bana gelmesi, butun samimiyetiyle benden yardım istemesidir.
Diğeri de, o kimsenin arzusunu AllĂ‚h ’ın benim vasıtamla yerine getirmesi yahut kolaylaştırmasıdır. Bir muslumanın işini gormeyi, dunya dolusu altın ve gumuşe sahip olmaya tercih ederim.”
Bu yuce ahlĂ‚kın fiilî misallerinden birkacı şoyledir: Birgun Hazret-i Ali, zevce-i muhteremesi FĂ‚tımatu ’z-ZehrĂ‚ ’ya: “–Cok acıktım, evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Hazret-i FĂ‚tıma, evde yiyecek bir şey bulunmadığını, yalnız altı akcelerinin olduğunu soyledi. Hazret-i Ali bu altı akceyle yiyecek almak uzere carşının yolunu tuttu. Yolda giderken birinin, bir muslumanın yakasına yapışmış: “–Ya hakkımı ver ya da yuru mahkemeye gidelim!” dediğini duydu. Borclu adam biraz muhlet istiyorsa da alacaklı musĂ‚ade etmiyordu. Adamların cekişmelerini goren
Hazret-i Ali: “–MunĂ‚kaşanız kac para icindir?” diye sordu. “–Altı akce icin.” cevĂ‚bını alınca, kendisinin de muhtac olduğu o altı akceyi vererek, borclu muslumanı sıkıntıdan kurtardı. Ardından Hazret-i FĂ‚tıma ’ya ne cevap vereceğini duşunmeye başladı. Sonunda; «Nasıl olsa FĂ‚tıma, kadınların seyyidesi, RasûlullĂ‚h ’ın kızıdır, anlayış gosterir.» diyerek evine dondu.
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- yaptığı îsĂ‚rı FĂ‚tıma vĂ‚lidemize anlattı. O da:
“–Cok iyi yapmışsın, el-hamdu lillĂ‚h, bir muslumanı hapisten kurtarmışsın. Hak TeĂ‚lĂ‚ bize kĂ‚fîdir.” buyurdu. Fakat biraz da mahzun oldu.
Hazret-i Ali, onun uzuntusunu sezip, iki oğlunun da aclıktan ağladığını gorunce gonlunde bir kırıklık hissederek dışarı cıktı. «BĂ‚ri RasûlullĂ‚h ’a gideyim de O ’nun mubĂ‚rek yuzunu seyrederek uzuntumu unutayım.» diye duşundu. Bu duşunceyle yururken, elinde besili bir deve olan bir kimseye rastladı.
O şahıs Hazret-i Ali ’ye: “–Bu deveyi satıyorum, alır mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali parasının olmadığını soylediyse de adam veresiye olarak deveyi yuz akceye sattı. Hazret-i Ali, elinde deve ile biraz uzaklaşmıştı ki, yolda rastladığı başka bir adam: “–Bu deveyi bana uc yuz akceye satar mısın?” diye sordu. Hazret-i Ali kabul etti ve deveyi o şahsa sattı. Uc yuz akceyi peşin alınca da carşıdan yiyecek bir şeyler alıp evine goturdu. Hazret-i FĂ‚tıma ’ya, olup biteni anlattı. Yemeklerini yiyip AllĂ‚h ’a hamd u senĂ‚lar ettiler.
CEBRAİL VE İSRAFİL ALEYHİSSELÂM İLE ALIŞVERİŞ
Daha sonra Hazret-i Ali, evinden cıkıp Peygamber Efendimiz ’in yanına gitti. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–YĂ‚ Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın biliyor musun?” buyurunca:
“–Allah ve Rasulu bilir.” dedi.
Peygamber Efendimiz: “–Sana deveyi satan, CebrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m-; satın alan da İsrĂ‚fil -aleyhisselĂ‚m- idi. Deve de cennet develerinden idi. O muslumanı sıkıntıdan kurtardığın icin Hak TeĂ‚lĂ‚ dunyada bire elli verdi. Âhirette vereceğinin hesabını ise kendisinden başka kimse bilmez.” buyurdu.
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’dan rivĂ‚yetle AtĂ‚ -rahimehullĂ‚h- der ki: “Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı sulamıştı. Sabah olunca ucreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın ucte birini oğutup «hazîra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra arpanın ikinci ucte birini oğutup yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve arpadan kalan son ucte biri oğutup tekrar yemek yaptılar. Yemek piştiğinde muşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o gunu ac olarak gecirdiler. Diğer bir rivĂ‚yete gore, uc gun ust uste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler.”
COMERTLERİN SULTANI
İşte bunun uzerine şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu: “Kendileri de muhtĂ‚c oldukları hĂ‚lde yiyeceklerini, sırf AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına nĂ‚il olabilmek icin fakire, yetime ve esire ikrĂ‚m ederler ve: «Biz size bunu sırf AllĂ‚h rızĂ‚sı icin ikrĂ‚m ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkur bekliyoruz. Biz, cetin ve belĂ‚lı bir gunde Rabbimizden (O ’nun azĂ‚bına uğramaktan) korkuyoruz.» (derler). Allah da onları o gunun felĂ‚ketinden muhĂ‚faza eder, yuzlerine nûr, gonullerine surûr verir.” (el-İnsĂ‚n, 8-11)
İşte bu guzel ahlĂ‚kından dolayı Hazret-i Ali hakkında Rasûl-i Ekrem Efendimiz;“SultĂ‚nu ’l-EshıyĂ‚” yĂ‚ni “Comertlerin SultĂ‚nı” buyurmuştur. Hazret-i Ali, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m icinde fedĂ‚kĂ‚rlık ve îsĂ‚rı, engin ilim ve irfĂ‚nı, isĂ‚betli kararları kadar, cesĂ‚ret ve yiğitliğiyle de temĂ‚yuz etmişti.
AllĂ‚h ’ın GĂ‚lip Arslanı Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- butun gazvelere katıldı ve buyuk kahramanlıklar gosterdi. Yalnız Tebuk Gazvesi ’ne iştirĂ‚k edemedi. ZîrĂ‚ Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- onu, Medîne ’deki muslumanların ve Ehl-i Beyt ’in muhĂ‚fazasına nezĂ‚ret etmek uzere geride bırakmıştı. HattĂ‚ cesĂ‚ret ve şecaati herkesce mĂ‚lum olan o yiğit sahĂ‚bî: “–YĂ‚ Rasûlallah! Beni kadınların ve cocukların başına mı bırakıyorsunuz?” deyince Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-: “–YĂ‚ Ali! MûsĂ‚ ’ya gore HĂ‚run ne ise, sen de bana osun! Ancak benden sonra peygamber yoktur.” buyurarak onu taltif ve tesellî etmişti.
HZ. ALİ ’NİN BAZI HİKMETLİ SOZLERİ
“Duşundurucu ve hikmetli sozlerle ruhlarınızı dinlendirin. ZîrĂ‚ bedenlerin yorulduğu ve zayıfladığı gibi ruhlar da yorulur.”
“Huşûsuz kılınan namazda, dilin Ă‚fetlerinden ve boş şeylerden sakınmaksızın tutulan oructa, Kur ’Ă‚n ’ı tefekkursuz okumakta, kalbe nakşolmayan ilimde, infĂ‚k edilmeyen malda, zor gunlerde gosterilmeyen kardeşlikte, şukredilmeyen nîmette, gonulden edilmeyen ihlĂ‚ssız duĂ‚da hayır yoktur.”
“İnsanlar bilmedikleri şeyin duşmanıdır.”
“Cennet comertlerin, cehennem cĂ‚hillerin yeridir.”
“Âlimlere; «Nicin oğretmediniz?» sorusu sorulmadan cĂ‚hillere; «Nicin oğrenmediniz?» sorusu sorulmayacaktır.”
“Cenneti arzulayan, hayırlara koşar. Ateşten korkan, şehvetlerden sakınır. Oleceğine inananın, nefsĂ‚nî ve şehvĂ‚nî lezzetleri yıkılır. Dunyayı bilene, musîbetler zĂ‚hir olur.”
“Namus, guzelliğin sadakasıdır.”
“Dinde edep ve muruvvet, akl-ı selîmin meyvesidir.”
“Aklı tam olanın, sozu az olur.”
“Sozlerinin amellerinden sayıldığını bilen kimse, az konuşur ve ancak kendisini ilgilendiren şeyleri soyler.”
“Soruluncaya kadar susmak, susturuluncaya kadar soylemekten hayırlıdır.”
“Alcakca soylenen soze karşılık vereyim deme, cunku o sozun sahibinde onun gibi daha nice duşuk sozler vardır. Cevabına yine onlarla cevap verir.”
“CĂ‚hil ile sakın latîfe etme. Dili zehirli olduğundan gonlunu yaralar.”
“İnsanlara anlayacakları şekilde konuşunuz.”
“Eğrinin golgesi de eğri olur.”
“AllĂ‚h ’ın kullarına karşı husn-i zan sĂ‚hibi ol. Boyle olursan bircok yorgunluktan kurtulursun.”“Yanında AllĂ‚h ’ın, RasûlullĂ‚h ’ın ve evliyĂ‚nın sunneti olmayan kimsenin elinde hicbir şey yok demektir. AllĂ‚h ’ın sunneti, sırrı gizlemek; Rasûl ’un sunneti, insanlar arasında guzel ahlĂ‚k ile idĂ‚re yolunu bulmak; evliyĂ‚nın sunneti de, insanlardan gelen eziyetlere katlanmaktır.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, Yıl: 2007 - Mayıs, Sayı: 255, Sayfa: 032
İslam ve İhsan